Ashabu'l-Uhdud
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Burçları olan (burçların sahibi) göğe andolsun,
O vadedilen güne,
Şahid olana ve şahid olunana. (Buruc, 85/1-3)[505]
Âlemlerin yegâne Rabbi ve yaratanı Allah Teâlâ, burçlar sahibi göğe yemin ederek, insan kullarının dikkatini göğün yaratılışına çekmiştir... İnsanlar, göğün yaratılışına baksınlar, incelesinler ve derin derin düşünsünler de Rabbleri Allahın kudretini idrak etsinler!.. Onun, eşsizliğini ve mülkünün ortağı olmayışını iyice bilip kavransınlar... Böylece iman edip Rabbleri Allaha hiçbir ortak koşmasınlar... Şirkten ve küfürden tamamen arınıp Tevhide gelerek katıksız iman etsinler...
Ayette geçen Burçlardan maksad, Taberî (rh.a.)e göre, güneşin ve ayın menzilleri demektir. Zira burç kelimesinin sözlük anlamı, Kuledir. Gökte bu tür kuleler, ay ve güneşin menzilleri şeklinde anlaşılmaktadır[505]...
Rabbimiz Allah, kendisine yemin ettiği göğü nasıl yarattığını ve insan kullarının yaratılıştaki kudreti düşünüp, gerek dünya hayatındaki yaratılmalarını, gerekse ahirette yeniden diriltilmelerinde hiçbir şüpheye düşmeden iman etsinler...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Biz, göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişletici olanlarız. (Zariyat, 51/47)
Yaratma bakımından acaba sizce, yeniden sizi diriltmek mi daha güç, yoksa (uçsuz-bucaksız) gökyüzünü yaratmak mı? (Allah,) onu bina etmiştir.
Onun boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa çıkardı.
Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi.
Ondan da, suyunu ve otlağını çıkardı.
Dağlarını dikip-oturttu.
Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere. (Naziat, 79/27-33)
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da Arşa istiva eden Allahdır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnızca) Onundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (Araf, 7/54)
Göklerin ve yerin mülkü Allahındır. Allah her şeye güç yetirendir.
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahibleri için gerçekten ayetler vardır.
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allahı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)
Rabbimiz, Sen, bunu boşuna yaratmadın. Sen, pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Âl-i İmrân, 3/189-191)
Allah Teâlânın kendilerine verdiği akıl nimetini kullanabilen insanların Allahın varlığına, birliğine, eşi ve ortağının olmayışına, göğün ve yerin yaratılışı, gecenin gündüzün ardarda gelişi apaçık birer delildir... Bunları idrak eden insan, Rabbi Allahın kendisine gönderdiği Rasulüne, Rasule indirilen vahye katıksız iman eder... Ve hiçbir şüpheye düşmeden yakînen inanır ki, yaratmak da, emretmek de yalnızca Allaha aiddir... Çünkü âlemlerin yegâne sahibi Odur... Sahibi olduğu mülkünde, yaratma konusunda bir ortağı olmadığı gibi, onlara emretmede ve nehyetmede de hiçbir ortağı olamaz... O, insan kullarının yegâne Rabbi ve onların üzerinde hüküm sahibidir... Yalnız ve ancak O, onlar için helâl ve haram sınırını tayin eder... Yalnızca O, bir şeyin yapılmasını serbest bırakabilir veya yasaklayabilir... Helâl ve haram sınırlarını tayin etmede, yani insanlar için bir şeyin serbest edilmesi ve yasaklanması konusunda, Allah Teâlânın hükmüne aykırı olmak üzere egemenlerin hüküm koyup uygulatması, kendilerini Allah Teâlâya ortak etmeleri demektir... Dolayısıyla en büyük zulüm olan şirk ortaya çıkmış olur[505]...
Hevalarını ilâhlaştıranların, Allahın emir ve nehiylerinden başka, onların yerine kendileri emir ve nehiy koyup uygulatmalarına rıza göstererek onların arzularına tabi olup hayatlarını tanzim edenler, Allahdan başka Rabblere tabi olmuşlardır...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Kim Allahın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin ta kendisidir. (Mâide, 5/44)
Onlar, Allahı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabblar (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesihi de. Oysa onlar, tek olan bir ilâha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. Ondan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir. (Tevbe, 9/31)
Adiyy b. Hatim (r.a.) anlatıyor:
Boynumda altında bir haç olduğu hâlde Rasulullah (s.a.s.)a geldim.
Rasulullah:
Ya Adiyy, bu putu üstünden at! buyurdu.
Kendisinin Beraat (Tevbe) sûresinden:
Onlar, Allahı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rablar (ilâhlar) edindiler. (Tevbe,9/31) ayetini okuduğunu işittim.
Buyurdu ki:
Gerçi onlar, bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl kıldığı vakit onu helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram kıldıkları vakit onu haram kabul ediyorlardı.[505]
Rabi b. Enes diyor ki:
Ben, Ebu Aliyeden:
Yahudîler ve Hristiyanlar, hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler. ayetinin mânâsını sordum ve dedim ki:
- İsrailoğullarında bu rab edinme olayı nasıldı?
O dedi ki:
- Hahamlar, bize ne emrettiyse ona uyduk. Neyi de yasakladıysa, sözlerini dinledik. Halbuki bunların emrettikleri ve yasakladıkları şeyin hükmü, Allahın Kitabında mevcuddu.
İnsanlar, din adamlarının telkinlerini nasihat kabul edip aldılar ve Allahın Kitabını arkalarına attılar. Böylece Allahı bırakıp din adamlarını rabler edinmiş oldular.[505]
Ebu Aliyye (rh.a.)in apaçık izah ettiği gibi, kim olursa olsun ve hangi ülkede, hangi çağda bulunursa bulunsun her kim, Allahın kitabındaki hükümleri bir yana atan, kendi hevau hevesini ilâh edinerek hüküm koyanların hükümlerini kabul edip, gönül rızasıyla onunla amel ederse, bu hüküm koyucuları rablar edinmiş olur... Bu rab edinme, ya Allah ile beraber veya Allahı tamamen terk etmekle gerçekleşir... İşte apaçık küfür ve şirk budur!..
İnsanlık tarihi boyunca, katıksız iman eden ve imanlarının gereği gibi yaşamaya gayret içinde olan muvahhid mü'minler, bu apaçık küfür ve şirki reddetmişlerdir... Böylece kâfir ve müşrikleri terk etmiş, onların, Allaha şirk koştuklarından tamamen arınmışlardır...
Muvahhid mü'minler yegâne rabbleri Allahın, Rasulleri vasıtasıyla kendilerine göndermiş olduğu hükümleriyle amel ederken, şirk toplumun müşrik zalim egemen tağutları tarafından dışlanmış ve en vahşî zulümler yapılmıştır...
En korkunç işkencelere uğratılmış, zindanlara tıkanmış ve alevli ateşlere atılmışlardır... Şirk ve küfür cephesinin zulmü ve ihaneti, dün böyle olduğu gibi bugün de böyledir... Çünkü küfür tek millettir ve küfür cephesinde değişen bir şey yok!..
Âlemlerin yegâne Rabbi Allah Teâlâyı ya tamamen reddederek, ya da Onunla birlikte başka Rabblere ve ilâhlara inanan, böylece en büyük zulüm olan şirk suçunu işleyen müşrik egemenler, muvahhid müminleri, imandan, Tevhidden ve İslâmdan ayırmak, onları dinlerinden vazgeçirmek için kendilerine akla-hayale gelmeyecek işkenceler yapmışlardır... Bu işkenceler her an devam etmektedir...
Muvahhid müminleri, imandan ve İslâmdan vazgeçirmek, tekrar küfür ve şirke döndürmek için kendilerine, hendeklere de yaktıkları alevli ateşe atarak işkence eden şirk cephesinin bir kısmı, Ashab-ı Uhduddur!.. Rabbimiz Allah, şöyle beyan buyurur:
Onların, muvahhid müminlere yaptıkları zulüm ve işkencelerini:
Kahrolsun (canı çıksın/gebersin) Ashab-ı Uhdud(a lanet olsun/öldürüldü).
Tutuşturucu yakıt dolu o ateş,
Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.
Ve müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
Kendileri onlardan, yalnızca üstün ve güçlü olan, övülen Allaha iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı. (Buruc, 85/4-8)
İmam Fahruddin er-Râzî (r.a.), meşhur tefsirinde şunları beyan eder:
el-Uhdud: Yerde, uzunlamasına açılan yarıklar mânâsına gelip, çoğulu, "ehâdîd" olup mastarı ise, yarmak demek olan "hadd" kelimesidir.
Ashabul-Uhdud ifadesiyle, öldürenler kasdedildiği (gibi) öldürülenler de kasdedilmiş olabilir. Meşhur olan rivayete göre, öldürülenler mümin olan kimselerdir. Yine bu öldürülenlerin zorbalar, zalimler olduğu da rivayet edilmiştir. Çünkü bu zorba krallar, müminleri o ateşin içine atınca, o ateş, kâfirlerin üzerine dönmüş, onları yakmış, derken Allah Teâlâ müminleri, o ateşten sapasağlam kurtarmıştır.[505]
İmam İbn Kesir (r.a.) ise, tefsirinde konuyla ilgili şunları kaydeder :
Bu, kâfirlerden bir topluluğun haberidir. Onlar, yanlarında bulunan müminlere yönelerek, onları ezmek istemiş ve dinlerinden vazgeçip kendilerinin tarafına gelmeye zorlamışlardır. Bu sebeble toprağa bir çukur kazıp ateşi alevlemişler ve onu yakmak üzere yakıtlar hazırlamışlardı. Sonra müminlere yönelip kendi dinlerine dönmelerini istemişler, kabul etmeyince de onları ateşe fırlatmışlardı.[505]
Ashabul-Uhdud kıssası ile ilgili, yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)den şu hadis-i şerif nakledilir...
Suhayb er-Rumî, (r.a.)dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Sizden öncekiler arasında bir hükümdar vardı. Bu hükümdarın bir sihirbazı vardı. Sihirbaz, ihtiyarlayınca hükümdara.
- Ben, ihtiyarladım. Bundan dolayı bana bir çocuk gönder de sihri ona öğreteyim, dedi.
O da, ona sihri öğretmek için kendisine bir çocuk gönderdi. Çocuk, yola koyulduğu vakit bir rahibe rast geldi. Hemen yanına oturarak, konuşmasını dinledi ve beğendi.
Artık sihirbazın yanına giderken rahibe uğrar, yanında otururdu. Sihirbaza geldiğinde ise, sihirbaz kendisini döverdi. Çocuk bunu, rahibe şikayet ederdi.
Rahib, şunu söyledi:
- Sihirbazdan korktuğun vakit beni, ailem salmadı. de! Ailenden korktugun vakit, "beni, sihirbaz salmadı" deyi ver!
Çocuk, bu minval üzere devam ederken, büyük bir hayvanın üzerine geldi. Bu canavar, insanları hapsetmişti.
(Çocuk, kendi kendine:)
- Sihirbaz mı efdal, yoksa rahib mi bugün anlayacağım, dedi.
Ve bir taş alarak:
- Allahım, eğer rahibin işi, senin indinde sihirbazın işinden daha makbul ise, bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsinler, dedi.
Ve taşı attı, hayvanı öldürdü. Insanlar işlerine gittiler. Bu olaydan hemen sonra rahibe gelerek (olayı) ona haber verdi.
Rahib, ona.
- Ey oğulcuğum, bugün sen, benden daha faziletlisin! Senin hâlin, gördüğüm raddeye ulaşmış. Sen, muhakkak imtihan olunacaksın. Şayet imtihan olunursan, benim nerede olduğumu söyleme, dedi.
Çocuk, körlerle, abraşları düzeltiyor, sair ilaçlardan insanları tedavi ediyordu. Derken hükümdarın maiyyetinde bulunanlardan kör olmuş birisi, bunu işitti. Ve kendisine birçok hediyeler getirerek:
- Eğer beni düzeltebilirsen, şuradaki şeylerin hepsi senin olsun! dedi.
Çocuk:
- Ben, hiçbir kimseyi düzeltemem. Şifayı ancak Allah verir! Eğer sen, Allaha iman ediyorsan, ben Allaha dua ederim. O da, şifa verir, dedi.
Adam Allaha iman etti. Allah da, şifasını verdi. Daha sonra hükümdarın yanına gelerek, eskiden oturduğu gibi oturdu.
Hükümdar, ona:
- Senin gözünü kim iade etti? diye sordu.
Adam:
- Rabbim! cevabını verdi.
(Hükümdar:)
- Senin, benden başka Rabbin var mı? dedi.
(Adam:)
- Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allahdır, cevabını verdi.
Bunun üzerine hükümdar, onu tevfik etti. Kendisine işkence yapmaya başladı. Nihayet o adam, çocuğun yerini söyledi. Çocuğu da getirdiler.
Hükümdar, ona:
- Ey oğlum, sihrin, körleri ve abraşları düzeltecek ve şöyle şöyle yapacağın dereceyi bulmuş, dedi.
Çocuk:
- Ben, hiç kimseyi düzeltemem. Şifayı veren ancak Allahdır! dedi.
Bunun üzerine hükümdar, onu da tevkif etti. Ona, işkence yapmaya başladı. Nihayet çocuk, rahibin yerini söyledi. Rahibi de getirdiler.
Kendisine:
- Dininden dön! denildi.
O, razı olmadı. Derken hükümdar, bir testere istedi ve onu, başının ortasına koyarak yardı. Hatta iki parçası yere düştü.
Sonra çocuk getirildi.
Ona da:
- Dininden dön! denildi.
- Fakat o da, kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu, maiyyetinden bazı kimselere vererek:
- Bunu, falan dağa götürün. Dağın üzerine çıkarın. Zirvesine ulaştığınızda, dininden dönerse ne ala! Dönmezse, aşağıya atın, dedi.
Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar.
Çocuk:
- Allahım, bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifâyet et! dedi.
Bunun üzerine dağ, onları salladı ve (aşağıya) düştüler. Derken (çocuk,) yürüyerek hükümdara geldi.
Hükümdar, ona:
- Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu.
Çocuk:
- Onlar hakkında Allah, bana kâfi geldi, dedi.
Hükümdar onu, yine mahiyetinde birkaç kişiye vererek:
- Bunu, götürün! Bir gemiye yükleyerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse ne âlâ! Aksi takdirde denize atın! dedi.
Çocuğu, (emrolundukları gibi) götürdüler.
(O, yine:)
- Allahım, bunlar hakkında bana, dilediğin şeyle kifâyet et! diye dua etti.
Hemen gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk, yine yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar, ona:
- Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu.
Çocuk:
- Onlar hakkında Allah, bana kâfi geldi, dedi.
Ve hükümdara şunu söyledi:
- Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin!
Hükümdar:
- Nedir o? diye sordu.
(Çocuk:)
Halkı bir yere topla ve beni bir ağaca as. Sonra torbamdan bir ok al! Bu oku, yayın ortasına koy! Sonra: Bu çocuğun Rabbi olan Allahın ismiyle diyerek bana at! Bunu yaparsan, beni öldürürsün, dedi.
Hükümdar, hemen halkı bir yere topladı ve onu, bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve oku, yayın ortasına koydu. Sonra:
- Bu çocuğun Rabbi olan Allahın ismiyle, diyerek çocuğa attı.
Ok, çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk, elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü.
Bunun üzerine halk:
- Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! dediler.
Hemen hükümdara gidilerek:
- Ne buyurursun?! Vallahi, korktuğun başına geldi. Halk iman etti, denildi.
Bunun üzerine hükümdar, yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Hendekler kazıldı ve içlerinde ateşler de yakıldı.
- Kim dininden dönmezse, onu buraya atın! dedi.
Yahud hükümdara:
- Sen at! denildi.
Bunu da, yaptılar. Nihayet beraberinde çocuğu olan bir kadın geldi. Kadın, oraya düşmekten çekindi.
Bunun üzerine çocuğu, ona:
- Ey anneciğim, sabret! Çünkü sen, hak üzeresin! Dedi.[505]
İmam Tirmizî (rh.a.)in rivayetinde şu ziyade yer almaktadır:
Delikanlıya gelince o, toprağa gömülmüştü. Ömer b. el-Hattabın zamanında bu delikanlının, öldürüldüğü zaman koyduğu gibi parmağı şakağında olarak çıkarıldığı söylenmiştir.[505]
İbn İshak (rh.a.) dedi ki:
Bana, Abdullah b. Ebibekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm haber verdi ki:
Ona, şu haber verilmiştir:
Necran halkından bir adam, Ömer b. el-Hattab (r.a.)ın zamanında bir hacetinden dolayı Necranın harabelerinden bir harebeyi kazdıydı.
Bunun üzerine (hükümdarın öldürdüğü çocuk) Abdullah b. Samiri, örtülü bir çukurda oturup elini, başındaki bir darbe üzerine koymuş ve eliyle yarayı tutar olduğu halde buldular. Eli, başından geri çekildiği zaman kan aktı. Serbest bırakıldığında o darbenin üzerine geri çevrildi ve kanın, durdurdu. Onun elinde ise, içinde:
Rabbim Allahdır. yazılı bir yüzük vardı.
Bunun üzerine onun hakkında, Ömer b. el-Hattaba mektub yazıldı ki, onun durumundan haber alınsın.
Ömer (r.a.) da, onlara şöyle yazdı:
- Onu, hâli üzere bıraksınlar ve onun üzerine defn olunduğu şeyi geri koysunlar.
Onlar da, aynen öyle yaptılar.[505]
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s)in beyan buyurduğu bu olayda, küfür cephesinin tarih boyu değişmeyen cahilî karakteri net olarak görülmekdedir Muvahhid mü'minler, şirki, küfrü, tağutu yani insanın insana egemen olmasını, insanların birbirini kul veya Rab edinmelerini reddettikleri ve katıksız olarak Allaha iman ettikleri için, egemen müşrikler tarafından işkence edilip, şehid edilerek öldürülmüşlerdir
Ashabul-Uhdud, muvahhid mü'minlere iman etmelerinden dolayı düşman kesilmiş ve onları kazdıkları hendeklerde yaktıkları alevli ateşlerin içine atarak, onlardan intikam alıyorlardı O zalim kâfirlerin, o müstekbir müşriklerin ve o egemen tağutların kini, düşmanlığı, muvahhid mü'minlerin imanına, dinine, yani Tevhid akîdesine idi!..
Bundan dolayı Rabbimiz Allah şöyle buyurmuştu:
Kendileri onlardan, yalnızca üstün ve güçlü olan, övülen Allaha iman ettiklerinden dolayı intikâm alıyorlardı.
Müşrik kâfirlerin, mümin müslümanlardan hoşlanmayıp düşman oldukları tek sebeb, onların şirk ve küfrü terk ederek iman edip İslâm olmalarıdır
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
De ki: Ey Kitab Ehli, yalnızca Allaha, bize indirilene ve önceden indirilene inanmamız ve sizin çoğunuzun fasıklar olmanız nedeniyle mi bizden hoşlanmıyorsunuz? (Mâide, 5/59)
Evet, müşrik kâfirler, mümin müslümanlardan onların imanlarından ve yalnızca Allaha ibadet etmelerinden dolayı hoşlanmıyorlardı!..
Bu Allah düşmanları, yalnızca Allah'a kul olmak istediklerinden dolayı muvahhid mü'minleri, egemen oldukları bölgelerde yok etmek istiyorlardı Ya öldürerek veya zindanlarda çürümeye terk ederek ya da ezici baskılarla sindirip seslerini kesmek ile yok olmalarına çalışıyorlardı
Bu idraksizlerin, katıksız iman ederek kendilerini kurtarmış ve onların da iman ederek hidayet bulup kurtulmalarını isteyen muvahhid mü'minlere işkence etmeleri, şirk koşarak hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşmelerinden kaynaklanmaktadır Onların bu vahşi hâlleri, imansızlıklarından dolayı ortaya çıkmıştır
Vahşi müşriklerin bu değişmez karakterlerini şöyle beyan buyurur Rabbimiz Allah:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır, bununla kavrayıp anlayamazlar. Gözleri vardır, bununla göremezler. Kulakları vardır, bununla işitemezler. Bunlar, hayvan gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar, gafil olanlardır. (Araf, 7/179)
Allah katında canlıların en kötüsü, şüphesiz küfre sapmış olanlardır. Onlar, artık inanmazlar. (Enfal, 8/55)
Küfre sapanların örneği, çağırma ve bağırmadan başka bir şeyi duymadan (duyduğu şeyin anlamını bilmeyen hayvana haykıranın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizlerdir, kördürler. Bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara, 2/171)
Ashabul-Uhdud kıssası, her çağda ve her yerde Allaha davet eden muvahhid mü'minlerin, iyice okuyup, anlayıp ve üzerinde derin derin düşünmeleri gerekli olan çok ibretli bir kıssadır Bu gerçek kıssa, iman etmiş, bundan dolayı İslâm düşmanlarınca birçok işkenceye uğratılmış olan mustazaf mümin müslümanların teselli kaynaklarından biridir Bu kıssada, Allaha davetin niteliği ve bu davette muvahhid mü'minlerin rolü, Allaha davet eden ihya erlerinin durumu ve onların başına gelebilme ihtimali olan belânın örneği dile gelmiştir
Yegâne Rabbleri Allaha iman etmiş ve yegâne kurtuluş yolunun bu iman olduğu hakikatini haykıran, bundan dolayı şirk koşmadan Allaha iman etme özgürlükleri, müstekbir tağutlar tarafından ellerinden alınmaya çalışılanların bu kıssası, kıyamete kadar gelecek olan Tevhid nesline en güzel bir örnektir İnandıkları gibi yaşamaya gayret eden ve zalim zorbaların zulmüne maruz kalmış bu iman cemaatı, büyük bir sabır örneği olmuştur
Zalim egemen tağutlar, Allah katında en kıymetli varlık olan mü'min kullara,[505] en vahşî işkenceler yapmış, onların çektikleri acıları, kendileri için bir oyun ve eğlence aracı kılmışlardı
Sinelerdeki kalbleri ihata eden katıksız ve kâmil iman, bütün bu işkencelere dayanmış ve onlardan üstün gelmiştir Her zaman olduğu gibi Tevhid, şirki yenmiş ve iman, küfre karşı zafer kazanmıştır Muvahhid mü'minler, imanlarından ve dinlerinden vazgeçmemiş, ateşe atılmalarına rağmen hiçbir taviz vermemişlerdir
Şöyle buyuruyor Allah Teâlâ:
Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizleriniz. (Âl-i İmrân, 3/139)
Ebud-Derda (r.a.)ın rivayetleriyle şöyle buyurdu Rasulullah (s.a.s):
Paramparça edilsen ve (ateşte) yakılsan bile Allaha hiçbir şeyi ortak etme![505]
Ashabul-Uhdud olayındaki muvahhid mü'minler, öyle kalblere sahiblerdi ki, asla dünyaya meyletmemiş, ahiret hayatını, zillet içinde geçecek dünya hayatına tercih edip izzeti seçmişlerdi Dünyanın bütün zevk ve sefası kayıtlarından kurtulmuş, Allahın rızasını tercih ederek gerçek kurtuluşa ermişlerdi
Muvahhid mü'minlerin bu izzetli tercihleri, çağın egemen vahşî müstekbir tağutlarını çıldırtmıştı Allah düşmanları, dolayısıyla mü'min müslümanların düşmanları olan tağutîler, hendeklerde yaktıkları alevli ateşlerin içine attıkları muvahhid mü'minlerin çektikleri acıları zevkle seyrediyorlardı Bu kâfir, kötü, günahkâr, alçak ve vahşî varlıklar, bu hâlleriyle en vahşî hayvanlardan daha vahşî olduklarını ortaya koyuyorlardı Çünkü bunların yaptığı vahşeti, vahşî hayvanlar yapmaz Vahşî hayvanlar, ihtiyaç duydukları zaman avına saldırıp parçalar, karnını doyurduğunda bir yana çekilir O, karnı acıktığı zaman avına saldırır, yoksa avının çektiği acılardan zevk almak için saldırmaz
Genç olsun, ihtiyar olsun, kadın, erkek ve çocuk olsun, ateşin içine attıkları her mü'min müslümanın çığlığıyla alay ediyor, onların ateş tarafından yakılıp küle dönmeleri, kendileri için zevkli bir manzaraya dönüşüyordu Bu korkunç manzarayı seyretmekle mutlu oluyorlardı Bu alçaklık, hiçbir vahşî hayvan tarafından gerçekleştirilemez Zaten müşrik kâfirlerin Onlar, hayvanlardan aşağılıktırlar. diye beyan olunması, onların bu adî karakterini apaçık anlatıyordu
Onların, bu aşağılık ve vahşi tavırlarının karşısında sabreden ve akîdelerinden hiçbir taviz vermeyen muvahhid mü'minlerin bedenleri ateş tarafından yenildikçe, ruhları yüceliyor, Rabbleri Allah indinde ölümsüzlüğe, yani ebedî diriliğe kavuşuyorlardı
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
Sakın, Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz, bunun şuurunda değilsiniz. (Bakara, 2/154)
Allah indinde diri olan bu yüce şahsiyetler, kendilerinden sonra bütün nesillere örnek olmuş, bütün çağlara rehberlik etmişlerdir Beşerî hesaplara göre tağutlar, zalim müstekbirler, muvahhid mü'minlere ve mazlumlara galip gelmiş gibi görünseler de, asıl zafere ulaşan mazlum mü'minlerdir Çünkü mü'min müslümanlar, şehid edilmelerinden dolayı yüce mertebelere ulaşmış ve insanlık âlemi içinde hayırla anılan örnek şahsiyetler olmuşlardır
Âlemlerin Rabbi Allahın en çok değer verdiği nesne Tevhid akîdesi, yani katıksız imandır Bu imanı elde eden muvahhid mü'min şahsiyet, yeryüzünün en güçlüsü olarak görülen bütün tağutlara karşı meydan okur!.. Onun bu sarsılmaz akîdesi ve yenilmez direnci sayesinde Allahın izni ve yardımıyla acıya, işkenceye ve maddî güce karşı zafere ulaşır Böylece ruh, maddeye ve iman, işkencelerin her türlüsüne galip gelir, muzaffer olur
Bu zafer, bütün zamana ve bütün mekâna şamil olan bir zaferdir Bunun elde edilişi, gerçek hürriyete ulaşmanın tek yolu: Katıksız iman ve salih ameldir Bu yolun ihlâslı yolcuları, önlerine çıkarılan her engelleri aşar, her tuzağı bozar ve her türlü zorluğu yenerler Bu akîdenin sahibi olan mü'min müslümanlar, dinlerinden asla taviz vermedikleri için dünya hayatlarına son verilmiş olur, amma ebedî ahiret hayatında en güzel mükafat olan cenneti kazanırlar Ayrıca Allah yolunda Allahın rızasını kazanmak için nasıl can ve malın fedâ edileceğinin en güzel örneğini gözler önüne sererler Mallarını ve canlarını cennet karşılığı Rabbleri Allaha satmışlardır muvahhid mü'minler Yegâne Rabbleri Allah onlardan, cenneti vererek mallarını ve canlarını satın almıştır
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu,) Tevratta, İncilde ve Kuranda Onun üzerine gerçek olan bir vaddır. Allahdan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe, 9/111)
Bu, kendisinden başka eşi olmayan bir ticarettir Âlemlerin Rabbi Allah, kullarına vermiş olduğu helâl malı, ondan çok, hem de pek çok, hiç kıyaslanamaz değerde olan cenneti vererek satın alıyor Katıksız iman ile arındırıp yücelttikleri ruhlarını, çok aşağı bir seviye olan dünya hayatından, çok yüce olan cennete davet ediyor ve icabet edenlerin canlarını, cennet karşılığında satın alıyor
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi?
Allaha ve Onun Rasulüne iman ederseniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.
O da, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş budur.
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allahdan yardım ve zafer (nusret) ve yakın bir fetih, mü'minleri müjdele. (Saff, 61/10-13)
Cennet, muvahhid mü'minlerin canlarını ve mallarını verip Rabbleri Allahdan satın aldıkları en büyük ve ebedî kazanç!..
Muhammed b. Kab el-Kurâzî (rh.a.) anlatıyor:
Abdullah b. Revâha, Rasulullah (s.a.s)e:
-Ya Rasulallah, Rabbin ve kendin için dilediğin şartı koş! demişti.
O zaman Rasulullah (s.a.s):
Rabbim için, sadece Ona kulluk etmeyi, Ona hiçbir şeyi ortak koşmamanızı şart koşuyorum. Kendim için ise, kendi canlarınızı ve mallarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızı şart koşuyorum. buyurdu.
Ensar:
- Peki, bütün bunları yaptığımız takdirde bize, karşılık olarak ne verilecek? diye sordu.
Rasulullah (s.a.s):
Cennet buyurdu.
O zaman Ensar:
- Bu kârlı bir alış-veriştir. O hâlde ne bozar, ne bozulmasını isteriz, diye sevinçle haykırdılar.
Bunun üzerine bu ayet-i kerime (Tevbe, 9/111) nâzil oldu.
Bu konuşmalar, Büyük Akabe Biatı denilen ikinci biat esnasında cereyan etmiştir. Bu, Ensardan, yetmişin üzerinde kimsenin katıldığı bir biattır.[505]
Yegâne Rabb ve ilâh olan Allah Teâlâ, ile canını ve malını Ona satan muvahhid mü'min kulu arasındaki alış-veriş, kulların arasındaki alış-verişe benzemez!..
İmam Kurtubî (rh.a.) beyanıyla:
İnsanların arasındaki alış-verişin esas şekli, kendi ellerinden çıkardıkları şeye karşılık, ya kendileri için daha faydalı olan şeyleri, yahud fayda itibariyle ellerinden çıkardıkları şeye denk olan şeyleri almaktır. Yüce Allah ise, kullarından canlarını ve mallarını, kendi itaati uğrunda fedâ etmelerini, rızası yolunda bunları tüketmelerini istemek ve karşılığında da bunu yerine getirdikleri takdirde onlara cenneti vermek suretiyle satın almıştır. Bu ise, kullar tarafından verilenlerle kıyas edilemeyecek, boy ölçüşemeyecek kadar büyük bir bedeldir.
Şanı yüce Allah bu buyruğu, onların alış-veriş işlemlerinde örflerinden bildikleri bir mecazî üslubla dile getirmektedir. Kula düşen, canını ve malını teslim etmektir. Buna karşılık Allah da onlara, mükafat verecek, nimetlere nâil kılacaktır. İşte yüce Allah buna, satın alma adını vermiştir.[505]
Muvahhid mü'minler, imanlarından vazgeçip canlarını ve mallarını zalim müstekbir tağutlarının ellerinden kurtarabilme yetkisine de sahib idiler Onlar, asla ve asla böyle bir tercihi yapmadılar İmanlarından, dinlerinden vazgeçmektense, canlarından ve mallarından vazgeçmeyi, zindanlarda çürümeyi, her türlü vahşî işkenceye tabi tutulmayı ve zalimlerin onları yakmak istediği ateşte yanmayı tercih etmişlerdi
Gerçek imanın tadını tadan ve kalbleri mutmain olan muvahhid mü'minlerin değişmez karakteri budur!..
Enes (r.a.)ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
Kimde üç şey bulunursa, imanın lezzetini tatmış olur:
Allah ve Rasulü, kendisine başkasından daha sevgili olan kimse,
Bir kulu seven, fakat yalnız Allah için seven kimse,
Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmayan kimse.[505]
Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allahın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun, kalbler yalnızca Allahın zikriyle mutmain olur. (Rad, 13/28)
Katıksız iman eden ve imanın gereği olan salih amelleri işleyerek imanını besleyip geliştirerek kâmilleştiren muvahhid mü'min kul, yegâne Rabbimiz, Rahman ve Rahim olan Allah Teâlâ'nın yakınlığıyla sevgisini kazanır...
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahmân (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem, 19/96)
Ebu Hureyre (r.a.)dan.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
Allah şöyle buyurdu:
Kulum Bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşmaz. Kulum Bana, nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet Ben, onu severim. Ben, kulumu sevince de, artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı (mesabesinde) olurum.[505]
Ebu Hureyre (r.a.)ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s):
Allah Tebâreke ve Teâlâ, bir kulu sevdiği zaman Cibrile:
- Allah, filan kulu sevmiştir, onu sen de sev! diye nidâ eder.
Cibril de, o kulu sever. Sonra Cibril, gök halkına:
- Allah, filan kulu sevmiştir, sizler de onu sevin! diye nidâ eder.
Gök ahalisi de, o kulu severler. Ve yer ahalisi arasında da o kimse için (gönüllerine) bir kabul konulur.[505]
Herim b. Hayan (rh.a.) şöyle der:
- Bir kimse, kalbiyle yüce Allaha yönelecek olursa, mutlaka yüce Allah da, iman ehlinin kalblerini ona yöneltir ve sonunda Allah, onlar tarafından sevilmeyi ve ona rahmet etmeyi, ona rızıklandırır.
Yüce Allah, kıyamet gününde mü'minlerin ve meleklerin kalblerinde onlar için bir sevgi var edecektir.[505]
Katıksız iman ettikten sonra imanları üzere ayak direyerek sabreden mü'min müslüman kullar, bilir ve inanırlar ki, mü'minlere imanlarından dolayı zulmeden ve işkence yapan müstekbir tağutlar asla cezasız bırakılmayacaklardır Yegâne Rabbimiz Allah, onlara biraz mühlet verir ve ansızın yakalar
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
İnkâr edenlerin, ülke ülke dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.
(Bu,) az bir yarar(lanma)dır. Sonra bunların barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o. (Âl-i İmrân, 3/196-197)
Allahı, sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma! Onları, yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.
Başlarını dikerek koşarlar. Gözleri, kendilerine dönüp çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim, 14/42-43)
Onlar, zulüm işlemektelerken, ülkeleri (veya nesilleri) yakaladığı zaman Rabbinin yakalaması, işte böyledir. Gerçekten Onun yakalaması, pek acı, pek şiddetlidir. (Hud, 11/102)[505]
İman eden erkekleri ve iman eden kadınları, hendeklerde yaktıkları ateşlere atan ve onlar yanarken haz duyarak seyreden, bundan dolayı mutlu olan Ashabul-Uhdud, Allah tarafından kahroldu gitti Onlar, muvahhid mü'minlerin sadece kanun koyucu olarak Allahı bilip iman etmelerinden dolayı kendilerine bu işkenceyi yapıyorlardı Bilmiyor ve idrak etmiyorlardı ki:
O (Allah) göklerin ve yerin mülkü Onundur. Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır. (Buruc, 85/9)
Rabbimiz Allah, yalnızca kendisine katıksız iman ve yalnızca kendisine ibadet ettiği için muvahhid kullarına zulüm ve işkence eden zalim ve vahşî tağutları, eğer pişman olup tevbe edecek olurlarsa kendilerini affedeceklerini beyan buyurur Onların tevbe etmeleri, şirkten, küfürden ve mü'min müslümanlara zulmetmekten vazgeçmeleri ile gerçekleşir Eğer tevbe etmezlerse onların cezası, cehenneme düşmek ve yakıcı azabı haketmek ile yerine gelmiş olur
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Gerçek şu ki, mü'min erkeklerle, mü'min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar sonra da tevbe etmeyenler (yok mu), işte onlar için cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlar içindir. (Buruc, 85/10)
İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) şöyle diyor:
- Şu lütuf ve kereme bakın ki, onlar, Allahın dostlarını öldürmüşler. Allah ise, onları tevbe ve bağışlanmaya çağırmaktadır.[505]
Rahmân, Rahîm olan Rabbimiz Allah, lâneti haketmiş, kötülük işleyip günahkâr olanların pişman olup tevbe etmeleriyle beraber kendilerini düzeltecek olurlarsa, onların tevbelerini kabul edip kendilerini bağışlayacağını beyan buyurur:
Gerçekten apaçık belgelerden indirdiğimizi ve insanlar için kitabda açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar, işte onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet ediciler lânet eder.
Ancak tevbe edenler,(kendilerini) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince), artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul ederim, esirgeyenim. (Bakara, 2/159-160)
Abdullah İbn Mesud (r.a.)dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Günahtan tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.[505]
Allah, iki kişiyi rızası ile karşılar. Bunlar, birbirini öldürüp cennete giren iki kimsedir. Şu (müslüman), Allah yolunda çarpışır. Şehid düşer (de cennete girer). Sonra Allah, onu öldürene hidayet eder ve sonunda o da şehid edilir.[505]
Ashabul-Uhdud olayı, bizlerden önce iman etmiş olan mü'min müslüman kardeşlerimizin başına gelen belâları ve ağır imtihanı anlatmaktadır Onlardan ders ve ibret alıp mücadele ve mücahede konusunda çok dirençli olmak gerekir
İman ve İslâm üzere sabredip sebat göstererek ve asla taviz vermeden emrolunduğu gibi yaşamak, her muvahhid mü'minin kulluk vazifesidir
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Şübhesiz iman edip de salih amellerde bulunanlara gelince, onlar için de, altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Buruc, 85/11) [505]
Burçları olan (burçların sahibi) göğe andolsun,
O vadedilen güne,
Şahid olana ve şahid olunana. (Buruc, 85/1-3)[505]
Âlemlerin yegâne Rabbi ve yaratanı Allah Teâlâ, burçlar sahibi göğe yemin ederek, insan kullarının dikkatini göğün yaratılışına çekmiştir... İnsanlar, göğün yaratılışına baksınlar, incelesinler ve derin derin düşünsünler de Rabbleri Allahın kudretini idrak etsinler!.. Onun, eşsizliğini ve mülkünün ortağı olmayışını iyice bilip kavransınlar... Böylece iman edip Rabbleri Allaha hiçbir ortak koşmasınlar... Şirkten ve küfürden tamamen arınıp Tevhide gelerek katıksız iman etsinler...
Ayette geçen Burçlardan maksad, Taberî (rh.a.)e göre, güneşin ve ayın menzilleri demektir. Zira burç kelimesinin sözlük anlamı, Kuledir. Gökte bu tür kuleler, ay ve güneşin menzilleri şeklinde anlaşılmaktadır[505]...
Rabbimiz Allah, kendisine yemin ettiği göğü nasıl yarattığını ve insan kullarının yaratılıştaki kudreti düşünüp, gerek dünya hayatındaki yaratılmalarını, gerekse ahirette yeniden diriltilmelerinde hiçbir şüpheye düşmeden iman etsinler...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Biz, göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişletici olanlarız. (Zariyat, 51/47)
Yaratma bakımından acaba sizce, yeniden sizi diriltmek mi daha güç, yoksa (uçsuz-bucaksız) gökyüzünü yaratmak mı? (Allah,) onu bina etmiştir.
Onun boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa çıkardı.
Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi.
Ondan da, suyunu ve otlağını çıkardı.
Dağlarını dikip-oturttu.
Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere. (Naziat, 79/27-33)
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da Arşa istiva eden Allahdır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnızca) Onundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (Araf, 7/54)
Göklerin ve yerin mülkü Allahındır. Allah her şeye güç yetirendir.
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahibleri için gerçekten ayetler vardır.
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allahı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)
Rabbimiz, Sen, bunu boşuna yaratmadın. Sen, pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Âl-i İmrân, 3/189-191)
Allah Teâlânın kendilerine verdiği akıl nimetini kullanabilen insanların Allahın varlığına, birliğine, eşi ve ortağının olmayışına, göğün ve yerin yaratılışı, gecenin gündüzün ardarda gelişi apaçık birer delildir... Bunları idrak eden insan, Rabbi Allahın kendisine gönderdiği Rasulüne, Rasule indirilen vahye katıksız iman eder... Ve hiçbir şüpheye düşmeden yakînen inanır ki, yaratmak da, emretmek de yalnızca Allaha aiddir... Çünkü âlemlerin yegâne sahibi Odur... Sahibi olduğu mülkünde, yaratma konusunda bir ortağı olmadığı gibi, onlara emretmede ve nehyetmede de hiçbir ortağı olamaz... O, insan kullarının yegâne Rabbi ve onların üzerinde hüküm sahibidir... Yalnız ve ancak O, onlar için helâl ve haram sınırını tayin eder... Yalnızca O, bir şeyin yapılmasını serbest bırakabilir veya yasaklayabilir... Helâl ve haram sınırlarını tayin etmede, yani insanlar için bir şeyin serbest edilmesi ve yasaklanması konusunda, Allah Teâlânın hükmüne aykırı olmak üzere egemenlerin hüküm koyup uygulatması, kendilerini Allah Teâlâya ortak etmeleri demektir... Dolayısıyla en büyük zulüm olan şirk ortaya çıkmış olur[505]...
Hevalarını ilâhlaştıranların, Allahın emir ve nehiylerinden başka, onların yerine kendileri emir ve nehiy koyup uygulatmalarına rıza göstererek onların arzularına tabi olup hayatlarını tanzim edenler, Allahdan başka Rabblere tabi olmuşlardır...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Kim Allahın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin ta kendisidir. (Mâide, 5/44)
Onlar, Allahı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabblar (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesihi de. Oysa onlar, tek olan bir ilâha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. Ondan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir. (Tevbe, 9/31)
Adiyy b. Hatim (r.a.) anlatıyor:
Boynumda altında bir haç olduğu hâlde Rasulullah (s.a.s.)a geldim.
Rasulullah:
Ya Adiyy, bu putu üstünden at! buyurdu.
Kendisinin Beraat (Tevbe) sûresinden:
Onlar, Allahı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rablar (ilâhlar) edindiler. (Tevbe,9/31) ayetini okuduğunu işittim.
Buyurdu ki:
Gerçi onlar, bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl kıldığı vakit onu helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram kıldıkları vakit onu haram kabul ediyorlardı.[505]
Rabi b. Enes diyor ki:
Ben, Ebu Aliyeden:
Yahudîler ve Hristiyanlar, hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler. ayetinin mânâsını sordum ve dedim ki:
- İsrailoğullarında bu rab edinme olayı nasıldı?
O dedi ki:
- Hahamlar, bize ne emrettiyse ona uyduk. Neyi de yasakladıysa, sözlerini dinledik. Halbuki bunların emrettikleri ve yasakladıkları şeyin hükmü, Allahın Kitabında mevcuddu.
İnsanlar, din adamlarının telkinlerini nasihat kabul edip aldılar ve Allahın Kitabını arkalarına attılar. Böylece Allahı bırakıp din adamlarını rabler edinmiş oldular.[505]
Ebu Aliyye (rh.a.)in apaçık izah ettiği gibi, kim olursa olsun ve hangi ülkede, hangi çağda bulunursa bulunsun her kim, Allahın kitabındaki hükümleri bir yana atan, kendi hevau hevesini ilâh edinerek hüküm koyanların hükümlerini kabul edip, gönül rızasıyla onunla amel ederse, bu hüküm koyucuları rablar edinmiş olur... Bu rab edinme, ya Allah ile beraber veya Allahı tamamen terk etmekle gerçekleşir... İşte apaçık küfür ve şirk budur!..
İnsanlık tarihi boyunca, katıksız iman eden ve imanlarının gereği gibi yaşamaya gayret içinde olan muvahhid mü'minler, bu apaçık küfür ve şirki reddetmişlerdir... Böylece kâfir ve müşrikleri terk etmiş, onların, Allaha şirk koştuklarından tamamen arınmışlardır...
Muvahhid mü'minler yegâne rabbleri Allahın, Rasulleri vasıtasıyla kendilerine göndermiş olduğu hükümleriyle amel ederken, şirk toplumun müşrik zalim egemen tağutları tarafından dışlanmış ve en vahşî zulümler yapılmıştır...
En korkunç işkencelere uğratılmış, zindanlara tıkanmış ve alevli ateşlere atılmışlardır... Şirk ve küfür cephesinin zulmü ve ihaneti, dün böyle olduğu gibi bugün de böyledir... Çünkü küfür tek millettir ve küfür cephesinde değişen bir şey yok!..
Âlemlerin yegâne Rabbi Allah Teâlâyı ya tamamen reddederek, ya da Onunla birlikte başka Rabblere ve ilâhlara inanan, böylece en büyük zulüm olan şirk suçunu işleyen müşrik egemenler, muvahhid müminleri, imandan, Tevhidden ve İslâmdan ayırmak, onları dinlerinden vazgeçirmek için kendilerine akla-hayale gelmeyecek işkenceler yapmışlardır... Bu işkenceler her an devam etmektedir...
Muvahhid müminleri, imandan ve İslâmdan vazgeçirmek, tekrar küfür ve şirke döndürmek için kendilerine, hendeklere de yaktıkları alevli ateşe atarak işkence eden şirk cephesinin bir kısmı, Ashab-ı Uhduddur!.. Rabbimiz Allah, şöyle beyan buyurur:
Onların, muvahhid müminlere yaptıkları zulüm ve işkencelerini:
Kahrolsun (canı çıksın/gebersin) Ashab-ı Uhdud(a lanet olsun/öldürüldü).
Tutuşturucu yakıt dolu o ateş,
Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.
Ve müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
Kendileri onlardan, yalnızca üstün ve güçlü olan, övülen Allaha iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı. (Buruc, 85/4-8)
İmam Fahruddin er-Râzî (r.a.), meşhur tefsirinde şunları beyan eder:
el-Uhdud: Yerde, uzunlamasına açılan yarıklar mânâsına gelip, çoğulu, "ehâdîd" olup mastarı ise, yarmak demek olan "hadd" kelimesidir.
Ashabul-Uhdud ifadesiyle, öldürenler kasdedildiği (gibi) öldürülenler de kasdedilmiş olabilir. Meşhur olan rivayete göre, öldürülenler mümin olan kimselerdir. Yine bu öldürülenlerin zorbalar, zalimler olduğu da rivayet edilmiştir. Çünkü bu zorba krallar, müminleri o ateşin içine atınca, o ateş, kâfirlerin üzerine dönmüş, onları yakmış, derken Allah Teâlâ müminleri, o ateşten sapasağlam kurtarmıştır.[505]
İmam İbn Kesir (r.a.) ise, tefsirinde konuyla ilgili şunları kaydeder :
Bu, kâfirlerden bir topluluğun haberidir. Onlar, yanlarında bulunan müminlere yönelerek, onları ezmek istemiş ve dinlerinden vazgeçip kendilerinin tarafına gelmeye zorlamışlardır. Bu sebeble toprağa bir çukur kazıp ateşi alevlemişler ve onu yakmak üzere yakıtlar hazırlamışlardı. Sonra müminlere yönelip kendi dinlerine dönmelerini istemişler, kabul etmeyince de onları ateşe fırlatmışlardı.[505]
Ashabul-Uhdud kıssası ile ilgili, yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)den şu hadis-i şerif nakledilir...
Suhayb er-Rumî, (r.a.)dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Sizden öncekiler arasında bir hükümdar vardı. Bu hükümdarın bir sihirbazı vardı. Sihirbaz, ihtiyarlayınca hükümdara.
- Ben, ihtiyarladım. Bundan dolayı bana bir çocuk gönder de sihri ona öğreteyim, dedi.
O da, ona sihri öğretmek için kendisine bir çocuk gönderdi. Çocuk, yola koyulduğu vakit bir rahibe rast geldi. Hemen yanına oturarak, konuşmasını dinledi ve beğendi.
Artık sihirbazın yanına giderken rahibe uğrar, yanında otururdu. Sihirbaza geldiğinde ise, sihirbaz kendisini döverdi. Çocuk bunu, rahibe şikayet ederdi.
Rahib, şunu söyledi:
- Sihirbazdan korktuğun vakit beni, ailem salmadı. de! Ailenden korktugun vakit, "beni, sihirbaz salmadı" deyi ver!
Çocuk, bu minval üzere devam ederken, büyük bir hayvanın üzerine geldi. Bu canavar, insanları hapsetmişti.
(Çocuk, kendi kendine:)
- Sihirbaz mı efdal, yoksa rahib mi bugün anlayacağım, dedi.
Ve bir taş alarak:
- Allahım, eğer rahibin işi, senin indinde sihirbazın işinden daha makbul ise, bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsinler, dedi.
Ve taşı attı, hayvanı öldürdü. Insanlar işlerine gittiler. Bu olaydan hemen sonra rahibe gelerek (olayı) ona haber verdi.
Rahib, ona.
- Ey oğulcuğum, bugün sen, benden daha faziletlisin! Senin hâlin, gördüğüm raddeye ulaşmış. Sen, muhakkak imtihan olunacaksın. Şayet imtihan olunursan, benim nerede olduğumu söyleme, dedi.
Çocuk, körlerle, abraşları düzeltiyor, sair ilaçlardan insanları tedavi ediyordu. Derken hükümdarın maiyyetinde bulunanlardan kör olmuş birisi, bunu işitti. Ve kendisine birçok hediyeler getirerek:
- Eğer beni düzeltebilirsen, şuradaki şeylerin hepsi senin olsun! dedi.
Çocuk:
- Ben, hiçbir kimseyi düzeltemem. Şifayı ancak Allah verir! Eğer sen, Allaha iman ediyorsan, ben Allaha dua ederim. O da, şifa verir, dedi.
Adam Allaha iman etti. Allah da, şifasını verdi. Daha sonra hükümdarın yanına gelerek, eskiden oturduğu gibi oturdu.
Hükümdar, ona:
- Senin gözünü kim iade etti? diye sordu.
Adam:
- Rabbim! cevabını verdi.
(Hükümdar:)
- Senin, benden başka Rabbin var mı? dedi.
(Adam:)
- Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allahdır, cevabını verdi.
Bunun üzerine hükümdar, onu tevfik etti. Kendisine işkence yapmaya başladı. Nihayet o adam, çocuğun yerini söyledi. Çocuğu da getirdiler.
Hükümdar, ona:
- Ey oğlum, sihrin, körleri ve abraşları düzeltecek ve şöyle şöyle yapacağın dereceyi bulmuş, dedi.
Çocuk:
- Ben, hiç kimseyi düzeltemem. Şifayı veren ancak Allahdır! dedi.
Bunun üzerine hükümdar, onu da tevkif etti. Ona, işkence yapmaya başladı. Nihayet çocuk, rahibin yerini söyledi. Rahibi de getirdiler.
Kendisine:
- Dininden dön! denildi.
O, razı olmadı. Derken hükümdar, bir testere istedi ve onu, başının ortasına koyarak yardı. Hatta iki parçası yere düştü.
Sonra çocuk getirildi.
Ona da:
- Dininden dön! denildi.
- Fakat o da, kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu, maiyyetinden bazı kimselere vererek:
- Bunu, falan dağa götürün. Dağın üzerine çıkarın. Zirvesine ulaştığınızda, dininden dönerse ne ala! Dönmezse, aşağıya atın, dedi.
Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar.
Çocuk:
- Allahım, bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifâyet et! dedi.
Bunun üzerine dağ, onları salladı ve (aşağıya) düştüler. Derken (çocuk,) yürüyerek hükümdara geldi.
Hükümdar, ona:
- Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu.
Çocuk:
- Onlar hakkında Allah, bana kâfi geldi, dedi.
Hükümdar onu, yine mahiyetinde birkaç kişiye vererek:
- Bunu, götürün! Bir gemiye yükleyerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse ne âlâ! Aksi takdirde denize atın! dedi.
Çocuğu, (emrolundukları gibi) götürdüler.
(O, yine:)
- Allahım, bunlar hakkında bana, dilediğin şeyle kifâyet et! diye dua etti.
Hemen gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk, yine yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar, ona:
- Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu.
Çocuk:
- Onlar hakkında Allah, bana kâfi geldi, dedi.
Ve hükümdara şunu söyledi:
- Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin!
Hükümdar:
- Nedir o? diye sordu.
(Çocuk:)
Halkı bir yere topla ve beni bir ağaca as. Sonra torbamdan bir ok al! Bu oku, yayın ortasına koy! Sonra: Bu çocuğun Rabbi olan Allahın ismiyle diyerek bana at! Bunu yaparsan, beni öldürürsün, dedi.
Hükümdar, hemen halkı bir yere topladı ve onu, bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve oku, yayın ortasına koydu. Sonra:
- Bu çocuğun Rabbi olan Allahın ismiyle, diyerek çocuğa attı.
Ok, çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk, elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü.
Bunun üzerine halk:
- Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! dediler.
Hemen hükümdara gidilerek:
- Ne buyurursun?! Vallahi, korktuğun başına geldi. Halk iman etti, denildi.
Bunun üzerine hükümdar, yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Hendekler kazıldı ve içlerinde ateşler de yakıldı.
- Kim dininden dönmezse, onu buraya atın! dedi.
Yahud hükümdara:
- Sen at! denildi.
Bunu da, yaptılar. Nihayet beraberinde çocuğu olan bir kadın geldi. Kadın, oraya düşmekten çekindi.
Bunun üzerine çocuğu, ona:
- Ey anneciğim, sabret! Çünkü sen, hak üzeresin! Dedi.[505]
İmam Tirmizî (rh.a.)in rivayetinde şu ziyade yer almaktadır:
Delikanlıya gelince o, toprağa gömülmüştü. Ömer b. el-Hattabın zamanında bu delikanlının, öldürüldüğü zaman koyduğu gibi parmağı şakağında olarak çıkarıldığı söylenmiştir.[505]
İbn İshak (rh.a.) dedi ki:
Bana, Abdullah b. Ebibekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm haber verdi ki:
Ona, şu haber verilmiştir:
Necran halkından bir adam, Ömer b. el-Hattab (r.a.)ın zamanında bir hacetinden dolayı Necranın harabelerinden bir harebeyi kazdıydı.
Bunun üzerine (hükümdarın öldürdüğü çocuk) Abdullah b. Samiri, örtülü bir çukurda oturup elini, başındaki bir darbe üzerine koymuş ve eliyle yarayı tutar olduğu halde buldular. Eli, başından geri çekildiği zaman kan aktı. Serbest bırakıldığında o darbenin üzerine geri çevrildi ve kanın, durdurdu. Onun elinde ise, içinde:
Rabbim Allahdır. yazılı bir yüzük vardı.
Bunun üzerine onun hakkında, Ömer b. el-Hattaba mektub yazıldı ki, onun durumundan haber alınsın.
Ömer (r.a.) da, onlara şöyle yazdı:
- Onu, hâli üzere bıraksınlar ve onun üzerine defn olunduğu şeyi geri koysunlar.
Onlar da, aynen öyle yaptılar.[505]
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s)in beyan buyurduğu bu olayda, küfür cephesinin tarih boyu değişmeyen cahilî karakteri net olarak görülmekdedir Muvahhid mü'minler, şirki, küfrü, tağutu yani insanın insana egemen olmasını, insanların birbirini kul veya Rab edinmelerini reddettikleri ve katıksız olarak Allaha iman ettikleri için, egemen müşrikler tarafından işkence edilip, şehid edilerek öldürülmüşlerdir
Ashabul-Uhdud, muvahhid mü'minlere iman etmelerinden dolayı düşman kesilmiş ve onları kazdıkları hendeklerde yaktıkları alevli ateşlerin içine atarak, onlardan intikam alıyorlardı O zalim kâfirlerin, o müstekbir müşriklerin ve o egemen tağutların kini, düşmanlığı, muvahhid mü'minlerin imanına, dinine, yani Tevhid akîdesine idi!..
Bundan dolayı Rabbimiz Allah şöyle buyurmuştu:
Kendileri onlardan, yalnızca üstün ve güçlü olan, övülen Allaha iman ettiklerinden dolayı intikâm alıyorlardı.
Müşrik kâfirlerin, mümin müslümanlardan hoşlanmayıp düşman oldukları tek sebeb, onların şirk ve küfrü terk ederek iman edip İslâm olmalarıdır
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
De ki: Ey Kitab Ehli, yalnızca Allaha, bize indirilene ve önceden indirilene inanmamız ve sizin çoğunuzun fasıklar olmanız nedeniyle mi bizden hoşlanmıyorsunuz? (Mâide, 5/59)
Evet, müşrik kâfirler, mümin müslümanlardan onların imanlarından ve yalnızca Allaha ibadet etmelerinden dolayı hoşlanmıyorlardı!..
Bu Allah düşmanları, yalnızca Allah'a kul olmak istediklerinden dolayı muvahhid mü'minleri, egemen oldukları bölgelerde yok etmek istiyorlardı Ya öldürerek veya zindanlarda çürümeye terk ederek ya da ezici baskılarla sindirip seslerini kesmek ile yok olmalarına çalışıyorlardı
Bu idraksizlerin, katıksız iman ederek kendilerini kurtarmış ve onların da iman ederek hidayet bulup kurtulmalarını isteyen muvahhid mü'minlere işkence etmeleri, şirk koşarak hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşmelerinden kaynaklanmaktadır Onların bu vahşi hâlleri, imansızlıklarından dolayı ortaya çıkmıştır
Vahşi müşriklerin bu değişmez karakterlerini şöyle beyan buyurur Rabbimiz Allah:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır, bununla kavrayıp anlayamazlar. Gözleri vardır, bununla göremezler. Kulakları vardır, bununla işitemezler. Bunlar, hayvan gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar, gafil olanlardır. (Araf, 7/179)
Allah katında canlıların en kötüsü, şüphesiz küfre sapmış olanlardır. Onlar, artık inanmazlar. (Enfal, 8/55)
Küfre sapanların örneği, çağırma ve bağırmadan başka bir şeyi duymadan (duyduğu şeyin anlamını bilmeyen hayvana haykıranın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizlerdir, kördürler. Bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara, 2/171)
Ashabul-Uhdud kıssası, her çağda ve her yerde Allaha davet eden muvahhid mü'minlerin, iyice okuyup, anlayıp ve üzerinde derin derin düşünmeleri gerekli olan çok ibretli bir kıssadır Bu gerçek kıssa, iman etmiş, bundan dolayı İslâm düşmanlarınca birçok işkenceye uğratılmış olan mustazaf mümin müslümanların teselli kaynaklarından biridir Bu kıssada, Allaha davetin niteliği ve bu davette muvahhid mü'minlerin rolü, Allaha davet eden ihya erlerinin durumu ve onların başına gelebilme ihtimali olan belânın örneği dile gelmiştir
Yegâne Rabbleri Allaha iman etmiş ve yegâne kurtuluş yolunun bu iman olduğu hakikatini haykıran, bundan dolayı şirk koşmadan Allaha iman etme özgürlükleri, müstekbir tağutlar tarafından ellerinden alınmaya çalışılanların bu kıssası, kıyamete kadar gelecek olan Tevhid nesline en güzel bir örnektir İnandıkları gibi yaşamaya gayret eden ve zalim zorbaların zulmüne maruz kalmış bu iman cemaatı, büyük bir sabır örneği olmuştur
Zalim egemen tağutlar, Allah katında en kıymetli varlık olan mü'min kullara,[505] en vahşî işkenceler yapmış, onların çektikleri acıları, kendileri için bir oyun ve eğlence aracı kılmışlardı
Sinelerdeki kalbleri ihata eden katıksız ve kâmil iman, bütün bu işkencelere dayanmış ve onlardan üstün gelmiştir Her zaman olduğu gibi Tevhid, şirki yenmiş ve iman, küfre karşı zafer kazanmıştır Muvahhid mü'minler, imanlarından ve dinlerinden vazgeçmemiş, ateşe atılmalarına rağmen hiçbir taviz vermemişlerdir
Şöyle buyuruyor Allah Teâlâ:
Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizleriniz. (Âl-i İmrân, 3/139)
Ebud-Derda (r.a.)ın rivayetleriyle şöyle buyurdu Rasulullah (s.a.s):
Paramparça edilsen ve (ateşte) yakılsan bile Allaha hiçbir şeyi ortak etme![505]
Ashabul-Uhdud olayındaki muvahhid mü'minler, öyle kalblere sahiblerdi ki, asla dünyaya meyletmemiş, ahiret hayatını, zillet içinde geçecek dünya hayatına tercih edip izzeti seçmişlerdi Dünyanın bütün zevk ve sefası kayıtlarından kurtulmuş, Allahın rızasını tercih ederek gerçek kurtuluşa ermişlerdi
Muvahhid mü'minlerin bu izzetli tercihleri, çağın egemen vahşî müstekbir tağutlarını çıldırtmıştı Allah düşmanları, dolayısıyla mü'min müslümanların düşmanları olan tağutîler, hendeklerde yaktıkları alevli ateşlerin içine attıkları muvahhid mü'minlerin çektikleri acıları zevkle seyrediyorlardı Bu kâfir, kötü, günahkâr, alçak ve vahşî varlıklar, bu hâlleriyle en vahşî hayvanlardan daha vahşî olduklarını ortaya koyuyorlardı Çünkü bunların yaptığı vahşeti, vahşî hayvanlar yapmaz Vahşî hayvanlar, ihtiyaç duydukları zaman avına saldırıp parçalar, karnını doyurduğunda bir yana çekilir O, karnı acıktığı zaman avına saldırır, yoksa avının çektiği acılardan zevk almak için saldırmaz
Genç olsun, ihtiyar olsun, kadın, erkek ve çocuk olsun, ateşin içine attıkları her mü'min müslümanın çığlığıyla alay ediyor, onların ateş tarafından yakılıp küle dönmeleri, kendileri için zevkli bir manzaraya dönüşüyordu Bu korkunç manzarayı seyretmekle mutlu oluyorlardı Bu alçaklık, hiçbir vahşî hayvan tarafından gerçekleştirilemez Zaten müşrik kâfirlerin Onlar, hayvanlardan aşağılıktırlar. diye beyan olunması, onların bu adî karakterini apaçık anlatıyordu
Onların, bu aşağılık ve vahşi tavırlarının karşısında sabreden ve akîdelerinden hiçbir taviz vermeyen muvahhid mü'minlerin bedenleri ateş tarafından yenildikçe, ruhları yüceliyor, Rabbleri Allah indinde ölümsüzlüğe, yani ebedî diriliğe kavuşuyorlardı
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
Sakın, Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz, bunun şuurunda değilsiniz. (Bakara, 2/154)
Allah indinde diri olan bu yüce şahsiyetler, kendilerinden sonra bütün nesillere örnek olmuş, bütün çağlara rehberlik etmişlerdir Beşerî hesaplara göre tağutlar, zalim müstekbirler, muvahhid mü'minlere ve mazlumlara galip gelmiş gibi görünseler de, asıl zafere ulaşan mazlum mü'minlerdir Çünkü mü'min müslümanlar, şehid edilmelerinden dolayı yüce mertebelere ulaşmış ve insanlık âlemi içinde hayırla anılan örnek şahsiyetler olmuşlardır
Âlemlerin Rabbi Allahın en çok değer verdiği nesne Tevhid akîdesi, yani katıksız imandır Bu imanı elde eden muvahhid mü'min şahsiyet, yeryüzünün en güçlüsü olarak görülen bütün tağutlara karşı meydan okur!.. Onun bu sarsılmaz akîdesi ve yenilmez direnci sayesinde Allahın izni ve yardımıyla acıya, işkenceye ve maddî güce karşı zafere ulaşır Böylece ruh, maddeye ve iman, işkencelerin her türlüsüne galip gelir, muzaffer olur
Bu zafer, bütün zamana ve bütün mekâna şamil olan bir zaferdir Bunun elde edilişi, gerçek hürriyete ulaşmanın tek yolu: Katıksız iman ve salih ameldir Bu yolun ihlâslı yolcuları, önlerine çıkarılan her engelleri aşar, her tuzağı bozar ve her türlü zorluğu yenerler Bu akîdenin sahibi olan mü'min müslümanlar, dinlerinden asla taviz vermedikleri için dünya hayatlarına son verilmiş olur, amma ebedî ahiret hayatında en güzel mükafat olan cenneti kazanırlar Ayrıca Allah yolunda Allahın rızasını kazanmak için nasıl can ve malın fedâ edileceğinin en güzel örneğini gözler önüne sererler Mallarını ve canlarını cennet karşılığı Rabbleri Allaha satmışlardır muvahhid mü'minler Yegâne Rabbleri Allah onlardan, cenneti vererek mallarını ve canlarını satın almıştır
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu,) Tevratta, İncilde ve Kuranda Onun üzerine gerçek olan bir vaddır. Allahdan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe, 9/111)
Bu, kendisinden başka eşi olmayan bir ticarettir Âlemlerin Rabbi Allah, kullarına vermiş olduğu helâl malı, ondan çok, hem de pek çok, hiç kıyaslanamaz değerde olan cenneti vererek satın alıyor Katıksız iman ile arındırıp yücelttikleri ruhlarını, çok aşağı bir seviye olan dünya hayatından, çok yüce olan cennete davet ediyor ve icabet edenlerin canlarını, cennet karşılığında satın alıyor
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi?
Allaha ve Onun Rasulüne iman ederseniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.
O da, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş budur.
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allahdan yardım ve zafer (nusret) ve yakın bir fetih, mü'minleri müjdele. (Saff, 61/10-13)
Cennet, muvahhid mü'minlerin canlarını ve mallarını verip Rabbleri Allahdan satın aldıkları en büyük ve ebedî kazanç!..
Muhammed b. Kab el-Kurâzî (rh.a.) anlatıyor:
Abdullah b. Revâha, Rasulullah (s.a.s)e:
-Ya Rasulallah, Rabbin ve kendin için dilediğin şartı koş! demişti.
O zaman Rasulullah (s.a.s):
Rabbim için, sadece Ona kulluk etmeyi, Ona hiçbir şeyi ortak koşmamanızı şart koşuyorum. Kendim için ise, kendi canlarınızı ve mallarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızı şart koşuyorum. buyurdu.
Ensar:
- Peki, bütün bunları yaptığımız takdirde bize, karşılık olarak ne verilecek? diye sordu.
Rasulullah (s.a.s):
Cennet buyurdu.
O zaman Ensar:
- Bu kârlı bir alış-veriştir. O hâlde ne bozar, ne bozulmasını isteriz, diye sevinçle haykırdılar.
Bunun üzerine bu ayet-i kerime (Tevbe, 9/111) nâzil oldu.
Bu konuşmalar, Büyük Akabe Biatı denilen ikinci biat esnasında cereyan etmiştir. Bu, Ensardan, yetmişin üzerinde kimsenin katıldığı bir biattır.[505]
Yegâne Rabb ve ilâh olan Allah Teâlâ, ile canını ve malını Ona satan muvahhid mü'min kulu arasındaki alış-veriş, kulların arasındaki alış-verişe benzemez!..
İmam Kurtubî (rh.a.) beyanıyla:
İnsanların arasındaki alış-verişin esas şekli, kendi ellerinden çıkardıkları şeye karşılık, ya kendileri için daha faydalı olan şeyleri, yahud fayda itibariyle ellerinden çıkardıkları şeye denk olan şeyleri almaktır. Yüce Allah ise, kullarından canlarını ve mallarını, kendi itaati uğrunda fedâ etmelerini, rızası yolunda bunları tüketmelerini istemek ve karşılığında da bunu yerine getirdikleri takdirde onlara cenneti vermek suretiyle satın almıştır. Bu ise, kullar tarafından verilenlerle kıyas edilemeyecek, boy ölçüşemeyecek kadar büyük bir bedeldir.
Şanı yüce Allah bu buyruğu, onların alış-veriş işlemlerinde örflerinden bildikleri bir mecazî üslubla dile getirmektedir. Kula düşen, canını ve malını teslim etmektir. Buna karşılık Allah da onlara, mükafat verecek, nimetlere nâil kılacaktır. İşte yüce Allah buna, satın alma adını vermiştir.[505]
Muvahhid mü'minler, imanlarından vazgeçip canlarını ve mallarını zalim müstekbir tağutlarının ellerinden kurtarabilme yetkisine de sahib idiler Onlar, asla ve asla böyle bir tercihi yapmadılar İmanlarından, dinlerinden vazgeçmektense, canlarından ve mallarından vazgeçmeyi, zindanlarda çürümeyi, her türlü vahşî işkenceye tabi tutulmayı ve zalimlerin onları yakmak istediği ateşte yanmayı tercih etmişlerdi
Gerçek imanın tadını tadan ve kalbleri mutmain olan muvahhid mü'minlerin değişmez karakteri budur!..
Enes (r.a.)ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
Kimde üç şey bulunursa, imanın lezzetini tatmış olur:
Allah ve Rasulü, kendisine başkasından daha sevgili olan kimse,
Bir kulu seven, fakat yalnız Allah için seven kimse,
Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmayan kimse.[505]
Bunlar, iman edenler ve kalbleri Allahın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun, kalbler yalnızca Allahın zikriyle mutmain olur. (Rad, 13/28)
Katıksız iman eden ve imanın gereği olan salih amelleri işleyerek imanını besleyip geliştirerek kâmilleştiren muvahhid mü'min kul, yegâne Rabbimiz, Rahman ve Rahim olan Allah Teâlâ'nın yakınlığıyla sevgisini kazanır...
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahmân (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem, 19/96)
Ebu Hureyre (r.a.)dan.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
Allah şöyle buyurdu:
Kulum Bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşmaz. Kulum Bana, nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet Ben, onu severim. Ben, kulumu sevince de, artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı (mesabesinde) olurum.[505]
Ebu Hureyre (r.a.)ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s):
Allah Tebâreke ve Teâlâ, bir kulu sevdiği zaman Cibrile:
- Allah, filan kulu sevmiştir, onu sen de sev! diye nidâ eder.
Cibril de, o kulu sever. Sonra Cibril, gök halkına:
- Allah, filan kulu sevmiştir, sizler de onu sevin! diye nidâ eder.
Gök ahalisi de, o kulu severler. Ve yer ahalisi arasında da o kimse için (gönüllerine) bir kabul konulur.[505]
Herim b. Hayan (rh.a.) şöyle der:
- Bir kimse, kalbiyle yüce Allaha yönelecek olursa, mutlaka yüce Allah da, iman ehlinin kalblerini ona yöneltir ve sonunda Allah, onlar tarafından sevilmeyi ve ona rahmet etmeyi, ona rızıklandırır.
Yüce Allah, kıyamet gününde mü'minlerin ve meleklerin kalblerinde onlar için bir sevgi var edecektir.[505]
Katıksız iman ettikten sonra imanları üzere ayak direyerek sabreden mü'min müslüman kullar, bilir ve inanırlar ki, mü'minlere imanlarından dolayı zulmeden ve işkence yapan müstekbir tağutlar asla cezasız bırakılmayacaklardır Yegâne Rabbimiz Allah, onlara biraz mühlet verir ve ansızın yakalar
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
İnkâr edenlerin, ülke ülke dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.
(Bu,) az bir yarar(lanma)dır. Sonra bunların barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o. (Âl-i İmrân, 3/196-197)
Allahı, sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma! Onları, yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.
Başlarını dikerek koşarlar. Gözleri, kendilerine dönüp çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim, 14/42-43)
Onlar, zulüm işlemektelerken, ülkeleri (veya nesilleri) yakaladığı zaman Rabbinin yakalaması, işte böyledir. Gerçekten Onun yakalaması, pek acı, pek şiddetlidir. (Hud, 11/102)[505]
İman eden erkekleri ve iman eden kadınları, hendeklerde yaktıkları ateşlere atan ve onlar yanarken haz duyarak seyreden, bundan dolayı mutlu olan Ashabul-Uhdud, Allah tarafından kahroldu gitti Onlar, muvahhid mü'minlerin sadece kanun koyucu olarak Allahı bilip iman etmelerinden dolayı kendilerine bu işkenceyi yapıyorlardı Bilmiyor ve idrak etmiyorlardı ki:
O (Allah) göklerin ve yerin mülkü Onundur. Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır. (Buruc, 85/9)
Rabbimiz Allah, yalnızca kendisine katıksız iman ve yalnızca kendisine ibadet ettiği için muvahhid kullarına zulüm ve işkence eden zalim ve vahşî tağutları, eğer pişman olup tevbe edecek olurlarsa kendilerini affedeceklerini beyan buyurur Onların tevbe etmeleri, şirkten, küfürden ve mü'min müslümanlara zulmetmekten vazgeçmeleri ile gerçekleşir Eğer tevbe etmezlerse onların cezası, cehenneme düşmek ve yakıcı azabı haketmek ile yerine gelmiş olur
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Gerçek şu ki, mü'min erkeklerle, mü'min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar sonra da tevbe etmeyenler (yok mu), işte onlar için cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlar içindir. (Buruc, 85/10)
İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) şöyle diyor:
- Şu lütuf ve kereme bakın ki, onlar, Allahın dostlarını öldürmüşler. Allah ise, onları tevbe ve bağışlanmaya çağırmaktadır.[505]
Rahmân, Rahîm olan Rabbimiz Allah, lâneti haketmiş, kötülük işleyip günahkâr olanların pişman olup tevbe etmeleriyle beraber kendilerini düzeltecek olurlarsa, onların tevbelerini kabul edip kendilerini bağışlayacağını beyan buyurur:
Gerçekten apaçık belgelerden indirdiğimizi ve insanlar için kitabda açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar, işte onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet ediciler lânet eder.
Ancak tevbe edenler,(kendilerini) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince), artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul ederim, esirgeyenim. (Bakara, 2/159-160)
Abdullah İbn Mesud (r.a.)dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Günahtan tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.[505]
Allah, iki kişiyi rızası ile karşılar. Bunlar, birbirini öldürüp cennete giren iki kimsedir. Şu (müslüman), Allah yolunda çarpışır. Şehid düşer (de cennete girer). Sonra Allah, onu öldürene hidayet eder ve sonunda o da şehid edilir.[505]
Ashabul-Uhdud olayı, bizlerden önce iman etmiş olan mü'min müslüman kardeşlerimizin başına gelen belâları ve ağır imtihanı anlatmaktadır Onlardan ders ve ibret alıp mücadele ve mücahede konusunda çok dirençli olmak gerekir
İman ve İslâm üzere sabredip sebat göstererek ve asla taviz vermeden emrolunduğu gibi yaşamak, her muvahhid mü'minin kulluk vazifesidir
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Şübhesiz iman edip de salih amellerde bulunanlara gelince, onlar için de, altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Buruc, 85/11) [505]
İŞKENCE
- ONLAR GİBİ
- Öncekilerin Başına Gelenler
- Ashabu'l-Uhdud
- Ashabu'l-Karye
- Hep Aynı Zulüm
- Rasulullah (s.a.s.)'ın Kanını Döken Bir Kavim
- En Hayırlı Neslin Çilesi
- Sünnete Sarılmak, Hidayettir
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı:
- İCTİHAD
- Terim Olarak İctihad:
- İctihad
- İctihad
- İctihad
- İÇ EZAN
- İDDİHÂR
- İDEOLOJİ
- İDRAR
- İFFET
- İFK OLAYI
- İFLÂS
- İFTAR
- İFTİRA
- İ
- İftira
- İFTİTAH TEKBİRİ
- İĞVÂ
- İHANET
- İHDÂD
- İHLÂL
- İHLÂS
- İHLÂS SÛRESİ
- İHRAM
- İhrama Giren Kimsenin Dikkat Edeceği Hususlar:
- Mikatlar (İhrama Girme Yerleri):
- İHRAZ
- İHSAN
- İHTİLÂFÜ'D DÂR
- İHTİLÂM
- İHTİLÂT
- İHTİYARLIK
- İHTİYAT
- İHVANU'S-SAFÂ
- İHYÂ
- İNSANI İHYA
- Ve'l-Asr
- İDDET
- İHSÂR
- İHTİDÂ
- İHTİKÂR
- İKÂB
- İKÂLE
- İKİNDİ NAMAZI
- İKRAR
- Hastanın İkrarı:
- İKTA'
- İkta'nın Kısımları:
- 1- Temlik Suretiyle İkta':
- 2- İstiğlâlen ikta':
- İKTİDÂ
- İKTİDAR
- İKTİDARSIZLIK
- İKTİSAD
- İLÂ'
- İlâ'nın Şartları:
- İLÂHİ KANUN
- İLAHİ KİTAPLAR
- İLÂH
- İ'LÂY-I KELİMETULLAH
- İLHAM
- İLLET
- İLLİYYÛN
- İLME'L-YAKÎN
- İLTİMAS
- İLTİZAM
- İLYAS (a.s.)
- İMA
- İMALE
- İREM
- İMÂMEYN
- İMANIN ŞUBELERİ:
- Birinci Kısım: Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
- İkinci Kısım: Dille Alakalı Ameller
- Üçüncü Kısım: Bedenî Ameller
- 1. Çeşit: Muayyen Şeylere Ait Olanlar
- 2. Çeşit: Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
- 3. Çeşit: Âmmeye Müteallik Şeyler
- İMARET
- İMSAK
- İMTİYAZ HAKKI
- İNCİL
- İncil Çeşitleri:
- 1) Matta İncili:
- 2) Markos İncili:
- 3) Luka İncili:
- 4) Yuhanna İncili:
- İNFÂK
- İ
- İnfak
- İnfak
- İnfak; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnfak
- Hadislerde İnfak
- Allah'ın Verdiği Her Nimetin İnfakı Vardır
- Malla Yapılan İnfak
- İlimden Yapılan İnfak
- Mutluluktan Yapılan İnfak
- Sağlıktan yapılan İnfak
- Gençlikten Yapılan İnfak
- Güzel Sözle Yapılan İnfak
- Güler Yüzle Yapılan İnfak
- İnfakın Fayda ve Hikmetleri
- İNFİTÂR SÛRESİ
- İNKÂR
- İNNİN VE BAŞKALARI
- İNSAN
- Yaratılış Gayesi:
- Sosyal Açıdan İnsan:
- Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
- İnsanın İki Yönü
- İnsanın Bazı Temel Özellikleri
- Kur'an-ı Kerim'de İnsan
- a) İnsanın Olumlu Özellikleri
- b) İnsanın Olumsuz Özellikleri
- İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
- 1) Zekâ:
- 2) Anlatma (İfade) Yeteneği:
- 3) Ellerinin Yapısı Ve Vücudunun Dik Durması:
- 4) Öğrenme Ve Yeni Denemelerde Bulunma Yeteneği:
- İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
- Kur'an'da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
- İnsanın Yaratılışı
- Ne Zamandan Beri Müslümanım? (Dünyaya Ne Olarak Geldim?)
- Kaalu Bela Ne Demektir?
- İnsanın Yaratılış Gayesi
- İnsanın Konumu ve Görevi
- İnsan Ölünce Ne Olacak?
- Akîde Yönünden İnsanlar
- İnsanın Değer ve Üstünlüğü
- İnsanın Değeri:
- Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
- İNSAN SÛRESİ
- İNŞA
- İNŞALLAH
- İNŞİKÂK SÛRESİ
- İNŞİRAH SÛRESİ
- İNTİHAR
- İNZAL
- İNZÂR
- İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnzâr Kavramı
- Mü'minlerin Uyarılması
- Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
- Çağdaş Davetçi/
- Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
- Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
- Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
- İNZİVA
- İPEKLİ GİYİNMEK
- İPOTEK
- 1. Ortak Malların Rehnedilmesi:
- 2. Başka Bir Şeye Bitişik Ve Onunla Meşgul Bulunan Malın Rehnedilmesi:
- İRHASAT
- İRŞÂD
- İ
- İrşad
- İRTİDÂD
- İrtidâd; Anlam ve Mâhiyeti
- Geniş Anlamda İrtidâd ya da Riddet Nedir
- İrtidâd, Neden Küfrün
- Kur'ân-ı Kerim Mürtedler
- İrtidâd, Aynı Zamanda Bir İslam Hukuku Konusudur.
- Mürtedin Kişiliği:
- Mürted
- İrtidat Sebepleri:
- Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
- Mürtedin Öldürülmesinin Hikmeti:
- İrtidatın Başlaması:
- 1) Dinden Tamamen Dönenler:
- 2) Namazla Zekâtı Birbirinden Ayıranlar:
- Ridde Savaşları
- Halid bin Velid'in Tuleyha Meselesini Çözümlemesi:
- Benû Âmir, Havâzin ve Suleymlilerin İrtidâdı:
- Kur'ân-ı Kerim'de İrtidâd Kavramı
- Bir Tefsirden İktibas
- Hadis-i Şeriflerde İrtidât Kavramı
- Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
- İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri
- Gizli İrtidâd
- Şirkin Çağdaş Yansımaları; Özendirilen ve Dayatılan Mürtedlik
- Güncel Câhilî Eğitimde Şirk:
- İttibâ Şirki:
- Mürtedliğe Giden Yollar
- Mürtedliğe Yol Açan Sebepler:
- Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar:
- Elfâz-ı Küfür:
- Çevrede Çokça Duyulan Elfâz-ı Küfürden Bazıları (Söyleyeni Şirke Düşürmesinden Korkulan, Müslümanları Mürted Yapmasından Endişe Edilen Çirkin Sözler)
- 1) Allah'la İlgili:
- 2) Dinle İlgili:
- 3) Cennet, Melek ve Kaderle İlgili:
- Ef'âl-i Küfür:
- 1) Puta Tapmak:
- 2) Mushafı Pisliğe Atmak Gibi Saygısızca Davranmak:
- 3) Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek:
- 4) İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek:
- 5) Ölülerden Duâ Ederek Bir Şey İstemek, Kabirleri Tapınak Yapmak:
- 6) Haç Takınmak:
- 7) Ğıyar ve Zünnâr:
- 8) Mecûsî ve Yahûdi Şapkası:
- 9) Sihir:
- Müşrik ve Mürtedlerle Mücâdele
- Seyyidü'l-İstiğfar Duası:
- Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
- İrtidâd, İrticâ/Gericilik Demektir; Mürted de Mürtecî/Gerici
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- İRTİDAT (MÜRTED)
- İSA (a.s.)
- Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi:
- Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa:
- Hadislerde Hz. İsa:
- Hıristiyanlara Göre Hz. İsa:
- Hz. İsa'nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular:
- İncillere Göre Hz. İsa'nın Beşerî Yönleri:
- Hz. İsa'nın Babasız Doğma Mûcizesi:
- Hz. İsa'nın Ref'i ve Nüzûlü Meselesi:
- Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis
- Mehdî:
- Deccâl:
- Deccâlın Özellikleri:
- İSBAT-I VACİB
- İSLAM'DA MEZHEP
- Müellifin Önsözü
- İslâm Ve İman'ın Hakikati:
- Dört Mezhebten Belli Bir Mezhebi Taklid Etmek Ne Vaciptir, Ne De Mendup
- İslâm'ın Esası Allah'ın Kitabı Ve Rasûlullah'ın Sünnetiyle Amel Etmektir
- Müteahhirun Herşeyi Değiştirip, Tek Bir Kişiyi Taklid Etmeyi Gerekli Kılmakla Tefrikaya Düştüler
- İnsan Öldüğünde Kabirde Mezhep Veya Tarikattan Sorguya Çekilir Mi?
- Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gerekli Olduğu Sözünün Aslı Siyasetle İlgilidir
- Mezhebin Bid'at Oluşu Konusunda Dehlevi'nin Araştırması
- Rasûlullah'tan Başka Birisine Taassup Gösteren Sapık Ve Cahildir
- Kemal B. Hümâm'ın Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gereksiz Olduğunu Belirtmesi
- Uyulması Gereken İmam Rasûlullahtır
- İhtilaf Ve Tefrikalar Mezheplere Tabi Olma Yüzündendir
- İmam Ebu Hanife'nin Mezhebi Kur'an Ve Sünnetle Amel Etmektir
- Müçtehid İçtihadında Hata Da Yapabilir, Doğruyu Da Bulabilir Teşride. Hata Yapmayan Sadece Peygamberdir
- Hak Kesinlikle Rasûlullah'ın Dışında Hiçbir Kimsenin Görüşüyle Sınırlandırılamaz
- Önemli Bir İkaz
- Bu Ümmetin Hali Ancak Evvelkilerin Islah Olunduğuyla Islah Olunur
- Ulemanın Dinin Hükümlerini Değiştirdiğine Dair Fahreddin Er-Razî'nin Görüşü
- İmam-ı Â'zam (En Büyük İmam) Rasûlullahtır
- Allah Bize Sırat-ı Müstakim'e Girmemizi Emrediyor
- Gazaba Uğrayanlar, Hakkı Sadece Kendi Mezhebinden Kabul Ederler
- Rasûlullah Belli Bir Mezhebin İnsanlar İçin Gerekli Olduğunu Söylememiştir
- Fasıl
- Kaynaklar
- İSM
- İSMAİLİYYE
- Mezhebin Kaideleri:
- İSMET
- İSM-İ A'ZÂM
- İSNÂ AŞERİYYE
- İSNÂD
- Âli ve Nâzil İsnâd:
- İSRÂ
- İSRÂ SURESİ
- İSRAF
- İsrafın Anlam Sahası:
- Kur'an'da İsrafın Manaları:
- İSRÂFİL (a.s)
- İSRÂİLİYÂT
- İSRAİLOĞULLARI
- Benî İsrâil, İsrâil, İbrânî, Yahûdî ve Mûsevî Kelimeleri ve Mâhiyeti
- Bazı Hadis-i Şerifler:
- İsrâiloğullarının Tarihi
- Firavun ve İsrâiloğulları
- Firavun'dan Kurtulduktan Sonra İsrâiloğulları
- Hz. Muhammed (s.a.s.) ve İsrâiloğulları
- İsrâiloğullarının Karakteri / Yahudileşme Alâmet ve Özellikleri
- Onlar ve Biz
- Yahudileşme ve Yahudileşme Temâyülü
- İmanda Pazarlık
- Dini, Kutsal Kitabı Tahrif
- İSTİANE
- İSTİARE
- İSTİÂZE
- İstiâze; Anlam ve Mâhiyeti:
- Kur'an'da İstiâze:
- Sünnette İstiaze:
- İstiazenin Hükmü:
- Şeytandan Kurtuluş Yolu:
- Sığınan, Kendisine Sığınılan ve Kendisinden Sığınılan
- Şeytanın İbâdetlere Tasallutu ve Şeytanı Kaçıran Şey:
- Günümüzde İstiaze Anlayışı:
- Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?
- İstiâze Şuurunun Bize Kazandıracağı Anlayış ve Davranışlar:
- İSTİBRÂ'
- İSTİDRAC
- İSTİĞÂSE
- İSTİĞFAR
- İstiğfar'ın Mahiyeti?
- İbadet Olarak İstiğfar:
- İSTİHÂRE
- İSTİHAZA
- İSTİHKAK
- İSTİHLÂF
- İSTİHSAN
- İstihsanın Çeşitleri:
- 1. Nass Sebebiyle İstihsan:
- 2. İcmâ Sebebiyle İstihsan:
- 3. Zarûret ve İhtiyaç Sebebiyle İstihsan:
- 4. Kapalı Kıyas Sebebiyle İstihsan:
- 5. Örf Sebebiyle İstihsan:
- 6. Maslahat Sebebiyle İstihsan:
- İSTİKAMET
- (DOĞRULUK-DOĞRU YOL)
- İSTİKBÂR
- İstikbâr ve Türevleri:
- İstikbar Duygusu:
- İstikbâr; Tanım ve Mâhiyeti
- Istikbar Duygusu
- MÜSTEKBİR
- Müstekbirlerin Özellikleri:
- İstikbar Mantığı:
- Müstekbir Tipler
- Müstaz'af
- Müstekbir ve Müstez'af Ilişkisi
- Müstaz'af İnsan Grupları
- Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap
- Uhrevî Azap ve Cehennnem:
- İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri)
- İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve
- İSTİLÂ
- İSTİLAM
- İSTİMLÂK
- İSTİMNÂ
- İSTİMVÂL
- İSTİNBÂT
- İSTİNCA
- Abdest Bozmanın Âdâbı:
- İSTİNŞÂK
- İSTİRCÂ'
- İSTİSNA BÂBI
- İSTİŞARE
- İstişârenin Fazileti:
- İSTİŞARENİN EHEMMİYETİ
- İstişare Emri:
- Telakki:
- Teşvik:
- Hz. Peygamber İstişareye Muhtaç Mı?
- En Büyük Dahi De İstişareye Muhtaçtır:
- Ashab Ve İstişare:
- Hz. Peygamber'in Müşavirleri:
- İstişare Mevzuları:
- İstişare Dışı Mevzular:
- İstişarenin Mekanizması
- 1- Müşavirin Durumu:
- a. Liyakat:
- b. Mûtemed Olmak:
- c. Müslüman Ve Dindar Olmak:
- d. İlgili Olmak:
- 2. İstişarenin Şekli:
- a. Doğrudan Re'ye Müracat:
- b. Liyakatlinin Müdahalesi:
- c. Yersiz Teklif:
- 3- Kararın Alınması:
- a- Ekseriyetin Re'yi:
- b- Görüşlerden birinin ihtiyarı:
- c- Kararı Tehir Etmek:
- d- İcbarî Karar:
- 4- Şahsî Kanaatında Direnmemek:
- 5- Müşavirleri Gücendirmemek:
- 6- Tatbikat Sırasında Azim:
- Batı Demokrasisi:
- 1) Demokrasinin Tenkidi:
- Teknokrasi
- Demokrasinin Sonu Anarşidir:
- 2) İslam'da Kanun Koyma Mekanizması:
- 3) Hürriyet Telakkisi:
- Peygamberler De Hür De
- Hürriyet Sahası:
- Tahdidden Gaye:
- İslam'da Kadınlarla İstişare
- I- Kur'an'a Göre:
- II. Sünnete Göre:
- Bu Meselede Temel Prensip:
- İSTİŞHÂD
- İSTİVÂ
- İSYAN
- İsyan Nedir?
- İsyanın İki Anlamı:
- İsyan; Anlam ve Mâhiyeti
- İsyanın İki Yönü
- Ma'siyet Ne Demektir?
- İtaat; Anlam ve Mâhiyeti
- Tâat Ne Demektir?
- Kur'ân-ı Kerim'de İtaat ve İsyan Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde İtaat ve İsyan
- İtaat Edilmesi Gereken Kimseler
- a- Allah'a İtaat:
- b- Rasûl'e İtaat:
- c- Ülü'l-Emr'e İtaat:
- İtaat Edilmesi Yasak Olan Kimseler
- a- Kâfirlere:
- b- Ehl-i Kitaba:
- c- Münâfıklara:
- d- Kendisini Allah Yolundan Uzaklaştıran ve Saptıran Liderlere ve Büyüklere:
- e- Şeytana ve Şeytanın Dostlarına:
- f- Günahkârlara ve Nankörlere:
- g- Yalancılara:
- h- Ahlâksızlara:
- i- Gâfillere, Zikirden (Allah'ı anmaktan ve Kur'an'dan) Gaflette Olanlara:
- j- Namaza Engel Olanlara:
- k- Aşırılara, İsrafçı ve Fesatçılara:
- l- Şirke Zorlayan Ana-Babaya:
- m- Halka, İnsanların Çoğuna (Demokrasi Anlayışına) ve Zanna:
- n- İnsanların ve Bilmeyenlerin Hevâlarına/Kötü Arzu ve İsteklerine:
- o- Allah'a ve Rasûlüne İsyanı (Haram Olan Bir Şeyi) Emreden Kim Olursa Olsun, Ona
- Küfürde Önderler ve Onların İzinden Giden Uyduları
- İtaat ve İsyan Yoluyla Düşülen Şirk
- Allah'a İtaat ve İsyanın Boyutları
- Bütün Evren Allah'a İtaat Etmektedir
- Nerdesin Ey Güzel İsyan?
- İŞÇİ, İŞÇİLİK
- İŞHAD (ŞAHİT TUTMA)
- İŞKENCE
- İŞRAK NAMAZI
- İŞVEREN
- İTAAT
- İTAB ÂYETLERİ
- İTİKÂD
- İTİKÂF
- İ'TİKÂF
- İTLÂF
- İtlafta Tazminin Gerekmesi İçin Gereken Şartlar:
- İTTİHAD
- İVAZ
- İYİLİK
- İZÂLE-İ ŞÜYÛ
- Kazaen (Mahkeme kararıyla) Taksimin Şartları:
- İZÂR
- İZZET
- İzzetin Manası:
- Kişiye İzzet Kazandıran Davranışlar:
- Gerçek İzzet:
- İZZET-İ NEFS