Vusul İçin Usûl
İnsanı ihya hareketi, hangi çağda, hangi zamanda, hangi mekânda, hangi toplum ve hangi şartlarda olursa olsun, Rabbimiz Allah ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarafından usûlü belirlenmiş bir harekettir... Nasıl yapılacağı ve hangi şartlarda gerçekleştirileceği beyan olunmuştur... Gerek mümin müslümanların ihyası, gerekse gayr-ı müslimlerin İslâma davet olunarak ihya edilmesi, belli bir usûl, yani metod ile gündeme gelmelidir... Meşru hedef için, meşru usûl şarttır...
Rabbimiz Allah, gayr-ı İslâmî ve şirkin egemen olduğu bir ortamda, gerek egemen tağutlara, gerekse onlara kanmış olan insanlara, İslâmın nasıl tebliğ edilip davet edileceğine dair, Rasulullah (s.a.s.) örneğini beyan buyurmuştur... İhya erleri olan muvahhid müminler, yegâne önderleri Rasulullah (s.a.s.) ve örnek olarak beyan edilen diğer Rasullerin kullandığı usûl ile hareket etmelidirler... İnsan unsuru değişmediğine göre, onun ihya usûlü de değişmez... İnsan, aynı insan, usûl, aynı usûldür... Dünyanın neresinde olursa olsun ve hangi toplumda bulunursa bulunsun, insanı ihya usûlünün temel ilkeleri değişmez... Ancak bu ilkeler, ihya erleri tarafından zamana, mekâna ve bölge insanına göre takdim ve tehir ile uygulama sahasına konulabilir... Bu, İslâmî ihya ilkelerinin değiştirilmesi değil, değişmez ilkelerin zaman, mekân ve insan durumuna göre uygulanışıdır...
Rabbimiz Allah, kendisi için seçip risalet vazifesiyle vazifelendirdiği ve egemen olduğu bölgede azgınlık yapan tağut Firavna gönderdiği Rasulü Musa (a.s.)a şöyle buyurmaktadır:
Seni, kendim için seçtim.
Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.
İkiniz Firavna gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.
Ona, yumuşak söz söyleyin. Umulur ki, o, öğüt alıp-düşünür, ya da içi titrer-korkar. (Tâhâ, 20/41-44)
Bu emir, şöyle uygulanır müminlerce:
1) Her biri Allah Teâlânın bir velisi olan ihya erleri muvahhid müminler,[343] insanları Allaha davet ederken, Allahın ayetleriyle hareket ederler ve Allah ile rabıtaları sımsıkıdır... Devamlı Allahı anar, her an Onun huzurunda olduklarının farkına varır, her hâl ve hareketlerinin Allah tarafından görüldüğünü unutmadan ona göre davranırlar... Bu konuda gevşek davranmaz ve üzerlerine düşen vazifelerini hakkıyla yapmaya çalışırlar...
2) Onlar, İslâmı kendilerine tebliğ edip Allaha davet ettikleri insanlara karşı emrolundukları gibi yumuşak davranır ve onların seviyelerine göre kendilerine yumuşak söz söylerler... Onların akıllarının erebildiği konuları örneklerle izah etmeye gayret ederler... Böylece, inşallah, onların hidayetlerine vesile olmaya çalışırlar...
3) Muttaki müminler, şahıslarında ve ailelerinde İslâmı yaşayarak temsil ederken, bilerek insanlara nasihat edip onları İslâma davet ederler... Hem hâlleriyle, hem de dilleriyle insanları ihya etmeye ve onlara örnek olmaya çalışırlar...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, ancak bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın.
Onlara, zor ve baskı kullanacak değilsin. (Ğaşiye, 88/21-22)
Özellikle cahiliyye toplumlarında muhatabları olan insanlara yumuşak bir lisanla öğüt veren, onlara doğruları anlatıp kurtuluş yolunu gösteren ve haliyle onlara örnek olan mümin müslümanlar, davet ettiği kişilerin akıllarının alabildiği şeyleri söylemelidirler... Muhatab edindiği insanların sosyal konumlarını, zekâ durumlarını ve bilgi seviyelerini iyi hesab etmelidirler... Eğer bunları iyi hesab etmez ve dengeyi sağlayamazlarsa, büyük yanlışlıklara sebeb olur ve davetleri karşılık bulmaz... Umduklarının tam tersine bir durumla karşı karşıya kalır, tasdik beklerken reddolunurlar...
Emirül-müminin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.), bu konuda şunları söylemiştir:
- İnsanlara, anlayabilecekleri şeyler söyleyin. Siz, Allah ve Rasulünün tekzib olunmasını arzû eder misiniz?[344]
Abdullah İbn Mesud (r.a.) ise, şöyle demiştir:
- Eğer bir kavme, akıllarının eremeyeceği bir hadis rivayet edersen, o hadis, onların bazısı için ancak bir fitne olur.[345]
Rasulullah (s.a.s.) bize, insanlara derecelerine göre yer vermemizi emir buyurdu.[346] diyen müminlerin annesi Aişe (r.anha), Rasulullah (s.a.s.)in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İnsanlara, mevkiine göre muamele edin![347]
İnsanlar, anlayış ve kavrayış bakımından derece derecedirler... Toplum içinde, değer, yetki ve etki yönüyle de derece derecedirler... Kendilerine muhatab olunurken bu derece farkını da göz önünde bulundurmak gerekir...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. (Yusuf, 12/76)
İnsanı ihya vazifesini yüklenen muvahhid şahsiyetin, içinde yaşadığı toplumun tarihini, sosyal yapısını, yönetimini, ekonomisini, hukukunu, örf ve adetlerini iyi bilmesi lâzım... Ayrıca muhatab edindiği kitleyi iyi tanıması gerek... Kişilerin, psikolojik ve sosyolojik durumlarını çok iyi tesbit etmelidir... Onların inançlarını, fikirlerini, hedeflerini ve metodlarını bilmeli, ona göre davranmalıdır... Köylüsünden şehirlisine, işçisinden işverenine, tahsil görmüş diplomalısından okuma-yazma bilmeyenine, yönetenden yönetilenine, zengininden fakirine, üreticisinden tüketicisine ve yediden yetmişine toplumda yaşayan insanlarla karşılaşacağı için, onları tanımadan, isteklerini bilmeden kendilerine muhatab olamaz... Bundan dolayı toplumda yaşayanlar hakkında bilgi sahibi olmalıdır... Onları tanıyarak kendilerine muhatab olursa, onların huyunu, suyunu bilirse, davet işi çok daha kolay olur...
İhya erlerinin önderi Rasulullah (s.a.s.), içinde yaşadığı toplumu ve muhatab olduğu insanları çok iyi tanıdığı için bazı işlerin yapılmasını zamana bırakarak ertelemişti... Zaman içinde insanlar olgunlaşırlar ve kabul etme konusunda zorlandıkları bazı işleri kolayca kabullenir, onları yapmaya başlarlar... Bunun için çok sabretmek ve acele etmemek gerekir...
Ümmül-müminin Aişe (r.anha)nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Ya Aişe, senin kavmin, cahiliyyet devrine zamanca yakın (küfürden ayrılması yeni) olmasaydı ben, Beytin (Kâbenin) yıkılmasını emrederdim. O da yıkılırdı. Sonra Beytten dışarıda bırakılan Hicri Beyte katar ve kapısını da yere yapışık yapardım. Birde Beyte biri şark tarafında, öbürü de garp tarafında olmak üzere iki tane kapı koydururdum. Bu sûretle de Beyti, İbrahim Peygamberin temeline ulaştırmış olurdum.([348])
Ferde ve topluma beyan edilecek şeyler, onların olgunluğu ölçüsünde olmalıdır... Hakikat ve ilim asla gizlenmemelidir, fakat hakikat ve ilim kendilerine aktarılacak olanların, onu taşıma ve hakkını verme kudretine sahib olmaları gerekir... Eğer fert ve toplum bu seviyede değilse, kendilerine aktarılan hakikat ve ilim onlar için faydadan ziyade zararlı olabilir... Faydalı olan bir şey, yersiz gündeme getirildiğinde israf edilmiş olur... Bunun için İslâm davetçileri çok dikkati olmalı, neyi, nerede ve kime beyan edeceklerinin hesabını iyi yapmalıdırlar...
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Muaz b. Cebel, deve üstünde Rasulullahın terkisinde iken, Rasulullah (s.a.s.):
Ya Muaz İbn Cebel! diye seslendi.
Muaz:
- Lebbeyk ya Rasulallah ve sadeyk, dedi.
Rasulullah (s.a.s.) yine:
Ya Muaz! diye çağırdı.
Muaz:
- Lebbeyk ya Rasulallah ve sadeyk, dedi.
Bu, üç kere vaki oldu. Üçüncüde Rasulullah:
Hiç kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allahdan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin Rasulullah olduğuna şahadet etsin de Allah onu, ateşe haram etmesin, buyurdu.
Muaz:
- Ya Rasulallah, bunu, insanlara haber vereyim de sevinsinler mi? dedi.
Rasulullah (s.a.s.) :
Haber verdiğin takdirde buna güvenirler. buyurdu.
Muaz İbn Cebel, bunu, ölümüne yakın, günahtan kurtulmak için haber verdi.([349])
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma)nın rivayet etmiş olduğu hadiste Rasulullah (s.a.s.), Muaz İbn Cebel (r.a.)ı Ye-mene valî gönderdiğinde, insanları İslâma davet ederken önem sırasına göre nelerden başlayacağını beyan buyurmuştu...
Şöyle buyurdu Rasulullah (s.a.s.):
(Ya Muaz,) şimdi sen, Kitab Ehli olan bir kavmin üzerine valî gidiyorsun. Oraya vardığında ilk vazifen: Yemenlileri Yüce Allaha birleyip Tevhid etmeye çağırmak, olsun.
Allahın birliğini tanıdıkları zaman onlara, Allahın kendilerine gece ve gündüzleri içinde üzerlerine beş vakit namaz farz kılmış olduğunu haber ver.
Namaz kılmaya başladıklarında Allahın kendilerine mallarının zekatını farz kılmış olduğunu ve bu zekatlarının, zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver.[350]
İslâm davetçisinin muhatabları, önce Tevhide davet edilmelidirler... İman konusu, kendilerine bütün yönleriyle izah edildikten ve onlar tarafından katıksız bir şekilde kabul edildikten sonra amelî konular beyan edilmeye çalışılır... Her türlü şirk ve küfürü reddedip terk ederek iman edenler, ibadet konusunda hiç zorlanmazlar... Namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, hacca gitmek, Allah yolunda sadaka verip, cihad yapmak ancak katıksız bir iman ile mümkünleşip kabul edilir... İçine şirk karıştırmış iman[351] ile yapılan ibadetler kabul görmez ve sahibine hiçbir fayda sağlamaz... Bütün amelleri boşa gider...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
Onlar da şirk koşsalardı, elbette bütün yapıp ettikleri onlar adına boşa çıkmış olurdu. (Enâm, 6/88)
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şübhesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. (Zümer, 39/65)[352]
İslâmı, hayat nizamı olarak reddeden ve onun yerine hayata egemen olmak isteyen bütün tağutî ideolojiler, felsefeler ve düzenler, şirk ve küfür üzere kurulmuşlardır... Onlara tabi olup benimsemek, destek olup ayakta kalmalarını sağlamak, onların şirk ve küfürlerine ortak olmaktır...
İhya erleri olan muttaki müminler, insanları ilk önce şirk ve küfürden kurtarıp uzaklaştıracak sonra onlara salih amelleri izah edip, yapmalarına yardımcı olacaktır... Bunları yapmaya çalışırken, ferdin ve toplumun durumunu göz önünde bulundurarak kolaydan başlayacaklardır...
Helâl ve caiz olan iki şeyin en kolayını öne alacak ve önce onun, insanlar tarafından kabul edilmesini sağlayacaklar... Müjde verici olacak, baskı yaparak nefret ettirici olmayacaklar... Ve İslâm davetçileri, kendi aralarında uzlaşacak, çok sıkı bir uyum sağlayıp birlikte hareket edecekler... Onların, ihtilaf etmeleri, birbirlerine aykırı davranmaları, ihya hareketini başarısızlığa uğratır...
Ebu Bürde (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Ebu Saidin dedesi Ebu Musa ile Muaz (b. Cebel)i Yemene gönderip:
Her ikiniz de kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin ve ikiniz de hükümde birbirinize uygun olun (uyuşun ve ihtilaf etmeyin). buyurdu.[353]
Bu hadis-i şerifin şerhinde şunlar beyan edilmiştir:
Hadis-i şerif, Cevamiul-kelimdendir. Rasulullah (s.a.s.)in, sözü az, mânâsı çok olan hadislerine Cevamiul-kelim denildiğini evvelce görmüştük. Bu hâl, Ona mahsus bir lütfu ilâhîdir.
Bu hadisin Cevamiul-kelimden sayılması, bütün dünya ve ahiret hayırlarına şâmil olduğundandır. Zira dünya amel yeri, ahiret de ceza diyarıdır. İşte Peygamber (s.a.s.) burada, dünyaya aid işlerde insanlara kolaylık gösterilmesini, ahiret umuru hususunda da hayırlı vadler, sevindirici müjdeler verilmesini emir buyurmuş, bu sûretle âlemlere rahmet olarak gönderildiğini isbât eylemiştir.
Mânâ şudur:
İnsanlara, yahud müminlere, Allahın fazl-u keremini, sevabını, ihsanının çokluğunu, rahmetinin genişliğini müjdeleyin!..
Nefret ettirmeyin! cümlesinin mânâsı da öyledir. Yani, muhtelif vaid ve korkutucu emir ve nehiyleri söyleyip şiddet göstermeyin ki, yeni müslüman olanlar, bülûğ çağına yaklaşan çocuklar ve günahlarından tevbe etmiş bulunan âsîler, İslâma yatışsınlar. Bunları, lütf-u mülâyemetle yavaş yavaş ibadetlere alıştırın!.. Nitekim, İslâmiyetin ilk zamanlarında bu tedrice riayet olunuyordu. Çünkü yeni müslüman olan bir kimseye gösterilen kolaylık, onun dine ısınmasına ve neşatının artmasına sebeb oluyordu. Şiddet gösterilmiş olsa, ya dini kabul etmez yahud dinde sebat göstermeyip dönebilirdi.[354]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), müşrik ve kâfirlerle savaşmaya göndermiş olduğu İslâm ordusunu ve ordu komutanlarını uğurlarken onlara, düşmanla savaşmadan önce kendilerini Allaha davet etmelerini emrediyordu... Önce hak din ve yegâne hayat nizamı olan İslâma davet etmek gerekir... Onlara Allahı ve Onun dinini tanıtmak, anlatmak ve onların anlayacakları şekilde izah etmek lazımdır... İslâm, barış ve huzur dinidir... İslâm, kardeşlik ve dostluk dinidir... İslâm, Allahdan uzaklaşmış ve kendi gibi kul olanlara kul olmuş insanları, kula kulluktan kurtarıp hürriyetlerine kavuşturma dinidir... Ve din, yalnızca İslâmdır [355]
Herhangi bir gayr-i müslimin hidayetine vesile olmanın, üzerinde güneşin doğup battığı her şeyden hayırlı olduğunu beyan buyuruyor Rasulullah (s.a.s.)... Günahkâr bir müslümanın, işlediği günahından nasuh tevbesiyle tevbe edip kendisini düzeltmesine vesile olan bir ihya eri, bundan dolayı Allahın rızasını kazanmıştır. İnşaallah!.. Başkalarının hidayet bulmasına vesile olmak, iyi ve hayırlı bir mümin müslüman kul olmasına yardımcı olmak, iyiliğin en güzellerindendir...
Şübhesiz Allah, iyilik edenleri sever. (Bakara, 2/195. Âl-i İmrân, 3/134)
Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Âl-i İmrân, 3/148)
Sehl b. Sad (r.a.) anlatıyor:
Hayber günü (fetih uzayınca), Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Müslümanların bayrağını artık öyle bir kimseye vereceğim ki, Allah, onun elleriyle fetih verecektir.
Bunun üzerine orada bulunan sahabîler, bayrağın kendilerinden hangisine verileceği meselesi için umut eder oldular. Onların hepsi, bayrağın kendisine verilmesini umarak ertesi güne erdiler. Fakat Rasulullah, ertesi gün:
Ali nerede? diye sordu.
Sahabîler tarafından:
- Ali, gözlerinden şikayet ediyor, denildi.
Rasulullah (s.a.s.), emretti de Ali çağrıldı. Rasulullah, Alinin gözlerine tükürdü, hemen orada gözleri, onda hiçbir ağrı yokmuş gibi iyi oldu.
(Rasulullah sancağı ona verdi.)
Bunun üzerine Ali:
-Hayber Yahudîleriyle, onlar da bizim gibi (müslüman) oluncaya kadar harb ederiz! dedi.
Rasulullah (s.a.s.) :
Ya Ali, yavaş ol! Sükûnetle (yani savaşmadan) Hayberlilerin sahasına ininceye kadar ilerle. Sonra onları İslâma çağır ve üzerlerine vacip olan İslâm esaslarını onlara haber ver.
(Ya Ali,) Allaha yemin ederim ki, senin irşadınla tek bir kişinin hidayete kavuşturulması, senin için kırmızı develerin olmasından hayırlıdır. buyurdu.[356]
Atâ b. Yesar (rh.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Aliyi bir yere gönderdi ve ona şöyle söyledi:
Haydi arkana bakmadan git! (yani, sana ne emrettiysem hepsini yap!)
Hz. Ali:
- Ya Rasulullah, onlara nasıl davranayım? dedi.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Onların bulunduğu alana vardığında, onlar seninle savaşmadan, onlarla savaşma! Şayet seninle savaşmaya başlarlarsa, senin taraftan birini öldürünceye kadar sen, savaşa başlama! Bir de senin taraftan öldürdükleri kimseyi, onlara göstermedikçe de onlarla savaşa girme! Onlara, o öldürüleni gösterdikten sonra onlara şöyle de:
- Hâlâ, Lâ ilâhe illallah demeyecek misiniz?!
Şayet kabul ederlerse onlara de ki:
- Namaz kılacak mısınız?
Şayet:
- Evet, derlerse, onlara de ki:
- Mallarınızdan zekat verecek misiniz?
Bunu da kabul ederlerse, artık onlardan başka bir şey isteme.
Allaha yemin ederim ki, senin elin ile Allahın birini hidayete kavuşturması, senin için güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.[357]
Süleyman b. Büreyde (rh.a.), babasından naklen şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.), bir orduya veya müfrezeye kumandan tayin ettiği zaman kendisine, hasseten Allahın takvasını, beraberindeki müslümanlara da hayır tavsiye eder, sonra şöyle buyururdu:
Allah yolunda besmele ile gaza edin, amma ganimete hiyanette bulunmayın! Gadir etmeyin! Ölülerin burnunu, kulağını kesmeyin! Çocuk öldürmeyin.
Müşriklerden olan düşmanla karşılaştığın zaman onları, üç haslete (veya güzel huya) davet et! Bunların hangisinde sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini bırak!
Sonra:
Onları, İslâma davet et! Şayet sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak!
Sonra kendilerini, yurtlarından muhacirler diyarına göçmeye davet et ve onlara haber ver ki, bunu yaparlarsa, muhacirlerin lehine olan, onların da lehine, aleyhine olan onların da aleyhine olacaktır. Yurtlarından göçmeyi kabul etmezlerse, onlara haber ver ki, müslümanların bedevîleri gibi olacaklar. Kendilerine Allahın, müminler üzerine cereyan eden hükmü uygulanacak, ganimet ve haracta hiçbir hakları olmayacaktır. Meğer ki, müslümanlarla beraber mücadele ederler.
Eğer bunu, kabul etmezlerse, onlardan cizyeyi iste! Şayet sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak! Kabul etmezlerse, artık Allahdan yardım dileyerek onlarla savaş![358]
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et! (Nahl, 16/125) ayet-i kerimesinin tefsirinde İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şunları beyan eder:
Bil ki, Allah Peygamberine, insanları üç yoldan, yani hikmet, güzel öğüt ve en güzel bir biçimde mücadeleden biriyle davet etmesini emir buyurmuştur. O, bu mücadeleden, başka bir ayette de bahsederek:
Ehl-i Kitab ile ancak en güzel bir yolla mücadele ediniz. (Ankebut, 29/46) buyurmuştur.
Binaenaleyh, Cenab-ı Hak, bu ayette, bu üç yoldan bahsedip onların bir kısmını da bir kısmına atfedince, bunların birbirinden başka yollar ve metodlar olması gerekir. Ben, müfessirlerin bu hususta mazbut ve özel bir görüşünü tesbit edemedim.
Bil ki, bir inanca, bir görüşe davet etmenin, mutlaka bir hüccet ve bir beyyineye dayanması gerekir. Bu hüccet ve beyyinenin getiriliş gayesi ise, ya o görüş ve inancı, dinleyenlerin kalbine sokup yerleştirmek yahud da hasmı ilzam edip susturmaktır.
Birinci kısma gelince, bu da ikiye ayrılır. Çünkü o delil, ya gerçek yakînî, katî ve bozulma ihtimalinden uzak bir delil olur veyahud da böyle olmayıp tam aksine, kuvvetli bir zannı ve mükemmel bir iknâyı temin eden bir hüccet olur. Böylece bu taksimatla, delillerin şu üç kısma inhisar ettiği ortaya çıkmış olur:
1) Kesin inancı ifade eden katî delil. Ki, işte bu, ayet-i kerimede, hikmet adıyla adlandırılmıştır. Bu, derecelerin en kıymetlisi ve makamların da en yücesidir. İşte bu, Allahın: Kime de hikmet verilirse, ona çok hayır verilmiştir. (Bakara, 2/269) ayetinde bahsettiği delildir.
2) Zannî ipuçları ve iknâî delillerdir ki, bunlar da ayet-i kerimede, güzel öğüt olarak zikredilmiştir.
3) Getiriliş gayesi, hasmı ilzam edip susturmak olan delillerdir ki, işte bu, cedel olup ayet-i kerimede: Onlarla mücadeleni en güzel hangisi ise, onunla yap! ifadesiyle beyan edilmiştir.[359]
İhya vazifesini yüklenen sorumlu muvahhid şahsiyetler, muhatablarının maddî ve manevî problemlerini bilmeli, ruhî durumunu anlamalı, tabiî ihtiyacından haberdar olmalıdır ki, problemini ona göre çözsün ve tabiî ihtiyacını gidermesinde, bu konuda İslâma göre davranmasında yardımcı olsun...
Bununla ilgili hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)in bir olayını Ebu Umâme (r.a.) anlatıyor:
Kureyşten bir delikanlı dedi ki:
- Ya Rasulallah, bana, zina yapmam için izin verir misin?
Cemaat, hemen onun başına üşüşüp azarladılar. (Rasulullah,) bunun üzerine şöyle buyurdu:
Onu, bana yaklaştırın!
Hemen yaklaştırdılar.
(Rasulullah,) şöyle buyurdu:
Sen bunu, annen için ister misin?
- Hayır, vallahi, Allah, beni sana fedâ eylesin, dedi.
İşte senin gibi diğer insanlar da bunu, anneleri için istemezler. buyurdu.
Sonra kızı, kız kardeşi, halası ve teyzesi hakkında da aynısını söyledi.
Her seferinde:
Sen, onlar için bunu ister misin? diye sordu.
O da, her seferinde:
- Hayır, vallahi, Allah, beni sana fedâ eylesin, diye cevap verdi.
Rasulullah (s.a.s.) her defasında:
İşte insanlar da bunu istemez. buyurdu.
Sonra mübarek elini onun üstüne koyup şöyle dua etti:
Allahım, onun günahını bağışla, kalbini temizle, fercini koru!
Ondan sonra o genç, böyle (çirkin) şeylere iltifat etmedi.[360]
Kendisine davet etmiş olduğu hayat nizamı İslâmı temsil eden ve hayatında yaşayan ihya eri muvahhid şahsiyet, diğer insanların üzerinde çok daha tesirli olur... Onları davet ederken, örneğini de apaçık ortaya koyar ve insanlara davet ettiği dinin ne kadar güzel, iyi, hayırlı, huzur ve barış kaynağı olduğunu da gösterir... O zaman tamamıyla inandırıcı olur ve insanlar, beyan edilen hakikati tasdik etmekte tereddüt etmezler...
İşte hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)in hayatı... O (s.a.s.), her ne söylemiş ise, nasıl yapılacağını ve nasıl olacağını bizzat göstermiştir... Bundan dolayı insanlar inanmış ve Ona tabi olmuşlardır...
Hudeybiyedeyiz... Meşhur anlaşma yapılmış, görünüşte, mümin müslümanların aleyhine olan ağır şartların altına imza atılmıştı... Bu şartların kabulü, Ashab-ı Kirama çok ağır geldi... Bu olay, onların çok zorlarına gitti...
Olayın bu bölümünü, el-Mısver İbn Mahreme ile Mervan İbn Hakemden dinleyelim:
Rasulullah (s.a.s.), (Hudeybiye) barış anlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman sahabîlere:
Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin. buyurdu.
Ravî dedi ki:
-Vallahi, sahabîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasulullah (s.a.s.) bu emri, üç kere söyledi. Sahabîlerden hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah, zevcelerinden Ümmü Selemenin yanına girdi ve sahabîlerden gördüğü kayıtsızlığı ona söyledi.
Ümmü Seleme:
- Ya Rasulallah (s.a.s.), sen, bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık, sonra tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o, seni tıraş edinceye kadar sahabîlerden hiçbirisine bir kelime bile söyleme, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) Ümmü Selemenin yanından çıktı ve sahabîlerden hiçbirisi ile konuşmayarak umre ibadetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve berberi (Huzâlı Hıraş İbn Umeyyeyi) çağırıp tıraş oldu.
Sahabîler, Rasulullahı bu hâlde görünce, onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Hatta (icabet çabukluğunun meydana getirdiği sıkışıklıktan) birbirlerini öldüreyazdılar.[361]
İslâmı tebliğ eden muvahhid mümin, tebliğ ettiği hakikatı yaşanır hâle getirdiğinde gerçek bir davetçi ve ihya eri olabilir... O, üzerine düşen vazifesini bütün imkânlarını harcayarak yerine getirdikten sonra, hayırlı bir sonucu halk etmek âlemlerin yegâne Rabbi Allah Teâlâya aiddir... İnsanı ihya vazifesini yerine getiren muvahhid mümine, icabet olunmayınca kendini kahredercesine üzülmesi gerekmez... O, kendisine düşeni yapınca, vazifesini yerine getirmiş olur... İcabet etmeyenler, kendi paylarınca hüsrana uğramış, gerçek bir zararı kendilerine kâr kabul etmişlerdir...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Şayet onlar, sırt çevirecek olurlarsa, artık Biz, seni onların üzerine bir gözetleyici olarak göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, Biz, insanlara tarafımızdan bir rahmet taddırdığımız zaman, ona sevinç duyar, eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda da insan, bir nankör kesilir. (Şûrâ, 42/48)
Öyleyse sen, emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.
Şübhesiz, o alay edenlere karşı Biz, sana yeteriz.
Ki onlar, Allah ile beraber başka ilâhları (ortak) kılmaktadırlar. Onlar, yakında bilip öğreneceklerdir. (Hicr, 15/94-96)
Canını ve malını cennet karşılığında Allaha satan muvahhid mümin,[362] Allaha tam teslim olmuş Halilullah İbrahim (a.s.) gibi davranır:
Rabbi, Ona: Teslim ol dediğinde (O:) Âlemlerin Rabbine teslim oldum. demişti. (Bakara, 2/131)
Şuurlu mümin müslüman şahsiyetin Allaha olan teslimiyetini, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) hadislerinde beyan buyurmuşlardır... Allaha teslim olmuş muvahhid Mümin, Rasulullah (s.a.s.)in Sünneti ile amel ettiği müddetçe mahrum olmaz, Allahın izniyle başarıya ulaşır...
Ebu Hüreyye (r.a.)ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
Kuvvetli mümin Allaha zayıf müminden daha hayırlı ve daha makbuldür. Amma her birinde hayır vardır.
Sana fayda veren şeye çaba göster. Allahdan yardım dile ve aciz olma. Başına bir şey gelirse, şöyle yapsam, şöyle olurdu deme! Ve lâkin (Bu,) Allahın kaderi, O, ne dilerse yapar de! Çünkü eğer (veya keşke kelimesi) şeytanın amelini açar.[363]
Rabbimiz Allah, gayr-ı İslâmî ve şirkin egemen olduğu bir ortamda, gerek egemen tağutlara, gerekse onlara kanmış olan insanlara, İslâmın nasıl tebliğ edilip davet edileceğine dair, Rasulullah (s.a.s.) örneğini beyan buyurmuştur... İhya erleri olan muvahhid müminler, yegâne önderleri Rasulullah (s.a.s.) ve örnek olarak beyan edilen diğer Rasullerin kullandığı usûl ile hareket etmelidirler... İnsan unsuru değişmediğine göre, onun ihya usûlü de değişmez... İnsan, aynı insan, usûl, aynı usûldür... Dünyanın neresinde olursa olsun ve hangi toplumda bulunursa bulunsun, insanı ihya usûlünün temel ilkeleri değişmez... Ancak bu ilkeler, ihya erleri tarafından zamana, mekâna ve bölge insanına göre takdim ve tehir ile uygulama sahasına konulabilir... Bu, İslâmî ihya ilkelerinin değiştirilmesi değil, değişmez ilkelerin zaman, mekân ve insan durumuna göre uygulanışıdır...
Rabbimiz Allah, kendisi için seçip risalet vazifesiyle vazifelendirdiği ve egemen olduğu bölgede azgınlık yapan tağut Firavna gönderdiği Rasulü Musa (a.s.)a şöyle buyurmaktadır:
Seni, kendim için seçtim.
Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.
İkiniz Firavna gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.
Ona, yumuşak söz söyleyin. Umulur ki, o, öğüt alıp-düşünür, ya da içi titrer-korkar. (Tâhâ, 20/41-44)
Bu emir, şöyle uygulanır müminlerce:
1) Her biri Allah Teâlânın bir velisi olan ihya erleri muvahhid müminler,[343] insanları Allaha davet ederken, Allahın ayetleriyle hareket ederler ve Allah ile rabıtaları sımsıkıdır... Devamlı Allahı anar, her an Onun huzurunda olduklarının farkına varır, her hâl ve hareketlerinin Allah tarafından görüldüğünü unutmadan ona göre davranırlar... Bu konuda gevşek davranmaz ve üzerlerine düşen vazifelerini hakkıyla yapmaya çalışırlar...
2) Onlar, İslâmı kendilerine tebliğ edip Allaha davet ettikleri insanlara karşı emrolundukları gibi yumuşak davranır ve onların seviyelerine göre kendilerine yumuşak söz söylerler... Onların akıllarının erebildiği konuları örneklerle izah etmeye gayret ederler... Böylece, inşallah, onların hidayetlerine vesile olmaya çalışırlar...
3) Muttaki müminler, şahıslarında ve ailelerinde İslâmı yaşayarak temsil ederken, bilerek insanlara nasihat edip onları İslâma davet ederler... Hem hâlleriyle, hem de dilleriyle insanları ihya etmeye ve onlara örnek olmaya çalışırlar...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, ancak bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın.
Onlara, zor ve baskı kullanacak değilsin. (Ğaşiye, 88/21-22)
Özellikle cahiliyye toplumlarında muhatabları olan insanlara yumuşak bir lisanla öğüt veren, onlara doğruları anlatıp kurtuluş yolunu gösteren ve haliyle onlara örnek olan mümin müslümanlar, davet ettiği kişilerin akıllarının alabildiği şeyleri söylemelidirler... Muhatab edindiği insanların sosyal konumlarını, zekâ durumlarını ve bilgi seviyelerini iyi hesab etmelidirler... Eğer bunları iyi hesab etmez ve dengeyi sağlayamazlarsa, büyük yanlışlıklara sebeb olur ve davetleri karşılık bulmaz... Umduklarının tam tersine bir durumla karşı karşıya kalır, tasdik beklerken reddolunurlar...
Emirül-müminin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.), bu konuda şunları söylemiştir:
- İnsanlara, anlayabilecekleri şeyler söyleyin. Siz, Allah ve Rasulünün tekzib olunmasını arzû eder misiniz?[344]
Abdullah İbn Mesud (r.a.) ise, şöyle demiştir:
- Eğer bir kavme, akıllarının eremeyeceği bir hadis rivayet edersen, o hadis, onların bazısı için ancak bir fitne olur.[345]
Rasulullah (s.a.s.) bize, insanlara derecelerine göre yer vermemizi emir buyurdu.[346] diyen müminlerin annesi Aişe (r.anha), Rasulullah (s.a.s.)in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
İnsanlara, mevkiine göre muamele edin![347]
İnsanlar, anlayış ve kavrayış bakımından derece derecedirler... Toplum içinde, değer, yetki ve etki yönüyle de derece derecedirler... Kendilerine muhatab olunurken bu derece farkını da göz önünde bulundurmak gerekir...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. (Yusuf, 12/76)
İnsanı ihya vazifesini yüklenen muvahhid şahsiyetin, içinde yaşadığı toplumun tarihini, sosyal yapısını, yönetimini, ekonomisini, hukukunu, örf ve adetlerini iyi bilmesi lâzım... Ayrıca muhatab edindiği kitleyi iyi tanıması gerek... Kişilerin, psikolojik ve sosyolojik durumlarını çok iyi tesbit etmelidir... Onların inançlarını, fikirlerini, hedeflerini ve metodlarını bilmeli, ona göre davranmalıdır... Köylüsünden şehirlisine, işçisinden işverenine, tahsil görmüş diplomalısından okuma-yazma bilmeyenine, yönetenden yönetilenine, zengininden fakirine, üreticisinden tüketicisine ve yediden yetmişine toplumda yaşayan insanlarla karşılaşacağı için, onları tanımadan, isteklerini bilmeden kendilerine muhatab olamaz... Bundan dolayı toplumda yaşayanlar hakkında bilgi sahibi olmalıdır... Onları tanıyarak kendilerine muhatab olursa, onların huyunu, suyunu bilirse, davet işi çok daha kolay olur...
İhya erlerinin önderi Rasulullah (s.a.s.), içinde yaşadığı toplumu ve muhatab olduğu insanları çok iyi tanıdığı için bazı işlerin yapılmasını zamana bırakarak ertelemişti... Zaman içinde insanlar olgunlaşırlar ve kabul etme konusunda zorlandıkları bazı işleri kolayca kabullenir, onları yapmaya başlarlar... Bunun için çok sabretmek ve acele etmemek gerekir...
Ümmül-müminin Aişe (r.anha)nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Ya Aişe, senin kavmin, cahiliyyet devrine zamanca yakın (küfürden ayrılması yeni) olmasaydı ben, Beytin (Kâbenin) yıkılmasını emrederdim. O da yıkılırdı. Sonra Beytten dışarıda bırakılan Hicri Beyte katar ve kapısını da yere yapışık yapardım. Birde Beyte biri şark tarafında, öbürü de garp tarafında olmak üzere iki tane kapı koydururdum. Bu sûretle de Beyti, İbrahim Peygamberin temeline ulaştırmış olurdum.([348])
Ferde ve topluma beyan edilecek şeyler, onların olgunluğu ölçüsünde olmalıdır... Hakikat ve ilim asla gizlenmemelidir, fakat hakikat ve ilim kendilerine aktarılacak olanların, onu taşıma ve hakkını verme kudretine sahib olmaları gerekir... Eğer fert ve toplum bu seviyede değilse, kendilerine aktarılan hakikat ve ilim onlar için faydadan ziyade zararlı olabilir... Faydalı olan bir şey, yersiz gündeme getirildiğinde israf edilmiş olur... Bunun için İslâm davetçileri çok dikkati olmalı, neyi, nerede ve kime beyan edeceklerinin hesabını iyi yapmalıdırlar...
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Muaz b. Cebel, deve üstünde Rasulullahın terkisinde iken, Rasulullah (s.a.s.):
Ya Muaz İbn Cebel! diye seslendi.
Muaz:
- Lebbeyk ya Rasulallah ve sadeyk, dedi.
Rasulullah (s.a.s.) yine:
Ya Muaz! diye çağırdı.
Muaz:
- Lebbeyk ya Rasulallah ve sadeyk, dedi.
Bu, üç kere vaki oldu. Üçüncüde Rasulullah:
Hiç kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allahdan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin Rasulullah olduğuna şahadet etsin de Allah onu, ateşe haram etmesin, buyurdu.
Muaz:
- Ya Rasulallah, bunu, insanlara haber vereyim de sevinsinler mi? dedi.
Rasulullah (s.a.s.) :
Haber verdiğin takdirde buna güvenirler. buyurdu.
Muaz İbn Cebel, bunu, ölümüne yakın, günahtan kurtulmak için haber verdi.([349])
Abdullah İbn Abbas (r.anhuma)nın rivayet etmiş olduğu hadiste Rasulullah (s.a.s.), Muaz İbn Cebel (r.a.)ı Ye-mene valî gönderdiğinde, insanları İslâma davet ederken önem sırasına göre nelerden başlayacağını beyan buyurmuştu...
Şöyle buyurdu Rasulullah (s.a.s.):
(Ya Muaz,) şimdi sen, Kitab Ehli olan bir kavmin üzerine valî gidiyorsun. Oraya vardığında ilk vazifen: Yemenlileri Yüce Allaha birleyip Tevhid etmeye çağırmak, olsun.
Allahın birliğini tanıdıkları zaman onlara, Allahın kendilerine gece ve gündüzleri içinde üzerlerine beş vakit namaz farz kılmış olduğunu haber ver.
Namaz kılmaya başladıklarında Allahın kendilerine mallarının zekatını farz kılmış olduğunu ve bu zekatlarının, zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver.[350]
İslâm davetçisinin muhatabları, önce Tevhide davet edilmelidirler... İman konusu, kendilerine bütün yönleriyle izah edildikten ve onlar tarafından katıksız bir şekilde kabul edildikten sonra amelî konular beyan edilmeye çalışılır... Her türlü şirk ve küfürü reddedip terk ederek iman edenler, ibadet konusunda hiç zorlanmazlar... Namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, hacca gitmek, Allah yolunda sadaka verip, cihad yapmak ancak katıksız bir iman ile mümkünleşip kabul edilir... İçine şirk karıştırmış iman[351] ile yapılan ibadetler kabul görmez ve sahibine hiçbir fayda sağlamaz... Bütün amelleri boşa gider...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
Onlar da şirk koşsalardı, elbette bütün yapıp ettikleri onlar adına boşa çıkmış olurdu. (Enâm, 6/88)
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şübhesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. (Zümer, 39/65)[352]
İslâmı, hayat nizamı olarak reddeden ve onun yerine hayata egemen olmak isteyen bütün tağutî ideolojiler, felsefeler ve düzenler, şirk ve küfür üzere kurulmuşlardır... Onlara tabi olup benimsemek, destek olup ayakta kalmalarını sağlamak, onların şirk ve küfürlerine ortak olmaktır...
İhya erleri olan muttaki müminler, insanları ilk önce şirk ve küfürden kurtarıp uzaklaştıracak sonra onlara salih amelleri izah edip, yapmalarına yardımcı olacaktır... Bunları yapmaya çalışırken, ferdin ve toplumun durumunu göz önünde bulundurarak kolaydan başlayacaklardır...
Helâl ve caiz olan iki şeyin en kolayını öne alacak ve önce onun, insanlar tarafından kabul edilmesini sağlayacaklar... Müjde verici olacak, baskı yaparak nefret ettirici olmayacaklar... Ve İslâm davetçileri, kendi aralarında uzlaşacak, çok sıkı bir uyum sağlayıp birlikte hareket edecekler... Onların, ihtilaf etmeleri, birbirlerine aykırı davranmaları, ihya hareketini başarısızlığa uğratır...
Ebu Bürde (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Ebu Saidin dedesi Ebu Musa ile Muaz (b. Cebel)i Yemene gönderip:
Her ikiniz de kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin ve ikiniz de hükümde birbirinize uygun olun (uyuşun ve ihtilaf etmeyin). buyurdu.[353]
Bu hadis-i şerifin şerhinde şunlar beyan edilmiştir:
Hadis-i şerif, Cevamiul-kelimdendir. Rasulullah (s.a.s.)in, sözü az, mânâsı çok olan hadislerine Cevamiul-kelim denildiğini evvelce görmüştük. Bu hâl, Ona mahsus bir lütfu ilâhîdir.
Bu hadisin Cevamiul-kelimden sayılması, bütün dünya ve ahiret hayırlarına şâmil olduğundandır. Zira dünya amel yeri, ahiret de ceza diyarıdır. İşte Peygamber (s.a.s.) burada, dünyaya aid işlerde insanlara kolaylık gösterilmesini, ahiret umuru hususunda da hayırlı vadler, sevindirici müjdeler verilmesini emir buyurmuş, bu sûretle âlemlere rahmet olarak gönderildiğini isbât eylemiştir.
Mânâ şudur:
İnsanlara, yahud müminlere, Allahın fazl-u keremini, sevabını, ihsanının çokluğunu, rahmetinin genişliğini müjdeleyin!..
Nefret ettirmeyin! cümlesinin mânâsı da öyledir. Yani, muhtelif vaid ve korkutucu emir ve nehiyleri söyleyip şiddet göstermeyin ki, yeni müslüman olanlar, bülûğ çağına yaklaşan çocuklar ve günahlarından tevbe etmiş bulunan âsîler, İslâma yatışsınlar. Bunları, lütf-u mülâyemetle yavaş yavaş ibadetlere alıştırın!.. Nitekim, İslâmiyetin ilk zamanlarında bu tedrice riayet olunuyordu. Çünkü yeni müslüman olan bir kimseye gösterilen kolaylık, onun dine ısınmasına ve neşatının artmasına sebeb oluyordu. Şiddet gösterilmiş olsa, ya dini kabul etmez yahud dinde sebat göstermeyip dönebilirdi.[354]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), müşrik ve kâfirlerle savaşmaya göndermiş olduğu İslâm ordusunu ve ordu komutanlarını uğurlarken onlara, düşmanla savaşmadan önce kendilerini Allaha davet etmelerini emrediyordu... Önce hak din ve yegâne hayat nizamı olan İslâma davet etmek gerekir... Onlara Allahı ve Onun dinini tanıtmak, anlatmak ve onların anlayacakları şekilde izah etmek lazımdır... İslâm, barış ve huzur dinidir... İslâm, kardeşlik ve dostluk dinidir... İslâm, Allahdan uzaklaşmış ve kendi gibi kul olanlara kul olmuş insanları, kula kulluktan kurtarıp hürriyetlerine kavuşturma dinidir... Ve din, yalnızca İslâmdır [355]
Herhangi bir gayr-i müslimin hidayetine vesile olmanın, üzerinde güneşin doğup battığı her şeyden hayırlı olduğunu beyan buyuruyor Rasulullah (s.a.s.)... Günahkâr bir müslümanın, işlediği günahından nasuh tevbesiyle tevbe edip kendisini düzeltmesine vesile olan bir ihya eri, bundan dolayı Allahın rızasını kazanmıştır. İnşaallah!.. Başkalarının hidayet bulmasına vesile olmak, iyi ve hayırlı bir mümin müslüman kul olmasına yardımcı olmak, iyiliğin en güzellerindendir...
Şübhesiz Allah, iyilik edenleri sever. (Bakara, 2/195. Âl-i İmrân, 3/134)
Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Âl-i İmrân, 3/148)
Sehl b. Sad (r.a.) anlatıyor:
Hayber günü (fetih uzayınca), Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Müslümanların bayrağını artık öyle bir kimseye vereceğim ki, Allah, onun elleriyle fetih verecektir.
Bunun üzerine orada bulunan sahabîler, bayrağın kendilerinden hangisine verileceği meselesi için umut eder oldular. Onların hepsi, bayrağın kendisine verilmesini umarak ertesi güne erdiler. Fakat Rasulullah, ertesi gün:
Ali nerede? diye sordu.
Sahabîler tarafından:
- Ali, gözlerinden şikayet ediyor, denildi.
Rasulullah (s.a.s.), emretti de Ali çağrıldı. Rasulullah, Alinin gözlerine tükürdü, hemen orada gözleri, onda hiçbir ağrı yokmuş gibi iyi oldu.
(Rasulullah sancağı ona verdi.)
Bunun üzerine Ali:
-Hayber Yahudîleriyle, onlar da bizim gibi (müslüman) oluncaya kadar harb ederiz! dedi.
Rasulullah (s.a.s.) :
Ya Ali, yavaş ol! Sükûnetle (yani savaşmadan) Hayberlilerin sahasına ininceye kadar ilerle. Sonra onları İslâma çağır ve üzerlerine vacip olan İslâm esaslarını onlara haber ver.
(Ya Ali,) Allaha yemin ederim ki, senin irşadınla tek bir kişinin hidayete kavuşturulması, senin için kırmızı develerin olmasından hayırlıdır. buyurdu.[356]
Atâ b. Yesar (rh.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Aliyi bir yere gönderdi ve ona şöyle söyledi:
Haydi arkana bakmadan git! (yani, sana ne emrettiysem hepsini yap!)
Hz. Ali:
- Ya Rasulullah, onlara nasıl davranayım? dedi.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Onların bulunduğu alana vardığında, onlar seninle savaşmadan, onlarla savaşma! Şayet seninle savaşmaya başlarlarsa, senin taraftan birini öldürünceye kadar sen, savaşa başlama! Bir de senin taraftan öldürdükleri kimseyi, onlara göstermedikçe de onlarla savaşa girme! Onlara, o öldürüleni gösterdikten sonra onlara şöyle de:
- Hâlâ, Lâ ilâhe illallah demeyecek misiniz?!
Şayet kabul ederlerse onlara de ki:
- Namaz kılacak mısınız?
Şayet:
- Evet, derlerse, onlara de ki:
- Mallarınızdan zekat verecek misiniz?
Bunu da kabul ederlerse, artık onlardan başka bir şey isteme.
Allaha yemin ederim ki, senin elin ile Allahın birini hidayete kavuşturması, senin için güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.[357]
Süleyman b. Büreyde (rh.a.), babasından naklen şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.), bir orduya veya müfrezeye kumandan tayin ettiği zaman kendisine, hasseten Allahın takvasını, beraberindeki müslümanlara da hayır tavsiye eder, sonra şöyle buyururdu:
Allah yolunda besmele ile gaza edin, amma ganimete hiyanette bulunmayın! Gadir etmeyin! Ölülerin burnunu, kulağını kesmeyin! Çocuk öldürmeyin.
Müşriklerden olan düşmanla karşılaştığın zaman onları, üç haslete (veya güzel huya) davet et! Bunların hangisinde sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini bırak!
Sonra:
Onları, İslâma davet et! Şayet sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak!
Sonra kendilerini, yurtlarından muhacirler diyarına göçmeye davet et ve onlara haber ver ki, bunu yaparlarsa, muhacirlerin lehine olan, onların da lehine, aleyhine olan onların da aleyhine olacaktır. Yurtlarından göçmeyi kabul etmezlerse, onlara haber ver ki, müslümanların bedevîleri gibi olacaklar. Kendilerine Allahın, müminler üzerine cereyan eden hükmü uygulanacak, ganimet ve haracta hiçbir hakları olmayacaktır. Meğer ki, müslümanlarla beraber mücadele ederler.
Eğer bunu, kabul etmezlerse, onlardan cizyeyi iste! Şayet sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak! Kabul etmezlerse, artık Allahdan yardım dileyerek onlarla savaş![358]
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et! (Nahl, 16/125) ayet-i kerimesinin tefsirinde İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şunları beyan eder:
Bil ki, Allah Peygamberine, insanları üç yoldan, yani hikmet, güzel öğüt ve en güzel bir biçimde mücadeleden biriyle davet etmesini emir buyurmuştur. O, bu mücadeleden, başka bir ayette de bahsederek:
Ehl-i Kitab ile ancak en güzel bir yolla mücadele ediniz. (Ankebut, 29/46) buyurmuştur.
Binaenaleyh, Cenab-ı Hak, bu ayette, bu üç yoldan bahsedip onların bir kısmını da bir kısmına atfedince, bunların birbirinden başka yollar ve metodlar olması gerekir. Ben, müfessirlerin bu hususta mazbut ve özel bir görüşünü tesbit edemedim.
Bil ki, bir inanca, bir görüşe davet etmenin, mutlaka bir hüccet ve bir beyyineye dayanması gerekir. Bu hüccet ve beyyinenin getiriliş gayesi ise, ya o görüş ve inancı, dinleyenlerin kalbine sokup yerleştirmek yahud da hasmı ilzam edip susturmaktır.
Birinci kısma gelince, bu da ikiye ayrılır. Çünkü o delil, ya gerçek yakînî, katî ve bozulma ihtimalinden uzak bir delil olur veyahud da böyle olmayıp tam aksine, kuvvetli bir zannı ve mükemmel bir iknâyı temin eden bir hüccet olur. Böylece bu taksimatla, delillerin şu üç kısma inhisar ettiği ortaya çıkmış olur:
1) Kesin inancı ifade eden katî delil. Ki, işte bu, ayet-i kerimede, hikmet adıyla adlandırılmıştır. Bu, derecelerin en kıymetlisi ve makamların da en yücesidir. İşte bu, Allahın: Kime de hikmet verilirse, ona çok hayır verilmiştir. (Bakara, 2/269) ayetinde bahsettiği delildir.
2) Zannî ipuçları ve iknâî delillerdir ki, bunlar da ayet-i kerimede, güzel öğüt olarak zikredilmiştir.
3) Getiriliş gayesi, hasmı ilzam edip susturmak olan delillerdir ki, işte bu, cedel olup ayet-i kerimede: Onlarla mücadeleni en güzel hangisi ise, onunla yap! ifadesiyle beyan edilmiştir.[359]
İhya vazifesini yüklenen sorumlu muvahhid şahsiyetler, muhatablarının maddî ve manevî problemlerini bilmeli, ruhî durumunu anlamalı, tabiî ihtiyacından haberdar olmalıdır ki, problemini ona göre çözsün ve tabiî ihtiyacını gidermesinde, bu konuda İslâma göre davranmasında yardımcı olsun...
Bununla ilgili hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)in bir olayını Ebu Umâme (r.a.) anlatıyor:
Kureyşten bir delikanlı dedi ki:
- Ya Rasulallah, bana, zina yapmam için izin verir misin?
Cemaat, hemen onun başına üşüşüp azarladılar. (Rasulullah,) bunun üzerine şöyle buyurdu:
Onu, bana yaklaştırın!
Hemen yaklaştırdılar.
(Rasulullah,) şöyle buyurdu:
Sen bunu, annen için ister misin?
- Hayır, vallahi, Allah, beni sana fedâ eylesin, dedi.
İşte senin gibi diğer insanlar da bunu, anneleri için istemezler. buyurdu.
Sonra kızı, kız kardeşi, halası ve teyzesi hakkında da aynısını söyledi.
Her seferinde:
Sen, onlar için bunu ister misin? diye sordu.
O da, her seferinde:
- Hayır, vallahi, Allah, beni sana fedâ eylesin, diye cevap verdi.
Rasulullah (s.a.s.) her defasında:
İşte insanlar da bunu istemez. buyurdu.
Sonra mübarek elini onun üstüne koyup şöyle dua etti:
Allahım, onun günahını bağışla, kalbini temizle, fercini koru!
Ondan sonra o genç, böyle (çirkin) şeylere iltifat etmedi.[360]
Kendisine davet etmiş olduğu hayat nizamı İslâmı temsil eden ve hayatında yaşayan ihya eri muvahhid şahsiyet, diğer insanların üzerinde çok daha tesirli olur... Onları davet ederken, örneğini de apaçık ortaya koyar ve insanlara davet ettiği dinin ne kadar güzel, iyi, hayırlı, huzur ve barış kaynağı olduğunu da gösterir... O zaman tamamıyla inandırıcı olur ve insanlar, beyan edilen hakikati tasdik etmekte tereddüt etmezler...
İşte hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)in hayatı... O (s.a.s.), her ne söylemiş ise, nasıl yapılacağını ve nasıl olacağını bizzat göstermiştir... Bundan dolayı insanlar inanmış ve Ona tabi olmuşlardır...
Hudeybiyedeyiz... Meşhur anlaşma yapılmış, görünüşte, mümin müslümanların aleyhine olan ağır şartların altına imza atılmıştı... Bu şartların kabulü, Ashab-ı Kirama çok ağır geldi... Bu olay, onların çok zorlarına gitti...
Olayın bu bölümünü, el-Mısver İbn Mahreme ile Mervan İbn Hakemden dinleyelim:
Rasulullah (s.a.s.), (Hudeybiye) barış anlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman sahabîlere:
Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin. buyurdu.
Ravî dedi ki:
-Vallahi, sahabîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hatta Rasulullah (s.a.s.) bu emri, üç kere söyledi. Sahabîlerden hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah, zevcelerinden Ümmü Selemenin yanına girdi ve sahabîlerden gördüğü kayıtsızlığı ona söyledi.
Ümmü Seleme:
- Ya Rasulallah (s.a.s.), sen, bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık, sonra tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o, seni tıraş edinceye kadar sahabîlerden hiçbirisine bir kelime bile söyleme, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) Ümmü Selemenin yanından çıktı ve sahabîlerden hiçbirisi ile konuşmayarak umre ibadetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve berberi (Huzâlı Hıraş İbn Umeyyeyi) çağırıp tıraş oldu.
Sahabîler, Rasulullahı bu hâlde görünce, onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Hatta (icabet çabukluğunun meydana getirdiği sıkışıklıktan) birbirlerini öldüreyazdılar.[361]
İslâmı tebliğ eden muvahhid mümin, tebliğ ettiği hakikatı yaşanır hâle getirdiğinde gerçek bir davetçi ve ihya eri olabilir... O, üzerine düşen vazifesini bütün imkânlarını harcayarak yerine getirdikten sonra, hayırlı bir sonucu halk etmek âlemlerin yegâne Rabbi Allah Teâlâya aiddir... İnsanı ihya vazifesini yerine getiren muvahhid mümine, icabet olunmayınca kendini kahredercesine üzülmesi gerekmez... O, kendisine düşeni yapınca, vazifesini yerine getirmiş olur... İcabet etmeyenler, kendi paylarınca hüsrana uğramış, gerçek bir zararı kendilerine kâr kabul etmişlerdir...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Şayet onlar, sırt çevirecek olurlarsa, artık Biz, seni onların üzerine bir gözetleyici olarak göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, Biz, insanlara tarafımızdan bir rahmet taddırdığımız zaman, ona sevinç duyar, eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda da insan, bir nankör kesilir. (Şûrâ, 42/48)
Öyleyse sen, emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.
Şübhesiz, o alay edenlere karşı Biz, sana yeteriz.
Ki onlar, Allah ile beraber başka ilâhları (ortak) kılmaktadırlar. Onlar, yakında bilip öğreneceklerdir. (Hicr, 15/94-96)
Canını ve malını cennet karşılığında Allaha satan muvahhid mümin,[362] Allaha tam teslim olmuş Halilullah İbrahim (a.s.) gibi davranır:
Rabbi, Ona: Teslim ol dediğinde (O:) Âlemlerin Rabbine teslim oldum. demişti. (Bakara, 2/131)
Şuurlu mümin müslüman şahsiyetin Allaha olan teslimiyetini, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) hadislerinde beyan buyurmuşlardır... Allaha teslim olmuş muvahhid Mümin, Rasulullah (s.a.s.)in Sünneti ile amel ettiği müddetçe mahrum olmaz, Allahın izniyle başarıya ulaşır...
Ebu Hüreyye (r.a.)ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
Kuvvetli mümin Allaha zayıf müminden daha hayırlı ve daha makbuldür. Amma her birinde hayır vardır.
Sana fayda veren şeye çaba göster. Allahdan yardım dile ve aciz olma. Başına bir şey gelirse, şöyle yapsam, şöyle olurdu deme! Ve lâkin (Bu,) Allahın kaderi, O, ne dilerse yapar de! Çünkü eğer (veya keşke kelimesi) şeytanın amelini açar.[363]
Ve'l-Asr
- İhya Vazifesi
- Kuşatıcı İhya Hareketi
- 1) İmanda İhya
- 2)
- 3) Ahlâkta İhya
- Vusul İçin Usûl
- İnsanı İhya Ve Sabır
- İhya Hareketinde Muhatab
- 1) Muhatab Şahsiyeti Tanımak
- 2) İşi Kolay Tutmak
- 3) Güzellikle Davranmak
- 4) Muhabbet Aracı: Hediyeleşmek
- 5) Sert Davranıştaki Hikmet
- İhya Erinin Özellikleri
- 1) Sarsılmaz, Sağlam ve Katıksız Bir İman
- 2) Yeterli İlme Sahib Olmak
- 3) Takvalı Olmak
- 4) Tevazu
- 5) Dosdoğru Olmak
- 6) Sabır Etmek
- 7) Ümitvar Olmak
- 8) Ekonomik Bağımsızlık
- Bir Örnek Şahsiyet: Mus'ab B. Umeyr (R.A.)
- Hayatından Bir Bölüm
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı:
- İCTİHAD
- Terim Olarak İctihad:
- İctihad
- İctihad
- İctihad
- İÇ EZAN
- İDDİHÂR
- İDEOLOJİ
- İDRAR
- İFFET
- İFK OLAYI
- İFLÂS
- İFTAR
- İFTİRA
- İ
- İftira
- İFTİTAH TEKBİRİ
- İĞVÂ
- İHANET
- İHDÂD
- İHLÂL
- İHLÂS
- İHLÂS SÛRESİ
- İHRAM
- İhrama Giren Kimsenin Dikkat Edeceği Hususlar:
- Mikatlar (İhrama Girme Yerleri):
- İHRAZ
- İHSAN
- İHTİLÂFÜ'D DÂR
- İHTİLÂM
- İHTİLÂT
- İHTİYARLIK
- İHTİYAT
- İHVANU'S-SAFÂ
- İHYÂ
- İNSANI İHYA
- Ve'l-Asr
- İDDET
- İHSÂR
- İHTİDÂ
- İHTİKÂR
- İKÂB
- İKÂLE
- İKİNDİ NAMAZI
- İKRAR
- Hastanın İkrarı:
- İKTA'
- İkta'nın Kısımları:
- 1- Temlik Suretiyle İkta':
- 2- İstiğlâlen ikta':
- İKTİDÂ
- İKTİDAR
- İKTİDARSIZLIK
- İKTİSAD
- İLÂ'
- İlâ'nın Şartları:
- İLÂHİ KANUN
- İLAHİ KİTAPLAR
- İLÂH
- İ'LÂY-I KELİMETULLAH
- İLHAM
- İLLET
- İLLİYYÛN
- İLME'L-YAKÎN
- İLTİMAS
- İLTİZAM
- İLYAS (a.s.)
- İMA
- İMALE
- İREM
- İMÂMEYN
- İMANIN ŞUBELERİ:
- Birinci Kısım: Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
- İkinci Kısım: Dille Alakalı Ameller
- Üçüncü Kısım: Bedenî Ameller
- 1. Çeşit: Muayyen Şeylere Ait Olanlar
- 2. Çeşit: Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
- 3. Çeşit: Âmmeye Müteallik Şeyler
- İMARET
- İMSAK
- İMTİYAZ HAKKI
- İNCİL
- İncil Çeşitleri:
- 1) Matta İncili:
- 2) Markos İncili:
- 3) Luka İncili:
- 4) Yuhanna İncili:
- İNFÂK
- İ
- İnfak
- İnfak
- İnfak; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnfak
- Hadislerde İnfak
- Allah'ın Verdiği Her Nimetin İnfakı Vardır
- Malla Yapılan İnfak
- İlimden Yapılan İnfak
- Mutluluktan Yapılan İnfak
- Sağlıktan yapılan İnfak
- Gençlikten Yapılan İnfak
- Güzel Sözle Yapılan İnfak
- Güler Yüzle Yapılan İnfak
- İnfakın Fayda ve Hikmetleri
- İNFİTÂR SÛRESİ
- İNKÂR
- İNNİN VE BAŞKALARI
- İNSAN
- Yaratılış Gayesi:
- Sosyal Açıdan İnsan:
- Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
- İnsanın İki Yönü
- İnsanın Bazı Temel Özellikleri
- Kur'an-ı Kerim'de İnsan
- a) İnsanın Olumlu Özellikleri
- b) İnsanın Olumsuz Özellikleri
- İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
- 1) Zekâ:
- 2) Anlatma (İfade) Yeteneği:
- 3) Ellerinin Yapısı Ve Vücudunun Dik Durması:
- 4) Öğrenme Ve Yeni Denemelerde Bulunma Yeteneği:
- İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
- Kur'an'da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
- İnsanın Yaratılışı
- Ne Zamandan Beri Müslümanım? (Dünyaya Ne Olarak Geldim?)
- Kaalu Bela Ne Demektir?
- İnsanın Yaratılış Gayesi
- İnsanın Konumu ve Görevi
- İnsan Ölünce Ne Olacak?
- Akîde Yönünden İnsanlar
- İnsanın Değer ve Üstünlüğü
- İnsanın Değeri:
- Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
- İNSAN SÛRESİ
- İNŞA
- İNŞALLAH
- İNŞİKÂK SÛRESİ
- İNŞİRAH SÛRESİ
- İNTİHAR
- İNZAL
- İNZÂR
- İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnzâr Kavramı
- Mü'minlerin Uyarılması
- Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
- Çağdaş Davetçi/
- Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
- Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
- Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
- İNZİVA
- İPEKLİ GİYİNMEK
- İPOTEK
- 1. Ortak Malların Rehnedilmesi:
- 2. Başka Bir Şeye Bitişik Ve Onunla Meşgul Bulunan Malın Rehnedilmesi:
- İRHASAT
- İRŞÂD
- İ
- İrşad
- İRTİDÂD
- İrtidâd; Anlam ve Mâhiyeti
- Geniş Anlamda İrtidâd ya da Riddet Nedir
- İrtidâd, Neden Küfrün
- Kur'ân-ı Kerim Mürtedler
- İrtidâd, Aynı Zamanda Bir İslam Hukuku Konusudur.
- Mürtedin Kişiliği:
- Mürted
- İrtidat Sebepleri:
- Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
- Mürtedin Öldürülmesinin Hikmeti:
- İrtidatın Başlaması:
- 1) Dinden Tamamen Dönenler:
- 2) Namazla Zekâtı Birbirinden Ayıranlar:
- Ridde Savaşları
- Halid bin Velid'in Tuleyha Meselesini Çözümlemesi:
- Benû Âmir, Havâzin ve Suleymlilerin İrtidâdı:
- Kur'ân-ı Kerim'de İrtidâd Kavramı
- Bir Tefsirden İktibas
- Hadis-i Şeriflerde İrtidât Kavramı
- Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
- İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri
- Gizli İrtidâd
- Şirkin Çağdaş Yansımaları; Özendirilen ve Dayatılan Mürtedlik
- Güncel Câhilî Eğitimde Şirk:
- İttibâ Şirki:
- Mürtedliğe Giden Yollar
- Mürtedliğe Yol Açan Sebepler:
- Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar:
- Elfâz-ı Küfür:
- Çevrede Çokça Duyulan Elfâz-ı Küfürden Bazıları (Söyleyeni Şirke Düşürmesinden Korkulan, Müslümanları Mürted Yapmasından Endişe Edilen Çirkin Sözler)
- 1) Allah'la İlgili:
- 2) Dinle İlgili:
- 3) Cennet, Melek ve Kaderle İlgili:
- Ef'âl-i Küfür:
- 1) Puta Tapmak:
- 2) Mushafı Pisliğe Atmak Gibi Saygısızca Davranmak:
- 3) Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek:
- 4) İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek:
- 5) Ölülerden Duâ Ederek Bir Şey İstemek, Kabirleri Tapınak Yapmak:
- 6) Haç Takınmak:
- 7) Ğıyar ve Zünnâr:
- 8) Mecûsî ve Yahûdi Şapkası:
- 9) Sihir:
- Müşrik ve Mürtedlerle Mücâdele
- Seyyidü'l-İstiğfar Duası:
- Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
- İrtidâd, İrticâ/Gericilik Demektir; Mürted de Mürtecî/Gerici
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- İRTİDAT (MÜRTED)
- İSA (a.s.)
- Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi:
- Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa:
- Hadislerde Hz. İsa:
- Hıristiyanlara Göre Hz. İsa:
- Hz. İsa'nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular:
- İncillere Göre Hz. İsa'nın Beşerî Yönleri:
- Hz. İsa'nın Babasız Doğma Mûcizesi:
- Hz. İsa'nın Ref'i ve Nüzûlü Meselesi:
- Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis
- Mehdî:
- Deccâl:
- Deccâlın Özellikleri:
- İSBAT-I VACİB
- İSLAM'DA MEZHEP
- Müellifin Önsözü
- İslâm Ve İman'ın Hakikati:
- Dört Mezhebten Belli Bir Mezhebi Taklid Etmek Ne Vaciptir, Ne De Mendup
- İslâm'ın Esası Allah'ın Kitabı Ve Rasûlullah'ın Sünnetiyle Amel Etmektir
- Müteahhirun Herşeyi Değiştirip, Tek Bir Kişiyi Taklid Etmeyi Gerekli Kılmakla Tefrikaya Düştüler
- İnsan Öldüğünde Kabirde Mezhep Veya Tarikattan Sorguya Çekilir Mi?
- Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gerekli Olduğu Sözünün Aslı Siyasetle İlgilidir
- Mezhebin Bid'at Oluşu Konusunda Dehlevi'nin Araştırması
- Rasûlullah'tan Başka Birisine Taassup Gösteren Sapık Ve Cahildir
- Kemal B. Hümâm'ın Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gereksiz Olduğunu Belirtmesi
- Uyulması Gereken İmam Rasûlullahtır
- İhtilaf Ve Tefrikalar Mezheplere Tabi Olma Yüzündendir
- İmam Ebu Hanife'nin Mezhebi Kur'an Ve Sünnetle Amel Etmektir
- Müçtehid İçtihadında Hata Da Yapabilir, Doğruyu Da Bulabilir Teşride. Hata Yapmayan Sadece Peygamberdir
- Hak Kesinlikle Rasûlullah'ın Dışında Hiçbir Kimsenin Görüşüyle Sınırlandırılamaz
- Önemli Bir İkaz
- Bu Ümmetin Hali Ancak Evvelkilerin Islah Olunduğuyla Islah Olunur
- Ulemanın Dinin Hükümlerini Değiştirdiğine Dair Fahreddin Er-Razî'nin Görüşü
- İmam-ı Â'zam (En Büyük İmam) Rasûlullahtır
- Allah Bize Sırat-ı Müstakim'e Girmemizi Emrediyor
- Gazaba Uğrayanlar, Hakkı Sadece Kendi Mezhebinden Kabul Ederler
- Rasûlullah Belli Bir Mezhebin İnsanlar İçin Gerekli Olduğunu Söylememiştir
- Fasıl
- Kaynaklar
- İSM
- İSMAİLİYYE
- Mezhebin Kaideleri:
- İSMET
- İSM-İ A'ZÂM
- İSNÂ AŞERİYYE
- İSNÂD
- Âli ve Nâzil İsnâd:
- İSRÂ
- İSRÂ SURESİ
- İSRAF
- İsrafın Anlam Sahası:
- Kur'an'da İsrafın Manaları:
- İSRÂFİL (a.s)
- İSRÂİLİYÂT
- İSRAİLOĞULLARI
- Benî İsrâil, İsrâil, İbrânî, Yahûdî ve Mûsevî Kelimeleri ve Mâhiyeti
- Bazı Hadis-i Şerifler:
- İsrâiloğullarının Tarihi
- Firavun ve İsrâiloğulları
- Firavun'dan Kurtulduktan Sonra İsrâiloğulları
- Hz. Muhammed (s.a.s.) ve İsrâiloğulları
- İsrâiloğullarının Karakteri / Yahudileşme Alâmet ve Özellikleri
- Onlar ve Biz
- Yahudileşme ve Yahudileşme Temâyülü
- İmanda Pazarlık
- Dini, Kutsal Kitabı Tahrif
- İSTİANE
- İSTİARE
- İSTİÂZE
- İstiâze; Anlam ve Mâhiyeti:
- Kur'an'da İstiâze:
- Sünnette İstiaze:
- İstiazenin Hükmü:
- Şeytandan Kurtuluş Yolu:
- Sığınan, Kendisine Sığınılan ve Kendisinden Sığınılan
- Şeytanın İbâdetlere Tasallutu ve Şeytanı Kaçıran Şey:
- Günümüzde İstiaze Anlayışı:
- Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?
- İstiâze Şuurunun Bize Kazandıracağı Anlayış ve Davranışlar:
- İSTİBRÂ'
- İSTİDRAC
- İSTİĞÂSE
- İSTİĞFAR
- İstiğfar'ın Mahiyeti?
- İbadet Olarak İstiğfar:
- İSTİHÂRE
- İSTİHAZA
- İSTİHKAK
- İSTİHLÂF
- İSTİHSAN
- İstihsanın Çeşitleri:
- 1. Nass Sebebiyle İstihsan:
- 2. İcmâ Sebebiyle İstihsan:
- 3. Zarûret ve İhtiyaç Sebebiyle İstihsan:
- 4. Kapalı Kıyas Sebebiyle İstihsan:
- 5. Örf Sebebiyle İstihsan:
- 6. Maslahat Sebebiyle İstihsan:
- İSTİKAMET
- (DOĞRULUK-DOĞRU YOL)
- İSTİKBÂR
- İstikbâr ve Türevleri:
- İstikbar Duygusu:
- İstikbâr; Tanım ve Mâhiyeti
- Istikbar Duygusu
- MÜSTEKBİR
- Müstekbirlerin Özellikleri:
- İstikbar Mantığı:
- Müstekbir Tipler
- Müstaz'af
- Müstekbir ve Müstez'af Ilişkisi
- Müstaz'af İnsan Grupları
- Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap
- Uhrevî Azap ve Cehennnem:
- İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri)
- İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve
- İSTİLÂ
- İSTİLAM
- İSTİMLÂK
- İSTİMNÂ
- İSTİMVÂL
- İSTİNBÂT
- İSTİNCA
- Abdest Bozmanın Âdâbı:
- İSTİNŞÂK
- İSTİRCÂ'
- İSTİSNA BÂBI
- İSTİŞARE
- İstişârenin Fazileti:
- İSTİŞARENİN EHEMMİYETİ
- İstişare Emri:
- Telakki:
- Teşvik:
- Hz. Peygamber İstişareye Muhtaç Mı?
- En Büyük Dahi De İstişareye Muhtaçtır:
- Ashab Ve İstişare:
- Hz. Peygamber'in Müşavirleri:
- İstişare Mevzuları:
- İstişare Dışı Mevzular:
- İstişarenin Mekanizması
- 1- Müşavirin Durumu:
- a. Liyakat:
- b. Mûtemed Olmak:
- c. Müslüman Ve Dindar Olmak:
- d. İlgili Olmak:
- 2. İstişarenin Şekli:
- a. Doğrudan Re'ye Müracat:
- b. Liyakatlinin Müdahalesi:
- c. Yersiz Teklif:
- 3- Kararın Alınması:
- a- Ekseriyetin Re'yi:
- b- Görüşlerden birinin ihtiyarı:
- c- Kararı Tehir Etmek:
- d- İcbarî Karar:
- 4- Şahsî Kanaatında Direnmemek:
- 5- Müşavirleri Gücendirmemek:
- 6- Tatbikat Sırasında Azim:
- Batı Demokrasisi:
- 1) Demokrasinin Tenkidi:
- Teknokrasi
- Demokrasinin Sonu Anarşidir:
- 2) İslam'da Kanun Koyma Mekanizması:
- 3) Hürriyet Telakkisi:
- Peygamberler De Hür De
- Hürriyet Sahası:
- Tahdidden Gaye:
- İslam'da Kadınlarla İstişare
- I- Kur'an'a Göre:
- II. Sünnete Göre:
- Bu Meselede Temel Prensip:
- İSTİŞHÂD
- İSTİVÂ
- İSYAN
- İsyan Nedir?
- İsyanın İki Anlamı:
- İsyan; Anlam ve Mâhiyeti
- İsyanın İki Yönü
- Ma'siyet Ne Demektir?
- İtaat; Anlam ve Mâhiyeti
- Tâat Ne Demektir?
- Kur'ân-ı Kerim'de İtaat ve İsyan Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde İtaat ve İsyan
- İtaat Edilmesi Gereken Kimseler
- a- Allah'a İtaat:
- b- Rasûl'e İtaat:
- c- Ülü'l-Emr'e İtaat:
- İtaat Edilmesi Yasak Olan Kimseler
- a- Kâfirlere:
- b- Ehl-i Kitaba:
- c- Münâfıklara:
- d- Kendisini Allah Yolundan Uzaklaştıran ve Saptıran Liderlere ve Büyüklere:
- e- Şeytana ve Şeytanın Dostlarına:
- f- Günahkârlara ve Nankörlere:
- g- Yalancılara:
- h- Ahlâksızlara:
- i- Gâfillere, Zikirden (Allah'ı anmaktan ve Kur'an'dan) Gaflette Olanlara:
- j- Namaza Engel Olanlara:
- k- Aşırılara, İsrafçı ve Fesatçılara:
- l- Şirke Zorlayan Ana-Babaya:
- m- Halka, İnsanların Çoğuna (Demokrasi Anlayışına) ve Zanna:
- n- İnsanların ve Bilmeyenlerin Hevâlarına/Kötü Arzu ve İsteklerine:
- o- Allah'a ve Rasûlüne İsyanı (Haram Olan Bir Şeyi) Emreden Kim Olursa Olsun, Ona
- Küfürde Önderler ve Onların İzinden Giden Uyduları
- İtaat ve İsyan Yoluyla Düşülen Şirk
- Allah'a İtaat ve İsyanın Boyutları
- Bütün Evren Allah'a İtaat Etmektedir
- Nerdesin Ey Güzel İsyan?
- İŞÇİ, İŞÇİLİK
- İŞHAD (ŞAHİT TUTMA)
- İŞKENCE
- İŞRAK NAMAZI
- İŞVEREN
- İTAAT
- İTAB ÂYETLERİ
- İTİKÂD
- İTİKÂF
- İ'TİKÂF
- İTLÂF
- İtlafta Tazminin Gerekmesi İçin Gereken Şartlar:
- İTTİHAD
- İVAZ
- İYİLİK
- İZÂLE-İ ŞÜYÛ
- Kazaen (Mahkeme kararıyla) Taksimin Şartları:
- İZÂR
- İZZET
- İzzetin Manası:
- Kişiye İzzet Kazandıran Davranışlar:
- Gerçek İzzet:
- İZZET-İ NEFS