Öncekilerin Başına Gelenler
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara, öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Peygamber, beraberindeki müminler: Allahın yardımı ne zaman? diyordu. Dikkat edin! Allahın yardımı pek yakındır. (Bakara, 2/214)
Rabbimiz Allah, bizden önce yaşamış olan muvahhid mü'minleri, bizlere bir örnek kılmıştır... Onlar, Allahın rızasını kazanmak için nasıl davranmışlar ve nasıl sabrederek kulluk vazifelerini yapmışlar ise, bizlerin de onlar gibi davranıp bizden beklenen kulluk vazifelerimizi yerine getirmemiz gerekir... Onlar, katıksız iman ettiler ve imanlarında hiçbir şüpheye düşmediler... Onlar, itaat ettiler ve itaatlarını tam yaptılar... Onlar, bütün imkânlarını kullanarak, egemen zalim tağutlardan gelen zulüm, işkence ve eziyetin her türlüsüne rağmen imanlarından taviz vermediler... Onlar, mümin müslüman kardeşleriyle öyle bir kenetlendiler ki, bir ümmet, bir vücûd oldular... Sağlam duvarın kurşunla bağlanmış, hiç kopmaz taşları oldular... Onların biri, hepsi için, hepsi birisi için olmuşlardı... Bir bilek, bir yürek idiler!..
Bu Tevhidî tavırlarıyla kendilerinden sonra gelen muvahhid mü'min nesillere örnek oldular... Dünya hayatında izzet ve şeref üzere nasıl yaşanacağının örneğini ortaya koydular... Böylece Allahın rızasını kazanıp cennetin nasıl elde edileceğini gösterdiler... Onların bu örnek tavırları, bütün çağları kuşatıcı büyüklüktedir... Bundan dolayı asırların geçmesi ve teknolojik olarak çağların değişmesi, bu tavrın örnekliğini eskitmez ve zamanının geçmiş olmasını bahâne ederek geçersiz kılmaz!.. O, her zaman tazeliğini ve geçerliliğini korumaktadır...
Kaynak eserlerde, bu ayetin iniş sebebi olarak şu haberlere yer verilmiştir:
Katâde (rh.a.) ve Süddî (rh.a.) dediler ki:
- Bu ayet, müslümanlara meşakkat, zorluk, sıcak, korku, soğuk, geçim darlığı ve çeşitli eziyetler isabet ettiğinde ve Allah Teâlânın:
Korkudan yürekleriniz ağzınıza geldiğinde (Ahzab, 33/10) buyurduğu gibi olduğu vakit Hendek savaşında nâzil olmuştur.
Atâ (rh.a.) dedi ki:
- Rsulullah (s.a.s.) ve Ashabı, Medineye girdikleri zaman sıkıntıları çok şiddetlenmişti. Çünkü malsız olarak yola çıkmışlardı ve yurtlarını, mallarını müşriklerin ellerinde bırakmışlardı. Böylece Allahın ve Rasulünün rızasını tercih etmişlerdi.
Yahudîler, Rasulullah (s.a.s.)e düşmanlıklarını açığa vurdular, zenginlerden bir grup da nafakaları gizlemişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların (müminlerin) kalblerini hoş tutmak için bu ayeti indirdi.[505]
Hendek savaşı, bütün İslâm düşmanlarının el birliği yapıp, bir araya gelerek, başta Rasulullah (s.a.s.) olmak üzere bütün mümin müslümanları Medine şehrinde yok etmek için Medineyi kuşatmaya aldıkları bir zaman... İslâmın baş düşmanları olan Mekkeli müşrikler ve yanlarına aldıkları diğer İslâm düşmanları ile tam bir küfür cephesini oluşturmuşlardı... Bu hâlleriyle Küfür tek millettir gerçeğini bütün vahşeti ve her yönüyle ortaya koymuşlardı... Medineli Yahudîlerden geriye kalan Beni Kureyza, değişmez hâin karakterini ortaya koymuş ve Rasulullah (s.a.s.) ile yaptıkları anlaşmayı bozarak ihanet edip Mekkeli müşriklerle birleşmişlerdi...
Bölgedeki diğer Kabileler de Mekke şirk ordusuna katılmış ve küfür milleti tek cephe oluşturmuştu...
Medinenin içinde muvahhid mü'minlerin arasında müslüman görünümlü münafıklar, Medineyi dışarıdan kuşatan müşriklerin oluşturduğu küfür cephesine, yaptıkları olumsuz ve moral bozucu hareketleriyle katkıda bulunuyorlardı adeta... Dışarıda düşman saldırısı, içeride münafıkların nifak hareketi, mümin müslümanları çok sıkıntıya sokmuştu...
Rabbimiz Allah, bu sıkıntılı ve çileli anları şöyle hatırlatıyordu muvahhid mü'minlere... Onların, bu olayı unutmamasını ve ders almalarını, imtihanı başarmaları için çok sabretmelerinin gerektiğini beyan buyurdu:
Ey iman edenler, Allahın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Hani, size ordular gelmişti. Böylece Biz de onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir.
Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler hancereye gelip dayanmıştı ve siz, Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz.
İşte orada iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğramışlardı.
Hani, münafık olanlar ve kalblerinde hastalık bulunanlar: Allah ve Rasulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey va'detmedi diyorlardı. (Ahzab, 33/9-12)
el-Berâ İbn Âzib (r.a.) anlatıyor:
Ahzab gününde (Hendek savaşında) Rasulullah (s.a.s.)i gördüm. Toprak, karnının beyazlığını örtmüş olduğu hâlde toprak taşıyor ve şu sözleri söylüyordu:
Sen olmasaydın, biz doğru yolu bulmaz, sadaka vermez, namaz kılmazdık.
Şüphesiz bu kâfirler, bizim çekindiğimiz fitneyi bize vaki kılmak istedikleri zaman bizim üzerimize saldırmışlardır.
Onlarla yüzyüze geldiğimizde, gönlümüze bir sekînet (sabır, sebat) indir ve ayaklarımızı yerinde sâbit tut (da bizi dağıtma ya Rabb)![505]
O günlerdeki sıkıntıları şöyle anlatıyor Huzeyfe İbnül-Yeman (r.anhuma):
- Biz, Ahzab gecesi saf tutmuş oturuyorduk. Ebu Süfyan ve beraberindekiler de bizim üstümüzdeydiler. Yahudî kabilesi Kureyza oğulları, bizim altımızdaydılar, amma onların saldırısından çekiniyorduk. Bizi, ne ondan şiddetli bir karanlık sarmıştı, ne de ondan şiddetli bir rüzgar. Gelen rüzgarın sesleri fırtınalar gibiydi. Öyle bir karanlık ki, hiçbirimiz parmağını göremiyordu.
Münafıklar, Hz. Peygamberden izin istiyorlar ve:
- Ailelerimizin korunması gerekir, diyorlardı.
Halbuki aileleri korunacak değildi. Onlardan kim, Peygamberden izin isterse, hepsine izin verilmişti. İzin verilmiş olanlar, çekilip gidiyorlardı.
Biz, üç yüz kadar kişiydik. Biz, kişi, kişi Hz. Peygamberi karşıladık ve Onunla yüz yüze geldik. Düşmandan ve soğuktan beni koruyacak, karımın yünden bir elbisesinden başka bir şey kalmamıştı. O da, ancak diz kapağıma kadar geliyordu.[505]
Hasan:
Ve siz, Allah için çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. kavli hakkında şöyle demiştir:
- Muhtelif zanlarda bulunuyorlardı. Münafıklar, Hz. Muhammedin ve Ashabının kökten yok olacağını sanıyorlardı. Müminler ise, Allahın vadinin ve Rasulullahın sözünün hak olduğunu kesinkes biliyor, Allahın İslâmı, müşrikler istemese de bütün dinlere üstün kılacağına kanaat getiriyorlardı.[505]
Bu zorlu belâ ve imtihan gününden bir başka kesit:
İşte o esnada belâ büyüdü ve korku şiddetlendi. Düşmanlar, her taraftan geldiler. Müminler, büsbütün bir zan içine düştüler. Bazı münafıklarda nifak zahir oldu.
Muattib b. Kuşeyr, şöyle demeğe başladı:
- Muhammed, bize Kisrânın ve Kayserin hazinelerini yememizi vadediyordu. Bugün ise, bizden hiç birimiz kaza-yı hacetini def için giderken kendi için emin olamıyor.[505]
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.) ile yeryüzünün en hayırlı nesli olan Ashab-ı Kiram (Allah cümlesinden razı olsun), bu zor anları, bu çileli durumu yaşarken, kendilerinden önceki mümin müslümanların başlarına geleni düşünüyorlardı ve bundan dolayı teselli buluyor, sabırları daha da artıyordu...
En hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram,[505] önderleri ve hayat rehberleri Rasulullah (s.a.s.) ile beraber bütün zorlukları göğüslüyor ve eziyetlere katlanıyor, dayanıyorlardı... Çünkü onlardan önce yaşamış olan muvahhid mü'minlere, Öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Peygamber, beraberindeki müminler:
- Allahın yardımı ne zaman? diyordu.
Şüphesiz inanıyorlardı ki, Allahın yardımı yakındır, fakat onlar, zamanını bilmedikleri için bunu soruyorlardı... O dayanılmaz sıkıntıların verdiği bir ruh hâliyle Allahın yardımının hemen gelmesini istedikleri için:
- Allahın yardımı ne zaman? diyorlardı.
İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor:
Müfessirlerin çoğunluğuna göre, ayetin sonuna kadar olan bölümü Peygamberin ve müminlerin söyledikleri sözdür. Yani onlar, o noktaya kadar geldiler ki, sonunda Allahın yardımının geciktiği zehabına kapıldılar. Yüce Allah da onlara:
Bilin ki, Allahın yardımı yakındır diye buyurdu.
Bu, Peygamberin, şüphe ve tereddüd kastıyla değil de, Allahdan yardımın daha çabuk gelmesini istemek üzere söylediği sözler cümlesinden olabilir. Bazıları da:
- İfadede, takdim ve tehir vardır, demektedir.
İfadenin takdiri şöyledir:
Hatta iman edenler:
- Allahın yardımı ne zaman? dediler.
Rasul de:
- Bilin ki, muhakkak Allahın yardımı yakındır, diye cevab verdi.
Yüksek mevkii dolayısıyla Rasul, rütbe itibariyle takdim edildi. Buna sebeb ise, onların söyledikleri sözün zaman itibariyle önceden olmasıdır.[505]
İnsanlar, her anlarında imtihan edilmektedirler... Gerçekten iman edenler ile kalben iman etmedikleri hâlde yalnızca dilleriyle, iman ettik diyenlerin birbirinden ayırdedilmeleri için bir imtihan gereklidir... Gerçek iman sahibleri olan muvahhid mü'minler ile sahte müslümanlar, yani münafıklar, imtihan sırasında ortaya çıkarlar... Muvahhid mü'minler, Allahın hükümlerine göre yaşamaya gayret ederken, Allah düşmanlarından gelen her türlü eziyete katlanıp sabır ederken, münafıklar en küçük bir zorluk karşısında çözülüverirler... İmtihan sırasında imanı kuvvetli ve kâmil olanlar ile imanları zayıf olan mümin müslümanlar da belli olur... İmtihan, bir iman derecesi ölçüsüdür!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Elif,Lâm, Mîm.
İnsanlar, (sadece) iman ettik diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?
Andolsun, onlardan öncekilerini sınadık. Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut, 29/1-3)
İman ettiğini beyan eden insanlardan delil ve ispat istenir... Onlar, iman edip imanlarında sadık olduklarına dair kendilerini ispat etmeleri gerekir... Bu da, imanına herhangi bir şirk ve küfür karıştırmadan salih amellerle imanlarının varlığını ortaya koymak ile gerçekleşir... Kim olursa olsun, ne olursa olsun zalim tağutların inkârı ve reddedilmesinden sonra katıksız bir şekilde Allaha inanmak ile gerçekleşen iman, kurtuluşun sapasağlam kulpudur... Ona sımsıkı yapışan kurtulur...
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz doğruluk (rüşd), sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allaha inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapış-mıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara, 2/256)
Bu şekilde inanan ve inandığıyla amel eden muvahhid mü'minler, en korkunç ve büyük zulüm olan şirkten[505] kendilerini çok iyi korumaya çalışırken, imanlarına asla şirk bulaştırmamaya en son gayretleriyle çalışırlar... İmanına şirkin karışması, imanın varlığını ortadan kaldırır ve şirk, asla affedilmeyen bir suçun tâ kendisidir[505]...
İman edenler ve imanlarına şirki ve küfrü karıştırmayanlar hidayete ermiş, umduklarına kavuşmuş olan izzet ve şeref sahibi şahsiyetli mümin müslümanlardır...[505] Bunlar, imanlarının gereği olan salih ameller işleyerek, müstekbir zalim egemen tağutların ilâhlaştırdıkları hevalarından[505] kaynaklanan emir ve nehiylerini redderek,[505] Allaha ve Rasulullah (s.a.s.)a kesin itaat eden şahsiyetlerdir...
Rabbimiz Allah, bu muvahhid mü'min kullarının imanlarındaki samimiyetlerini, diğer insanlara örnek ve şahid oluşlarını ortaya çıkarmak için kendilerini, kaldırabilecekleri, yani güçlerini aşmayan imtihan şekilleriyle dener...[505]
Rabbimiz Allah, iman eden kullarını imtihan edip sınadığını, imanlarında sadık olanların ve yalancıların bu imtihan sırasında ortaya çıkarıldığını beyan buyuruyor...
Ankebut Sûresinin bu ilk ayetlerinin esbâb-ı nüzûlü için Şabî (rh.a.), şunları beyan ediyor:
Bu ayet, Mekkeli bir grup insan hakkında inmiştir. Onlar, İslâmı kabul ettiler. Medinede bulunan Peygamber (s.a.s.)in Ashabından bazıları onlara yazdı ki:
- Siz, hicret etmedikçe, ikrarınız ve İslâm'ınız kabul edilmez.
Onlar da, Medineye gitmek üzere yola çıktılar. Bunun üzerine müşrikler, onları takib edip ezâ ve cefa ettiler. Bu ayet, onlar hakkında indi.
Medinedeki müslümanlar onlara mektub gönderdiler ve dediler ki:
- Sizin hakkınızda şöyle şöyle ayetler indi.
Bunun üzerine onlar dediler ki:
- Biz, yola çıkarız. Eğer bizi bir takib eden olursa, onu öldürürüz.
Derken yola çıktılar. Müşrikler de, onları takibe koyuldular. Onlar da, takib edenleri öldürdüler. Onlardan da, kimi öldürüldü, kimi kurtuldu.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, onlar hakkında şu ayeti indirdi:
Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz senin Rabbin, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl, 16/110)[505]
İbn Abbas (r.anhuma) ve başkaları şöyle demişlerdir:
- Burada, İnsanlar ile Mekkede bulunan müminler topluluğu kasdedilmektedir. Kureyşin kâfirleri bunlara müslüman oldukları için eziyet ediyor, onlara işkence yapıyorlardı.
Seleme b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia, el-Velid b. el-Velid, Ammar b. Yasir, babası Yasir, annesi Sümeyye, Mahzum oğullarından birkaç kişi ve başkaları gibi.
Bundan dolayı oldukça sıkılıyorlar, hatta yüce Allahın kâfirlere, müminlerin aleyhine böyle bir güç ve imkân vermesine tepki bile gösteriyorlardı.
Mücahid (rh.a.) ve başkaları derler ki:
- Ayet-i Kerime, yüce Allahın müminleri sınamak, onları denemek maksadı ile kulları hakkında uygulaya geldiği Sünnetinin bu olduğunu öğretmek ve onları teselli etmek üzere nâzil olmuştur.
İbn Atiyye (rh.a.) dedi ki:
- Bu ayet-i kerime, her ne kadar bu sebeb, yahud da bu anlamda belirtilen görüşler sebebiyle nâzil olmuş ise de, Muhammed (s.a.s.)in ümmeti arasında bakîdir. Zaman durdukça hükmü de, bu ümmet arasında kalmaya devam edecektir. Çünkü müslüman serhadlerde, müslümanların esir alınmak, düşmanlardan zarar görmek ve bunun dışında herhangi bir takım zorluklarla başbaşa kalmak sûretiyle Allah tarafından fitne (sınama)ye maruz kalmaları kalıcı bir husustur. Aynı şekilde herbir yer ibretle tetkik edilecek olursa, hastalıklarla ve türlü mihnetlerle de bunun, gerçekleşmekte olduğunu görebiliriz. Şu kadar var ki, müslümanların serhadlerde düşmanlardan gördükleri zararları, çektikleri sıkıntıları, Kureyşlilerle karşı karşıya kaldıkları musibet ve zorlukları andıran bir durumdur.[505]
Katıksız iman sahibi ve salih amel işleyen muvahhid mü'min bir şahsiyet, Allah yolunda olup her şeyi Allah içindir...[505] Böyle bir muvahhid şahsiyetin, Rabbi Allah tarafından belâ, musibet ve İslâm düşmanlarından eziyetler ile çeşitli hastalıklar, onun günahlarına keffâret olup onu mânen tertemiz eden şeylerdir...
Muvahhid mü'mine düşen vazife, imtihan hâlinde sızlanmayıp sabretmesi ve Rabbi Allaha her hâlinde hamdetmesidir...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Andolsun, Biz sizi, biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.
Onlara, bir musibet isabet ettiğinde derler ki: Biz, Allaha aid (kullar)ız ve şüphesiz Ona dönücüleriz.
Rablerinden bağışlanma (salât) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara, 2/155-157)
Ümmül-müminin Aişe (r.anha)ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
Mümin, hasta olduğu zaman Allah, onun günah kirlerini temizler. Maden eritme ocağı, demirin pasını giderdiği gibi.[505]
Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor:
- Ya Rasulallah, insanlardan hangisinin belâsı daha ağırdır, dedim.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Peygamberler ve onların peşinden (derecelerine göre insanların) en liyakatlısı ve en liyakatlısı.
Kişi, dindarlığı derecesinde belâya uğratılır. Şayet dininde sağlam ise, belâsı ağırlaşır ve eğer dininde gevşeklik varsa, dindarlığı nisbetinde belâya uğratılır.
Nitekim belâ, bir kuldan ayrılmayarak neticede onu, üzerinde herhangi bir hata olmaksızın yeryüzünde yürür duruma gelir![505]
Yahya b. Said (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.) zamanında ölen bir zât hakkında birisi:
- Ne mutlu ona! Bir hastalığa tutulmadan vefat etti, dediğinde,
Rasulullah (s.a.s.):
Vah yazık! Bilmiyorsun ki, eğer Allah onu, bir hastalığa mübtelâ kılsaydı, onu, günahlara keffaret kılardı (bununla günahlarını bağışlardı). buyurdu.[505]
Rabbimiz Allah, kullarını imtihan etmesindeki hikmeti şöyle beyan buyurur:
Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip ayırd etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırd etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Âl-i İmrân, 3/142)
Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allahdan ve Rasulünden ve müminlerden başka sır dostu edinmeyenleri Allah bilip (ortaya) çıkarmadan bırakılıverileceğinizi mi sandınız? Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Tevbe, 9/16)
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:
- Allah Teâlâ, insanın içinin, dışından başka ve farklı olmasına razı olmaz. O, mahlukatından ancak istikamet ve doğruluk ister, Nitekim O:
Bizim Rabbimiz Allahdır deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar.....(Fussilet, 41/30) buyurmuştur.
Savaş, farz kılındığı zaman münafık, münafık olmayandan, müminlere dost olan, düşman olandan ayrılmıştır.[505]
Başta Rasuller (Allahın salat ve selâmı üzerlerine olsun) olmak üzere bütün muvahhid mü'minler, imtihan sırasında eziyetlere, işkence ve çilelere sabrettikleri, acele etmedikleri ve Allahdan ümitvar oldukları müddetçe, kendilerine Allahın yardımı ulaşmıştır... Rabbimiz Allah, mümin müslüman kullarına vermiş olduğu imkânların bittiği anda onları, ummadıkları yerden rızıklandırmış, kendilerine yepyeni imkânlar vermiştir... Böylece onları kurtarmış ve hidayetlerini arttırmıştır...[505]
Rabbimiz Allah, asla değişmeyen Sünnetinin[505] bir bölümünü şöyle beyan buyurur:
Öyle ki, Rasuller, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Biz kimi dilersek o, kurtulmuştur. (Yusuf, 12/110)
Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir.
Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklar.
Ve hiç şüphesiz, Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır. (Saffat, 37/71-73)
Allah, yazmıştır: Andolsun, Ben galip geleceğim ve Rasullerim de.' Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir ve üstün olandır. (Mücadele, 58/21)
Urve İbnuz-Zübeyr (rh.a.) anlatıyor:
Kendisi, Aişe (r.anha)ya:
"Öyle ki Rasuller, umutlarını kesip de... (Yusuf, 12/110) kavlini sorarken, Aişe, aşağıdaki cevabları vermiştir.
Urve dedi ki:
Ben Aişeye:
- Rasuller, yalana mı nisbet edildiler yahud tekzib mi ettiler? diye sordum.
Aişe:
- Tekzib edildiler, dedi. Ben Aişe'ye:
- Rasuller, kavimlerinin kendilerini tekzib ettiklerini kesin bilmişlerdir. Bu, zan ile değildir? dedim. Aişe:
- Evet, hayatıma yemin ederim ki, onlar, bunu kesin olarak bilmişlerdir, zannetmemişlerdir, dedi. Ben, yine Aişeye:
- Rasuller, kendilerine yapılan yardım vadinde aldatıldıklarını zannettiler, dedim.
Aişe:
- Bundan, Allaha sığınırım. Rasuller, bunu, Rabblerine zannedici değildir, dedi.
Öyleyse şu ayet nedir? dedim.
Aişe:
- Bunlar, Rasullere tabi olan kimselerdir ki, Rabblerine iman etmiş ve Rasulleri de tasdik etmişlerdi. Fakat üzerlerindeki belâ uzamış ve zafer de kendilerinden gecikmiştir. Nihayet Rasuller, kavimlerinden kendileri yalanlayanların imana gelmelerinden ümit kesecekleri hâle geldikleri ve yine Rasuller, kendilerine tabi olanların da, kendilerini yalanlayacaklarını zannettikleri vakit, işte tam bu sırada Allahın yardımı ve zaferi, Rasullere gelmiştir, dedi.[505]
Müminlerin annesi Aişe (r. anha)nın ayetin tefsirinde de beyan ettiği gibi, gerek Rasuller, gerekse ümmetlerinden muvahhid mü'minler, çok çile çekmiş, çok eziyet görmüş ve birçok işkencelere uğratılmışlardır... Gerek zamanlarında, gerek kendilerinden sonraki mümin müslümanlar için birer sabır ve sebat örneği olmuşlardı... İmtihan hâlinde sızlanmamış, Allahın yardımıyla sabretmesini bilmiş, bütün zorluklara direnip, Allah'ın vadettiği zafere ulaşmışlardır... Her çağdaki muvahhid mü'minleri, kendilerinden önceki örnek iman ve Tevhid nesillerinin davrandığı gibi davranmalıdır... İnşaallah, onların ulaştığı mertebeye ulaşır ve Allahın rızasını kazanırlar...
Doğrusu, Allahın rahmeti, iyilik (ihsan) yapanlara pek yakındır. (Arâf, 7/56)[505]
Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara, öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Peygamber, beraberindeki müminler: Allahın yardımı ne zaman? diyordu. Dikkat edin! Allahın yardımı pek yakındır. (Bakara, 2/214)
Rabbimiz Allah, bizden önce yaşamış olan muvahhid mü'minleri, bizlere bir örnek kılmıştır... Onlar, Allahın rızasını kazanmak için nasıl davranmışlar ve nasıl sabrederek kulluk vazifelerini yapmışlar ise, bizlerin de onlar gibi davranıp bizden beklenen kulluk vazifelerimizi yerine getirmemiz gerekir... Onlar, katıksız iman ettiler ve imanlarında hiçbir şüpheye düşmediler... Onlar, itaat ettiler ve itaatlarını tam yaptılar... Onlar, bütün imkânlarını kullanarak, egemen zalim tağutlardan gelen zulüm, işkence ve eziyetin her türlüsüne rağmen imanlarından taviz vermediler... Onlar, mümin müslüman kardeşleriyle öyle bir kenetlendiler ki, bir ümmet, bir vücûd oldular... Sağlam duvarın kurşunla bağlanmış, hiç kopmaz taşları oldular... Onların biri, hepsi için, hepsi birisi için olmuşlardı... Bir bilek, bir yürek idiler!..
Bu Tevhidî tavırlarıyla kendilerinden sonra gelen muvahhid mü'min nesillere örnek oldular... Dünya hayatında izzet ve şeref üzere nasıl yaşanacağının örneğini ortaya koydular... Böylece Allahın rızasını kazanıp cennetin nasıl elde edileceğini gösterdiler... Onların bu örnek tavırları, bütün çağları kuşatıcı büyüklüktedir... Bundan dolayı asırların geçmesi ve teknolojik olarak çağların değişmesi, bu tavrın örnekliğini eskitmez ve zamanının geçmiş olmasını bahâne ederek geçersiz kılmaz!.. O, her zaman tazeliğini ve geçerliliğini korumaktadır...
Kaynak eserlerde, bu ayetin iniş sebebi olarak şu haberlere yer verilmiştir:
Katâde (rh.a.) ve Süddî (rh.a.) dediler ki:
- Bu ayet, müslümanlara meşakkat, zorluk, sıcak, korku, soğuk, geçim darlığı ve çeşitli eziyetler isabet ettiğinde ve Allah Teâlânın:
Korkudan yürekleriniz ağzınıza geldiğinde (Ahzab, 33/10) buyurduğu gibi olduğu vakit Hendek savaşında nâzil olmuştur.
Atâ (rh.a.) dedi ki:
- Rsulullah (s.a.s.) ve Ashabı, Medineye girdikleri zaman sıkıntıları çok şiddetlenmişti. Çünkü malsız olarak yola çıkmışlardı ve yurtlarını, mallarını müşriklerin ellerinde bırakmışlardı. Böylece Allahın ve Rasulünün rızasını tercih etmişlerdi.
Yahudîler, Rasulullah (s.a.s.)e düşmanlıklarını açığa vurdular, zenginlerden bir grup da nafakaları gizlemişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların (müminlerin) kalblerini hoş tutmak için bu ayeti indirdi.[505]
Hendek savaşı, bütün İslâm düşmanlarının el birliği yapıp, bir araya gelerek, başta Rasulullah (s.a.s.) olmak üzere bütün mümin müslümanları Medine şehrinde yok etmek için Medineyi kuşatmaya aldıkları bir zaman... İslâmın baş düşmanları olan Mekkeli müşrikler ve yanlarına aldıkları diğer İslâm düşmanları ile tam bir küfür cephesini oluşturmuşlardı... Bu hâlleriyle Küfür tek millettir gerçeğini bütün vahşeti ve her yönüyle ortaya koymuşlardı... Medineli Yahudîlerden geriye kalan Beni Kureyza, değişmez hâin karakterini ortaya koymuş ve Rasulullah (s.a.s.) ile yaptıkları anlaşmayı bozarak ihanet edip Mekkeli müşriklerle birleşmişlerdi...
Bölgedeki diğer Kabileler de Mekke şirk ordusuna katılmış ve küfür milleti tek cephe oluşturmuştu...
Medinenin içinde muvahhid mü'minlerin arasında müslüman görünümlü münafıklar, Medineyi dışarıdan kuşatan müşriklerin oluşturduğu küfür cephesine, yaptıkları olumsuz ve moral bozucu hareketleriyle katkıda bulunuyorlardı adeta... Dışarıda düşman saldırısı, içeride münafıkların nifak hareketi, mümin müslümanları çok sıkıntıya sokmuştu...
Rabbimiz Allah, bu sıkıntılı ve çileli anları şöyle hatırlatıyordu muvahhid mü'minlere... Onların, bu olayı unutmamasını ve ders almalarını, imtihanı başarmaları için çok sabretmelerinin gerektiğini beyan buyurdu:
Ey iman edenler, Allahın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Hani, size ordular gelmişti. Böylece Biz de onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir.
Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler hancereye gelip dayanmıştı ve siz, Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz.
İşte orada iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğramışlardı.
Hani, münafık olanlar ve kalblerinde hastalık bulunanlar: Allah ve Rasulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey va'detmedi diyorlardı. (Ahzab, 33/9-12)
el-Berâ İbn Âzib (r.a.) anlatıyor:
Ahzab gününde (Hendek savaşında) Rasulullah (s.a.s.)i gördüm. Toprak, karnının beyazlığını örtmüş olduğu hâlde toprak taşıyor ve şu sözleri söylüyordu:
Sen olmasaydın, biz doğru yolu bulmaz, sadaka vermez, namaz kılmazdık.
Şüphesiz bu kâfirler, bizim çekindiğimiz fitneyi bize vaki kılmak istedikleri zaman bizim üzerimize saldırmışlardır.
Onlarla yüzyüze geldiğimizde, gönlümüze bir sekînet (sabır, sebat) indir ve ayaklarımızı yerinde sâbit tut (da bizi dağıtma ya Rabb)![505]
O günlerdeki sıkıntıları şöyle anlatıyor Huzeyfe İbnül-Yeman (r.anhuma):
- Biz, Ahzab gecesi saf tutmuş oturuyorduk. Ebu Süfyan ve beraberindekiler de bizim üstümüzdeydiler. Yahudî kabilesi Kureyza oğulları, bizim altımızdaydılar, amma onların saldırısından çekiniyorduk. Bizi, ne ondan şiddetli bir karanlık sarmıştı, ne de ondan şiddetli bir rüzgar. Gelen rüzgarın sesleri fırtınalar gibiydi. Öyle bir karanlık ki, hiçbirimiz parmağını göremiyordu.
Münafıklar, Hz. Peygamberden izin istiyorlar ve:
- Ailelerimizin korunması gerekir, diyorlardı.
Halbuki aileleri korunacak değildi. Onlardan kim, Peygamberden izin isterse, hepsine izin verilmişti. İzin verilmiş olanlar, çekilip gidiyorlardı.
Biz, üç yüz kadar kişiydik. Biz, kişi, kişi Hz. Peygamberi karşıladık ve Onunla yüz yüze geldik. Düşmandan ve soğuktan beni koruyacak, karımın yünden bir elbisesinden başka bir şey kalmamıştı. O da, ancak diz kapağıma kadar geliyordu.[505]
Hasan:
Ve siz, Allah için çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. kavli hakkında şöyle demiştir:
- Muhtelif zanlarda bulunuyorlardı. Münafıklar, Hz. Muhammedin ve Ashabının kökten yok olacağını sanıyorlardı. Müminler ise, Allahın vadinin ve Rasulullahın sözünün hak olduğunu kesinkes biliyor, Allahın İslâmı, müşrikler istemese de bütün dinlere üstün kılacağına kanaat getiriyorlardı.[505]
Bu zorlu belâ ve imtihan gününden bir başka kesit:
İşte o esnada belâ büyüdü ve korku şiddetlendi. Düşmanlar, her taraftan geldiler. Müminler, büsbütün bir zan içine düştüler. Bazı münafıklarda nifak zahir oldu.
Muattib b. Kuşeyr, şöyle demeğe başladı:
- Muhammed, bize Kisrânın ve Kayserin hazinelerini yememizi vadediyordu. Bugün ise, bizden hiç birimiz kaza-yı hacetini def için giderken kendi için emin olamıyor.[505]
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.) ile yeryüzünün en hayırlı nesli olan Ashab-ı Kiram (Allah cümlesinden razı olsun), bu zor anları, bu çileli durumu yaşarken, kendilerinden önceki mümin müslümanların başlarına geleni düşünüyorlardı ve bundan dolayı teselli buluyor, sabırları daha da artıyordu...
En hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram,[505] önderleri ve hayat rehberleri Rasulullah (s.a.s.) ile beraber bütün zorlukları göğüslüyor ve eziyetlere katlanıyor, dayanıyorlardı... Çünkü onlardan önce yaşamış olan muvahhid mü'minlere, Öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Peygamber, beraberindeki müminler:
- Allahın yardımı ne zaman? diyordu.
Şüphesiz inanıyorlardı ki, Allahın yardımı yakındır, fakat onlar, zamanını bilmedikleri için bunu soruyorlardı... O dayanılmaz sıkıntıların verdiği bir ruh hâliyle Allahın yardımının hemen gelmesini istedikleri için:
- Allahın yardımı ne zaman? diyorlardı.
İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor:
Müfessirlerin çoğunluğuna göre, ayetin sonuna kadar olan bölümü Peygamberin ve müminlerin söyledikleri sözdür. Yani onlar, o noktaya kadar geldiler ki, sonunda Allahın yardımının geciktiği zehabına kapıldılar. Yüce Allah da onlara:
Bilin ki, Allahın yardımı yakındır diye buyurdu.
Bu, Peygamberin, şüphe ve tereddüd kastıyla değil de, Allahdan yardımın daha çabuk gelmesini istemek üzere söylediği sözler cümlesinden olabilir. Bazıları da:
- İfadede, takdim ve tehir vardır, demektedir.
İfadenin takdiri şöyledir:
Hatta iman edenler:
- Allahın yardımı ne zaman? dediler.
Rasul de:
- Bilin ki, muhakkak Allahın yardımı yakındır, diye cevab verdi.
Yüksek mevkii dolayısıyla Rasul, rütbe itibariyle takdim edildi. Buna sebeb ise, onların söyledikleri sözün zaman itibariyle önceden olmasıdır.[505]
İnsanlar, her anlarında imtihan edilmektedirler... Gerçekten iman edenler ile kalben iman etmedikleri hâlde yalnızca dilleriyle, iman ettik diyenlerin birbirinden ayırdedilmeleri için bir imtihan gereklidir... Gerçek iman sahibleri olan muvahhid mü'minler ile sahte müslümanlar, yani münafıklar, imtihan sırasında ortaya çıkarlar... Muvahhid mü'minler, Allahın hükümlerine göre yaşamaya gayret ederken, Allah düşmanlarından gelen her türlü eziyete katlanıp sabır ederken, münafıklar en küçük bir zorluk karşısında çözülüverirler... İmtihan sırasında imanı kuvvetli ve kâmil olanlar ile imanları zayıf olan mümin müslümanlar da belli olur... İmtihan, bir iman derecesi ölçüsüdür!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Elif,Lâm, Mîm.
İnsanlar, (sadece) iman ettik diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?
Andolsun, onlardan öncekilerini sınadık. Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut, 29/1-3)
İman ettiğini beyan eden insanlardan delil ve ispat istenir... Onlar, iman edip imanlarında sadık olduklarına dair kendilerini ispat etmeleri gerekir... Bu da, imanına herhangi bir şirk ve küfür karıştırmadan salih amellerle imanlarının varlığını ortaya koymak ile gerçekleşir... Kim olursa olsun, ne olursa olsun zalim tağutların inkârı ve reddedilmesinden sonra katıksız bir şekilde Allaha inanmak ile gerçekleşen iman, kurtuluşun sapasağlam kulpudur... Ona sımsıkı yapışan kurtulur...
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz doğruluk (rüşd), sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allaha inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapış-mıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara, 2/256)
Bu şekilde inanan ve inandığıyla amel eden muvahhid mü'minler, en korkunç ve büyük zulüm olan şirkten[505] kendilerini çok iyi korumaya çalışırken, imanlarına asla şirk bulaştırmamaya en son gayretleriyle çalışırlar... İmanına şirkin karışması, imanın varlığını ortadan kaldırır ve şirk, asla affedilmeyen bir suçun tâ kendisidir[505]...
İman edenler ve imanlarına şirki ve küfrü karıştırmayanlar hidayete ermiş, umduklarına kavuşmuş olan izzet ve şeref sahibi şahsiyetli mümin müslümanlardır...[505] Bunlar, imanlarının gereği olan salih ameller işleyerek, müstekbir zalim egemen tağutların ilâhlaştırdıkları hevalarından[505] kaynaklanan emir ve nehiylerini redderek,[505] Allaha ve Rasulullah (s.a.s.)a kesin itaat eden şahsiyetlerdir...
Rabbimiz Allah, bu muvahhid mü'min kullarının imanlarındaki samimiyetlerini, diğer insanlara örnek ve şahid oluşlarını ortaya çıkarmak için kendilerini, kaldırabilecekleri, yani güçlerini aşmayan imtihan şekilleriyle dener...[505]
Rabbimiz Allah, iman eden kullarını imtihan edip sınadığını, imanlarında sadık olanların ve yalancıların bu imtihan sırasında ortaya çıkarıldığını beyan buyuruyor...
Ankebut Sûresinin bu ilk ayetlerinin esbâb-ı nüzûlü için Şabî (rh.a.), şunları beyan ediyor:
Bu ayet, Mekkeli bir grup insan hakkında inmiştir. Onlar, İslâmı kabul ettiler. Medinede bulunan Peygamber (s.a.s.)in Ashabından bazıları onlara yazdı ki:
- Siz, hicret etmedikçe, ikrarınız ve İslâm'ınız kabul edilmez.
Onlar da, Medineye gitmek üzere yola çıktılar. Bunun üzerine müşrikler, onları takib edip ezâ ve cefa ettiler. Bu ayet, onlar hakkında indi.
Medinedeki müslümanlar onlara mektub gönderdiler ve dediler ki:
- Sizin hakkınızda şöyle şöyle ayetler indi.
Bunun üzerine onlar dediler ki:
- Biz, yola çıkarız. Eğer bizi bir takib eden olursa, onu öldürürüz.
Derken yola çıktılar. Müşrikler de, onları takibe koyuldular. Onlar da, takib edenleri öldürdüler. Onlardan da, kimi öldürüldü, kimi kurtuldu.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, onlar hakkında şu ayeti indirdi:
Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz senin Rabbin, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl, 16/110)[505]
İbn Abbas (r.anhuma) ve başkaları şöyle demişlerdir:
- Burada, İnsanlar ile Mekkede bulunan müminler topluluğu kasdedilmektedir. Kureyşin kâfirleri bunlara müslüman oldukları için eziyet ediyor, onlara işkence yapıyorlardı.
Seleme b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia, el-Velid b. el-Velid, Ammar b. Yasir, babası Yasir, annesi Sümeyye, Mahzum oğullarından birkaç kişi ve başkaları gibi.
Bundan dolayı oldukça sıkılıyorlar, hatta yüce Allahın kâfirlere, müminlerin aleyhine böyle bir güç ve imkân vermesine tepki bile gösteriyorlardı.
Mücahid (rh.a.) ve başkaları derler ki:
- Ayet-i Kerime, yüce Allahın müminleri sınamak, onları denemek maksadı ile kulları hakkında uygulaya geldiği Sünnetinin bu olduğunu öğretmek ve onları teselli etmek üzere nâzil olmuştur.
İbn Atiyye (rh.a.) dedi ki:
- Bu ayet-i kerime, her ne kadar bu sebeb, yahud da bu anlamda belirtilen görüşler sebebiyle nâzil olmuş ise de, Muhammed (s.a.s.)in ümmeti arasında bakîdir. Zaman durdukça hükmü de, bu ümmet arasında kalmaya devam edecektir. Çünkü müslüman serhadlerde, müslümanların esir alınmak, düşmanlardan zarar görmek ve bunun dışında herhangi bir takım zorluklarla başbaşa kalmak sûretiyle Allah tarafından fitne (sınama)ye maruz kalmaları kalıcı bir husustur. Aynı şekilde herbir yer ibretle tetkik edilecek olursa, hastalıklarla ve türlü mihnetlerle de bunun, gerçekleşmekte olduğunu görebiliriz. Şu kadar var ki, müslümanların serhadlerde düşmanlardan gördükleri zararları, çektikleri sıkıntıları, Kureyşlilerle karşı karşıya kaldıkları musibet ve zorlukları andıran bir durumdur.[505]
Katıksız iman sahibi ve salih amel işleyen muvahhid mü'min bir şahsiyet, Allah yolunda olup her şeyi Allah içindir...[505] Böyle bir muvahhid şahsiyetin, Rabbi Allah tarafından belâ, musibet ve İslâm düşmanlarından eziyetler ile çeşitli hastalıklar, onun günahlarına keffâret olup onu mânen tertemiz eden şeylerdir...
Muvahhid mü'mine düşen vazife, imtihan hâlinde sızlanmayıp sabretmesi ve Rabbi Allaha her hâlinde hamdetmesidir...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Andolsun, Biz sizi, biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.
Onlara, bir musibet isabet ettiğinde derler ki: Biz, Allaha aid (kullar)ız ve şüphesiz Ona dönücüleriz.
Rablerinden bağışlanma (salât) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara, 2/155-157)
Ümmül-müminin Aişe (r.anha)ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
Mümin, hasta olduğu zaman Allah, onun günah kirlerini temizler. Maden eritme ocağı, demirin pasını giderdiği gibi.[505]
Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor:
- Ya Rasulallah, insanlardan hangisinin belâsı daha ağırdır, dedim.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Peygamberler ve onların peşinden (derecelerine göre insanların) en liyakatlısı ve en liyakatlısı.
Kişi, dindarlığı derecesinde belâya uğratılır. Şayet dininde sağlam ise, belâsı ağırlaşır ve eğer dininde gevşeklik varsa, dindarlığı nisbetinde belâya uğratılır.
Nitekim belâ, bir kuldan ayrılmayarak neticede onu, üzerinde herhangi bir hata olmaksızın yeryüzünde yürür duruma gelir![505]
Yahya b. Said (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.) zamanında ölen bir zât hakkında birisi:
- Ne mutlu ona! Bir hastalığa tutulmadan vefat etti, dediğinde,
Rasulullah (s.a.s.):
Vah yazık! Bilmiyorsun ki, eğer Allah onu, bir hastalığa mübtelâ kılsaydı, onu, günahlara keffaret kılardı (bununla günahlarını bağışlardı). buyurdu.[505]
Rabbimiz Allah, kullarını imtihan etmesindeki hikmeti şöyle beyan buyurur:
Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip ayırd etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırd etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Âl-i İmrân, 3/142)
Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allahdan ve Rasulünden ve müminlerden başka sır dostu edinmeyenleri Allah bilip (ortaya) çıkarmadan bırakılıverileceğinizi mi sandınız? Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Tevbe, 9/16)
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:
- Allah Teâlâ, insanın içinin, dışından başka ve farklı olmasına razı olmaz. O, mahlukatından ancak istikamet ve doğruluk ister, Nitekim O:
Bizim Rabbimiz Allahdır deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar.....(Fussilet, 41/30) buyurmuştur.
Savaş, farz kılındığı zaman münafık, münafık olmayandan, müminlere dost olan, düşman olandan ayrılmıştır.[505]
Başta Rasuller (Allahın salat ve selâmı üzerlerine olsun) olmak üzere bütün muvahhid mü'minler, imtihan sırasında eziyetlere, işkence ve çilelere sabrettikleri, acele etmedikleri ve Allahdan ümitvar oldukları müddetçe, kendilerine Allahın yardımı ulaşmıştır... Rabbimiz Allah, mümin müslüman kullarına vermiş olduğu imkânların bittiği anda onları, ummadıkları yerden rızıklandırmış, kendilerine yepyeni imkânlar vermiştir... Böylece onları kurtarmış ve hidayetlerini arttırmıştır...[505]
Rabbimiz Allah, asla değişmeyen Sünnetinin[505] bir bölümünü şöyle beyan buyurur:
Öyle ki, Rasuller, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Biz kimi dilersek o, kurtulmuştur. (Yusuf, 12/110)
Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir.
Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklar.
Ve hiç şüphesiz, Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır. (Saffat, 37/71-73)
Allah, yazmıştır: Andolsun, Ben galip geleceğim ve Rasullerim de.' Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir ve üstün olandır. (Mücadele, 58/21)
Urve İbnuz-Zübeyr (rh.a.) anlatıyor:
Kendisi, Aişe (r.anha)ya:
"Öyle ki Rasuller, umutlarını kesip de... (Yusuf, 12/110) kavlini sorarken, Aişe, aşağıdaki cevabları vermiştir.
Urve dedi ki:
Ben Aişeye:
- Rasuller, yalana mı nisbet edildiler yahud tekzib mi ettiler? diye sordum.
Aişe:
- Tekzib edildiler, dedi. Ben Aişe'ye:
- Rasuller, kavimlerinin kendilerini tekzib ettiklerini kesin bilmişlerdir. Bu, zan ile değildir? dedim. Aişe:
- Evet, hayatıma yemin ederim ki, onlar, bunu kesin olarak bilmişlerdir, zannetmemişlerdir, dedi. Ben, yine Aişeye:
- Rasuller, kendilerine yapılan yardım vadinde aldatıldıklarını zannettiler, dedim.
Aişe:
- Bundan, Allaha sığınırım. Rasuller, bunu, Rabblerine zannedici değildir, dedi.
Öyleyse şu ayet nedir? dedim.
Aişe:
- Bunlar, Rasullere tabi olan kimselerdir ki, Rabblerine iman etmiş ve Rasulleri de tasdik etmişlerdi. Fakat üzerlerindeki belâ uzamış ve zafer de kendilerinden gecikmiştir. Nihayet Rasuller, kavimlerinden kendileri yalanlayanların imana gelmelerinden ümit kesecekleri hâle geldikleri ve yine Rasuller, kendilerine tabi olanların da, kendilerini yalanlayacaklarını zannettikleri vakit, işte tam bu sırada Allahın yardımı ve zaferi, Rasullere gelmiştir, dedi.[505]
Müminlerin annesi Aişe (r. anha)nın ayetin tefsirinde de beyan ettiği gibi, gerek Rasuller, gerekse ümmetlerinden muvahhid mü'minler, çok çile çekmiş, çok eziyet görmüş ve birçok işkencelere uğratılmışlardır... Gerek zamanlarında, gerek kendilerinden sonraki mümin müslümanlar için birer sabır ve sebat örneği olmuşlardı... İmtihan hâlinde sızlanmamış, Allahın yardımıyla sabretmesini bilmiş, bütün zorluklara direnip, Allah'ın vadettiği zafere ulaşmışlardır... Her çağdaki muvahhid mü'minleri, kendilerinden önceki örnek iman ve Tevhid nesillerinin davrandığı gibi davranmalıdır... İnşaallah, onların ulaştığı mertebeye ulaşır ve Allahın rızasını kazanırlar...
Doğrusu, Allahın rahmeti, iyilik (ihsan) yapanlara pek yakındır. (Arâf, 7/56)[505]
İŞKENCE
- ONLAR GİBİ
- Öncekilerin Başına Gelenler
- Ashabu'l-Uhdud
- Ashabu'l-Karye
- Hep Aynı Zulüm
- Rasulullah (s.a.s.)'ın Kanını Döken Bir Kavim
- En Hayırlı Neslin Çilesi
- Sünnete Sarılmak, Hidayettir
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı:
- İCTİHAD
- Terim Olarak İctihad:
- İctihad
- İctihad
- İctihad
- İÇ EZAN
- İDDİHÂR
- İDEOLOJİ
- İDRAR
- İFFET
- İFK OLAYI
- İFLÂS
- İFTAR
- İFTİRA
- İ
- İftira
- İFTİTAH TEKBİRİ
- İĞVÂ
- İHANET
- İHDÂD
- İHLÂL
- İHLÂS
- İHLÂS SÛRESİ
- İHRAM
- İhrama Giren Kimsenin Dikkat Edeceği Hususlar:
- Mikatlar (İhrama Girme Yerleri):
- İHRAZ
- İHSAN
- İHTİLÂFÜ'D DÂR
- İHTİLÂM
- İHTİLÂT
- İHTİYARLIK
- İHTİYAT
- İHVANU'S-SAFÂ
- İHYÂ
- İNSANI İHYA
- Ve'l-Asr
- İDDET
- İHSÂR
- İHTİDÂ
- İHTİKÂR
- İKÂB
- İKÂLE
- İKİNDİ NAMAZI
- İKRAR
- Hastanın İkrarı:
- İKTA'
- İkta'nın Kısımları:
- 1- Temlik Suretiyle İkta':
- 2- İstiğlâlen ikta':
- İKTİDÂ
- İKTİDAR
- İKTİDARSIZLIK
- İKTİSAD
- İLÂ'
- İlâ'nın Şartları:
- İLÂHİ KANUN
- İLAHİ KİTAPLAR
- İLÂH
- İ'LÂY-I KELİMETULLAH
- İLHAM
- İLLET
- İLLİYYÛN
- İLME'L-YAKÎN
- İLTİMAS
- İLTİZAM
- İLYAS (a.s.)
- İMA
- İMALE
- İREM
- İMÂMEYN
- İMANIN ŞUBELERİ:
- Birinci Kısım: Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
- İkinci Kısım: Dille Alakalı Ameller
- Üçüncü Kısım: Bedenî Ameller
- 1. Çeşit: Muayyen Şeylere Ait Olanlar
- 2. Çeşit: Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
- 3. Çeşit: Âmmeye Müteallik Şeyler
- İMARET
- İMSAK
- İMTİYAZ HAKKI
- İNCİL
- İncil Çeşitleri:
- 1) Matta İncili:
- 2) Markos İncili:
- 3) Luka İncili:
- 4) Yuhanna İncili:
- İNFÂK
- İ
- İnfak
- İnfak
- İnfak; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnfak
- Hadislerde İnfak
- Allah'ın Verdiği Her Nimetin İnfakı Vardır
- Malla Yapılan İnfak
- İlimden Yapılan İnfak
- Mutluluktan Yapılan İnfak
- Sağlıktan yapılan İnfak
- Gençlikten Yapılan İnfak
- Güzel Sözle Yapılan İnfak
- Güler Yüzle Yapılan İnfak
- İnfakın Fayda ve Hikmetleri
- İNFİTÂR SÛRESİ
- İNKÂR
- İNNİN VE BAŞKALARI
- İNSAN
- Yaratılış Gayesi:
- Sosyal Açıdan İnsan:
- Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
- İnsanın İki Yönü
- İnsanın Bazı Temel Özellikleri
- Kur'an-ı Kerim'de İnsan
- a) İnsanın Olumlu Özellikleri
- b) İnsanın Olumsuz Özellikleri
- İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
- 1) Zekâ:
- 2) Anlatma (İfade) Yeteneği:
- 3) Ellerinin Yapısı Ve Vücudunun Dik Durması:
- 4) Öğrenme Ve Yeni Denemelerde Bulunma Yeteneği:
- İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
- Kur'an'da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
- İnsanın Yaratılışı
- Ne Zamandan Beri Müslümanım? (Dünyaya Ne Olarak Geldim?)
- Kaalu Bela Ne Demektir?
- İnsanın Yaratılış Gayesi
- İnsanın Konumu ve Görevi
- İnsan Ölünce Ne Olacak?
- Akîde Yönünden İnsanlar
- İnsanın Değer ve Üstünlüğü
- İnsanın Değeri:
- Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
- İNSAN SÛRESİ
- İNŞA
- İNŞALLAH
- İNŞİKÂK SÛRESİ
- İNŞİRAH SÛRESİ
- İNTİHAR
- İNZAL
- İNZÂR
- İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnzâr Kavramı
- Mü'minlerin Uyarılması
- Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
- Çağdaş Davetçi/
- Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
- Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
- Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
- İNZİVA
- İPEKLİ GİYİNMEK
- İPOTEK
- 1. Ortak Malların Rehnedilmesi:
- 2. Başka Bir Şeye Bitişik Ve Onunla Meşgul Bulunan Malın Rehnedilmesi:
- İRHASAT
- İRŞÂD
- İ
- İrşad
- İRTİDÂD
- İrtidâd; Anlam ve Mâhiyeti
- Geniş Anlamda İrtidâd ya da Riddet Nedir
- İrtidâd, Neden Küfrün
- Kur'ân-ı Kerim Mürtedler
- İrtidâd, Aynı Zamanda Bir İslam Hukuku Konusudur.
- Mürtedin Kişiliği:
- Mürted
- İrtidat Sebepleri:
- Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
- Mürtedin Öldürülmesinin Hikmeti:
- İrtidatın Başlaması:
- 1) Dinden Tamamen Dönenler:
- 2) Namazla Zekâtı Birbirinden Ayıranlar:
- Ridde Savaşları
- Halid bin Velid'in Tuleyha Meselesini Çözümlemesi:
- Benû Âmir, Havâzin ve Suleymlilerin İrtidâdı:
- Kur'ân-ı Kerim'de İrtidâd Kavramı
- Bir Tefsirden İktibas
- Hadis-i Şeriflerde İrtidât Kavramı
- Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
- İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri
- Gizli İrtidâd
- Şirkin Çağdaş Yansımaları; Özendirilen ve Dayatılan Mürtedlik
- Güncel Câhilî Eğitimde Şirk:
- İttibâ Şirki:
- Mürtedliğe Giden Yollar
- Mürtedliğe Yol Açan Sebepler:
- Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar:
- Elfâz-ı Küfür:
- Çevrede Çokça Duyulan Elfâz-ı Küfürden Bazıları (Söyleyeni Şirke Düşürmesinden Korkulan, Müslümanları Mürted Yapmasından Endişe Edilen Çirkin Sözler)
- 1) Allah'la İlgili:
- 2) Dinle İlgili:
- 3) Cennet, Melek ve Kaderle İlgili:
- Ef'âl-i Küfür:
- 1) Puta Tapmak:
- 2) Mushafı Pisliğe Atmak Gibi Saygısızca Davranmak:
- 3) Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek:
- 4) İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek:
- 5) Ölülerden Duâ Ederek Bir Şey İstemek, Kabirleri Tapınak Yapmak:
- 6) Haç Takınmak:
- 7) Ğıyar ve Zünnâr:
- 8) Mecûsî ve Yahûdi Şapkası:
- 9) Sihir:
- Müşrik ve Mürtedlerle Mücâdele
- Seyyidü'l-İstiğfar Duası:
- Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
- İrtidâd, İrticâ/Gericilik Demektir; Mürted de Mürtecî/Gerici
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- İRTİDAT (MÜRTED)
- İSA (a.s.)
- Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi:
- Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa:
- Hadislerde Hz. İsa:
- Hıristiyanlara Göre Hz. İsa:
- Hz. İsa'nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular:
- İncillere Göre Hz. İsa'nın Beşerî Yönleri:
- Hz. İsa'nın Babasız Doğma Mûcizesi:
- Hz. İsa'nın Ref'i ve Nüzûlü Meselesi:
- Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis
- Mehdî:
- Deccâl:
- Deccâlın Özellikleri:
- İSBAT-I VACİB
- İSLAM'DA MEZHEP
- Müellifin Önsözü
- İslâm Ve İman'ın Hakikati:
- Dört Mezhebten Belli Bir Mezhebi Taklid Etmek Ne Vaciptir, Ne De Mendup
- İslâm'ın Esası Allah'ın Kitabı Ve Rasûlullah'ın Sünnetiyle Amel Etmektir
- Müteahhirun Herşeyi Değiştirip, Tek Bir Kişiyi Taklid Etmeyi Gerekli Kılmakla Tefrikaya Düştüler
- İnsan Öldüğünde Kabirde Mezhep Veya Tarikattan Sorguya Çekilir Mi?
- Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gerekli Olduğu Sözünün Aslı Siyasetle İlgilidir
- Mezhebin Bid'at Oluşu Konusunda Dehlevi'nin Araştırması
- Rasûlullah'tan Başka Birisine Taassup Gösteren Sapık Ve Cahildir
- Kemal B. Hümâm'ın Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gereksiz Olduğunu Belirtmesi
- Uyulması Gereken İmam Rasûlullahtır
- İhtilaf Ve Tefrikalar Mezheplere Tabi Olma Yüzündendir
- İmam Ebu Hanife'nin Mezhebi Kur'an Ve Sünnetle Amel Etmektir
- Müçtehid İçtihadında Hata Da Yapabilir, Doğruyu Da Bulabilir Teşride. Hata Yapmayan Sadece Peygamberdir
- Hak Kesinlikle Rasûlullah'ın Dışında Hiçbir Kimsenin Görüşüyle Sınırlandırılamaz
- Önemli Bir İkaz
- Bu Ümmetin Hali Ancak Evvelkilerin Islah Olunduğuyla Islah Olunur
- Ulemanın Dinin Hükümlerini Değiştirdiğine Dair Fahreddin Er-Razî'nin Görüşü
- İmam-ı Â'zam (En Büyük İmam) Rasûlullahtır
- Allah Bize Sırat-ı Müstakim'e Girmemizi Emrediyor
- Gazaba Uğrayanlar, Hakkı Sadece Kendi Mezhebinden Kabul Ederler
- Rasûlullah Belli Bir Mezhebin İnsanlar İçin Gerekli Olduğunu Söylememiştir
- Fasıl
- Kaynaklar
- İSM
- İSMAİLİYYE
- Mezhebin Kaideleri:
- İSMET
- İSM-İ A'ZÂM
- İSNÂ AŞERİYYE
- İSNÂD
- Âli ve Nâzil İsnâd:
- İSRÂ
- İSRÂ SURESİ
- İSRAF
- İsrafın Anlam Sahası:
- Kur'an'da İsrafın Manaları:
- İSRÂFİL (a.s)
- İSRÂİLİYÂT
- İSRAİLOĞULLARI
- Benî İsrâil, İsrâil, İbrânî, Yahûdî ve Mûsevî Kelimeleri ve Mâhiyeti
- Bazı Hadis-i Şerifler:
- İsrâiloğullarının Tarihi
- Firavun ve İsrâiloğulları
- Firavun'dan Kurtulduktan Sonra İsrâiloğulları
- Hz. Muhammed (s.a.s.) ve İsrâiloğulları
- İsrâiloğullarının Karakteri / Yahudileşme Alâmet ve Özellikleri
- Onlar ve Biz
- Yahudileşme ve Yahudileşme Temâyülü
- İmanda Pazarlık
- Dini, Kutsal Kitabı Tahrif
- İSTİANE
- İSTİARE
- İSTİÂZE
- İstiâze; Anlam ve Mâhiyeti:
- Kur'an'da İstiâze:
- Sünnette İstiaze:
- İstiazenin Hükmü:
- Şeytandan Kurtuluş Yolu:
- Sığınan, Kendisine Sığınılan ve Kendisinden Sığınılan
- Şeytanın İbâdetlere Tasallutu ve Şeytanı Kaçıran Şey:
- Günümüzde İstiaze Anlayışı:
- Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?
- İstiâze Şuurunun Bize Kazandıracağı Anlayış ve Davranışlar:
- İSTİBRÂ'
- İSTİDRAC
- İSTİĞÂSE
- İSTİĞFAR
- İstiğfar'ın Mahiyeti?
- İbadet Olarak İstiğfar:
- İSTİHÂRE
- İSTİHAZA
- İSTİHKAK
- İSTİHLÂF
- İSTİHSAN
- İstihsanın Çeşitleri:
- 1. Nass Sebebiyle İstihsan:
- 2. İcmâ Sebebiyle İstihsan:
- 3. Zarûret ve İhtiyaç Sebebiyle İstihsan:
- 4. Kapalı Kıyas Sebebiyle İstihsan:
- 5. Örf Sebebiyle İstihsan:
- 6. Maslahat Sebebiyle İstihsan:
- İSTİKAMET
- (DOĞRULUK-DOĞRU YOL)
- İSTİKBÂR
- İstikbâr ve Türevleri:
- İstikbar Duygusu:
- İstikbâr; Tanım ve Mâhiyeti
- Istikbar Duygusu
- MÜSTEKBİR
- Müstekbirlerin Özellikleri:
- İstikbar Mantığı:
- Müstekbir Tipler
- Müstaz'af
- Müstekbir ve Müstez'af Ilişkisi
- Müstaz'af İnsan Grupları
- Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap
- Uhrevî Azap ve Cehennnem:
- İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri)
- İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve
- İSTİLÂ
- İSTİLAM
- İSTİMLÂK
- İSTİMNÂ
- İSTİMVÂL
- İSTİNBÂT
- İSTİNCA
- Abdest Bozmanın Âdâbı:
- İSTİNŞÂK
- İSTİRCÂ'
- İSTİSNA BÂBI
- İSTİŞARE
- İstişârenin Fazileti:
- İSTİŞARENİN EHEMMİYETİ
- İstişare Emri:
- Telakki:
- Teşvik:
- Hz. Peygamber İstişareye Muhtaç Mı?
- En Büyük Dahi De İstişareye Muhtaçtır:
- Ashab Ve İstişare:
- Hz. Peygamber'in Müşavirleri:
- İstişare Mevzuları:
- İstişare Dışı Mevzular:
- İstişarenin Mekanizması
- 1- Müşavirin Durumu:
- a. Liyakat:
- b. Mûtemed Olmak:
- c. Müslüman Ve Dindar Olmak:
- d. İlgili Olmak:
- 2. İstişarenin Şekli:
- a. Doğrudan Re'ye Müracat:
- b. Liyakatlinin Müdahalesi:
- c. Yersiz Teklif:
- 3- Kararın Alınması:
- a- Ekseriyetin Re'yi:
- b- Görüşlerden birinin ihtiyarı:
- c- Kararı Tehir Etmek:
- d- İcbarî Karar:
- 4- Şahsî Kanaatında Direnmemek:
- 5- Müşavirleri Gücendirmemek:
- 6- Tatbikat Sırasında Azim:
- Batı Demokrasisi:
- 1) Demokrasinin Tenkidi:
- Teknokrasi
- Demokrasinin Sonu Anarşidir:
- 2) İslam'da Kanun Koyma Mekanizması:
- 3) Hürriyet Telakkisi:
- Peygamberler De Hür De
- Hürriyet Sahası:
- Tahdidden Gaye:
- İslam'da Kadınlarla İstişare
- I- Kur'an'a Göre:
- II. Sünnete Göre:
- Bu Meselede Temel Prensip:
- İSTİŞHÂD
- İSTİVÂ
- İSYAN
- İsyan Nedir?
- İsyanın İki Anlamı:
- İsyan; Anlam ve Mâhiyeti
- İsyanın İki Yönü
- Ma'siyet Ne Demektir?
- İtaat; Anlam ve Mâhiyeti
- Tâat Ne Demektir?
- Kur'ân-ı Kerim'de İtaat ve İsyan Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde İtaat ve İsyan
- İtaat Edilmesi Gereken Kimseler
- a- Allah'a İtaat:
- b- Rasûl'e İtaat:
- c- Ülü'l-Emr'e İtaat:
- İtaat Edilmesi Yasak Olan Kimseler
- a- Kâfirlere:
- b- Ehl-i Kitaba:
- c- Münâfıklara:
- d- Kendisini Allah Yolundan Uzaklaştıran ve Saptıran Liderlere ve Büyüklere:
- e- Şeytana ve Şeytanın Dostlarına:
- f- Günahkârlara ve Nankörlere:
- g- Yalancılara:
- h- Ahlâksızlara:
- i- Gâfillere, Zikirden (Allah'ı anmaktan ve Kur'an'dan) Gaflette Olanlara:
- j- Namaza Engel Olanlara:
- k- Aşırılara, İsrafçı ve Fesatçılara:
- l- Şirke Zorlayan Ana-Babaya:
- m- Halka, İnsanların Çoğuna (Demokrasi Anlayışına) ve Zanna:
- n- İnsanların ve Bilmeyenlerin Hevâlarına/Kötü Arzu ve İsteklerine:
- o- Allah'a ve Rasûlüne İsyanı (Haram Olan Bir Şeyi) Emreden Kim Olursa Olsun, Ona
- Küfürde Önderler ve Onların İzinden Giden Uyduları
- İtaat ve İsyan Yoluyla Düşülen Şirk
- Allah'a İtaat ve İsyanın Boyutları
- Bütün Evren Allah'a İtaat Etmektedir
- Nerdesin Ey Güzel İsyan?
- İŞÇİ, İŞÇİLİK
- İŞHAD (ŞAHİT TUTMA)
- İŞKENCE
- İŞRAK NAMAZI
- İŞVEREN
- İTAAT
- İTAB ÂYETLERİ
- İTİKÂD
- İTİKÂF
- İ'TİKÂF
- İTLÂF
- İtlafta Tazminin Gerekmesi İçin Gereken Şartlar:
- İTTİHAD
- İVAZ
- İYİLİK
- İZÂLE-İ ŞÜYÛ
- Kazaen (Mahkeme kararıyla) Taksimin Şartları:
- İZÂR
- İZZET
- İzzetin Manası:
- Kişiye İzzet Kazandıran Davranışlar:
- Gerçek İzzet:
- İZZET-İ NEFS