İnsanı İhya Ve Sabır
Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir. O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas, 28/56) diye buyuruyor Rabbimiz Allah...
Bu ayet-i kerimenin iniş sebebine baktığımız zaman olayı çok daha iyi anlayabiliriz...
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), amcası (Ebu Talib)e:
La ilâhe illallah de, bunun sebebiyle kıyamet gününde ben, senin lehine şehadet edeceğim. buyurdu.
Amcası (Ebu Talib):
- Kureyş, beni ayıplayarak: Ebu Talibi buna, ancak korku sevketti, demeseler, seni mutlaka memnun ederdim, dedi.
Bunun üzerine Allah:
Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir. (Kasas, 28/56) ayetini indirdi.[364]
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyan ediyor:
Hak Teâlâ, bu ayette, Sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin. buyurmuş. Bir başka ayetinde ise: Şübhesiz sen, dosdoğru bir yola hidayet edersin. (Şûra, 42/52) buyurmuştur. Bu iki ifade arasında bir tezat yoktur. Çünkü Cenab-ı Hakkın, Hz. Peygamber (s.a.s.)e nisbet ettiği, yapacağını söylediği Hidayet davet ve açıklamadır. Ona nisbet etmediği Hidayet ediş ise, imana göğsü açma ve muvaffakiyet verme mânâsındaki hidayettir. Zirâ bu imana muvaffakiyet ve göğsü açma, kalbe verilen ve sayesinde kalbin hayat bulduğu bir nurdur. Nitekim Cenab-ı Hak:
Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse... (Enâm, 6/122) buyurmuştur.[365]
İnsanları, iman ve salih amel yönüyle ihya etmek vazifesini üstlenen muvahhid müminlerin yapacağı şey, onları bilgilendirmek, onlara öğretmek ve onları eğitmektir... Kendilerine İslâmı tebliğ etmek, iyiliği, hayrı, doğruyu ve insan fıtratına uygun olanı anlatmaktır Kendilerine dosdoğru olanı tebliğ etmiş olduğu insanlar, eğer İslâmı kabul eder, inanır ve emrolundukları gibi yaşamak isterlerse, onlarla kardeş olup, İslâm kardeşliğinin gereğini yapmak, mümin müslümanın bir kulluk vazifesidir... O, en yakınları ve sevdiklerine de İslâmı tebliğ edip anlatacak, kendisinin tanımadığı uzakta olanlara da imkânı elverdiği ölçüde ulaşıp Allahın dinini izah edecektir... Onların hidayetlerine vesile olmaya çalışacak, üzerine düşeni en iyi şekilde yapmaya gayret edecektir... Hidayet vermek, Rabbimiz Allah Teâlâya aiddir...
İhya eri olan muvahhid mümin, kendilerine İslâmı tebliğ edip, dosdoğru yola davet ettikleri insanlar, ona ve anlattıklarına karşı gevşek davranıp kayıtsız kalabilirler... Onun anlattığı doğruları kabul etmeyebilir, hatta yalanlayıp karşı da çıkabilirler... Muvahhid mümin, her zaman olduğu gibi, insan eğitiminde de çok sabırlı olacak ve ilk tepkilerden dolayı yılmayacak, insanlardan umut kesmeyecek ve Niye inanmıyorlar? diye kendisini yıpratmayacaktır... İnsanı ihya ve onu eğitmek, en zor işlerdendir... Çok sabır isteyen bir vazifedir... İhya eri, kendisine düşen vazifesini hakkıyla yapacak ve muhatablarına hidayet vermesi için Rabbi Allaha çok dua edecektir... Onun, sığınacağı ve kendisinden yardım dileyeceği yalnızca Rabbi Allahdır...
Rabbimiz Allah, Rasulullah (s.a.s.)e ve onun varisleri olan muvahhid müminlere şöyle buyurur:
Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. (Bakara, 2/272)
Şimdi onlar, bu söze (Kurana) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşi sıra esef ederek kendini kahredeceksin (öyle mi?) (Kehf, 18/6)
Kötü olarak işledikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah katında kabul görecek)? Artık şübhesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete eriştirir. Öyleyse onlara karşı nefsin hasretlere kapılıp gitmesin (kendini üzerek mahvetme).
Gerçekten Allah, yaptıklarını bilendir. (Fatır, 35/8)
Onlar, mümin olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?) (Şuara, 26/3)
Müminlere pek düşkün, sıkıntıya düşmeleri gücüne giden, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan Rasulullah (s.a.s.)[366] ve onun varisleri olan muvahhid şahsiyetler insanların gerçeği bilip anlamaları için bütün imkânlarını seferber etmişlerdir... Onlar, insanların hidayet bulması için çok çalışmış, muhatablarında gördükleri olumsuzluklar kendilerini son derece üzmüştür... Rabbimiz Allah, zikredilen ayet-i kerimelerde, başta Rasulullah (s.a.s.)i, sonra ihya erleri olan muvahhid mümin kullarını teselli etmektedir...
Şöyle buyurmakta Rabbimiz Allah:
Sen, affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allaha sığın.
(Allahdan) sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allahı zikredip anarlar), sonra hemen bakarsın ki, görüp bilmişlerdir. (Arâf, 7/199-200)
İslâm davetçisinin karşısına, hevasını ilâh edinen veya hevasını ilâh edinene itaat edip onu Rab edinmiş olanlar her zaman çıkabilir... Akîde konusunda şirk ve küfrün içinde olan birçok kişilere muhatab olur İslâm davetçisi... Onları İslâma davet ederken, onlara doğruları anlatmaya çalışırken, Kuran ile hareket eden ve mücadelesini en güzel şekilde yürüten muvahhid şahsiyet, muhatabının inanç problemlerini, psikolojik ve sosyolojik yapısını göz önünde bulundurmalıdır...
Rabbimiz Allah, hevasını ilâhlaştıran, küfür ve şirk içinde olan insan tipini şöyle beyan buyurur:
Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir, ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler, hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın (ve aşağı)dırlar. (Furkan, 25/43-44)
İbn Abbas (r. anhuma) dedi ki:
- Hevâ, Allahtan başka kendisine ibadet olunan bir ilâhtır. Sonra bu ayet-i kerimeyi okudu. Heva ve hevesini ilâh edinen kimse buyruğunun, heva ve hevesine itaat eden kimse, anlamında olduğu da söylenmiştir.
el-Hasenden rivayete göre:
- O neyi severse, mutlaka ona tabi olan kimse, diye açıklandığı nakledilmiştir ki, anlam birdir.
O kimseye sen mi vekil olacaksın? Onu, imana geri döndürüp bu fesaddan çıkartıncaya kadar onu koruyacak ve ona kefil olacak sen misin? Yani hidayet ve sapıklık senin iradene havale edilmiş, bırakılmış değildir. Sana düşen ancak tebliğdir.[367]
Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara (Kuranla) büyük bir cihad ver. (Furkan, 25/52)
Müşrik ve kâfir olanlara İslâmı tebliğ ederken, akıllarını erdirmeye ve Kuran-ı Kerimi izah etmeye çalışmak gerekir... Tebliğ ve davet metodu, Allah Teâlânın Kuranda öğrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)in uyguladığı metod olmalıdır...
Çağın şirk ve küfür ideolojilerine inanan ve inandıklarına sadık olan, hatta o uğurda canlarını veren kişilerle konuşurken, onların şirk ve küfrünü tasdik etmeyerek, hürmet duymayarak, onlara tebliğ edilmelidir... Küfür ve şirk ehline itaat asla mümkün değildir... Onların küfür ve şirkten kaynaklanan fikirlerine saygı duymak, bir mümin müslüman için imkânsız bir şeydir... Kendileri saldırgan harbîler olmadıkları müddetçe onlarla iyi geçinmek, insanî ilişkileri güzel bir şekilde sürdürmek ve yumuşak davranarak tebliğ etmek, müminlerin vazifesidir... Böyle bir durum, çok sabır ve tahammül gerektiren bir şeydir...
İslâm ile yeni tanışanlar ve akîdenin inceliklerini kavrayamayanlar, zaman zaman akîdeye ters düşen sözler söyleyip istekte bulunabilirler... Onların cehaletleri, kendilerinin durumları göz önünde bulundurularak bir özür olarak kabul edilir... Onlara karşı sert davranmadan, öfkelenmeden ve kendilerini ürkütüp kırmadan, bu sözlerinin, bu fikirlerinin, bu isteklerinin yanlış olduğu beyan edilmelidir... İhya erleri olan mümin müslümanlar, insanları ihya etmeye çalışırken, hiçbir şey bilmeyen birisi nasıl eğitilecek ise, öyle davranmalıdırlar... Çünkü onlara yepyeni bir hayat öğretilmektedir... Onlar, bugüne kadar öğrendikleri birçok değeri bırakıp onun yerine yeni değerler kabul edeceklerdir... Bir zamanlar hararetle savunduğu, uğrunda kavga ettiği, savaş verdiği, hatta kan döktüğü ideolojisini terk edecek ve Hak Din İslâma girecektir... Böyle bir değişim, birçok insan için basit olmasa gerektir... İnsanın zorlandığı, nefsi, çevresi ve toplumu tarafından baskı altında tutulduğu, horlandığı bir hâldir bu!.. Bundan dolayı kendilerine merhametle yaklaşılmalı, aşırı olmamak üzere hoşgörülü davranılmalıdır... Bu merhamet ve hoşgörü çerçevesinde eğitim ve öğretimleri yapılmalı, kendilerine iman ve salih amelin incelikleri öğretilmelidir...
Ebu Vakid el-Leysî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), (Mekkeden) Huneyne çıktığı zaman (yolda) müşriklerin, Zat-ı Envat adı verilen ve üzerine silahlarını astıkları bir (köknar) ağacına uğradı.
- Ya Rasulallah, onların Zat-ı Envatı olduğu gibi, bize de bir Zat-ı Envat tayin et!.. dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
Sübhanallah! Bu söz, Musanın kavminin:
- Ey Musa, onların ilâhları (var, onların ki) gibi sen de bize bir ilâh yap, (Araf 7/138) demesine benzedi.
Nefsim, yed-i kudretinde (benliğime hakim) olan Zâta yemin ederim ki, siz de kendinizden önceki (Yahudi ve Hıristiyan) milletlerin yoluna mutlaka uyacaksınız! buyurdu.[368]
İmam Taberî (rh.a.) şöyle diyor:
Rasulullah (s.a.s.), bu hadis-i şerifi ile müslümanları, Allaha ortak koşmaya sevkedecek bütün tavır ve hareketlerden sakındırmakta ve bu tür davranışlarda iyi niyetli olmanın fayda vermeyeceğine işaret buyurmaktadır.[369]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)in hatırlatmış olduğu ayet-i kerimedeki olay Rabbimiz Allah tarafından beyan buyrulmakta, Musa (a.s.)ın kavminin içine düştükleri cehalete karşı Ulul-azm Rasullerden olan Musa (a.s.)ın tavrı nakledilmektedir...
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musaya dediler ki:
Ey Musa, onların ilâhları (var, onların ki) gibi, sen de bize bir ilâh yap.
O (Musa): Siz, gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz. dedi.
Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.
O, sizi âlemlere üstün kılmışken, ben, size Allahtan başka bir ilâh mı arayacağım?
Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp, erkek çocuklarınızı öldüren Firavnın ailesinden sizi kurtardık. Bunda, Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan var. (Arâf, 7/138-141)[370]
Cehalet içinde olan bilgisiz ve görgüsüz fertlerin ve toplumların öğretilip eğitilmeleri basit bir olay değildir... Onlarla ilgilenmek, cahilliklerini bilgi haline getirmek, kaba-sabalıklarını yontup adam etmek kolay bir şey olmadığı malumdur... Sabır edilişten dolayı sabır taşının çatladığı olay, cahil insanların eğitim ve öğretimidir... Bunu, Allah Teâlânın Rasul ve Nebîleri başarmışlardır... Onların varisleri olan, muvahhid müminler de becermeye ve başarmaya gayret etmelidirler...
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), mescidde otururken bir bedevî, mescide girip namaz kıldı. Sonra da:
- Allahım, bana ve Muhammede rahmet eyle. Bizimle beraber bir başkasına rahmet eyleme (acıma), dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
Geniş olan şeyi men ettin (Allahın geniş tuttuğu rahmetini daralttın). buyurdu.
Aradan fazla bir zaman geçmeden bedevî, mescidin içinde (bir kenara) bevletti. Bunu gören sahabîler, bedevîye doğru koştular. Fakat Rasulullah (s.a.s.), onlara mani oldu ve:
Siz, ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil. O (bedevînin) bevli üzerine büyük bir kova dolusu veya doluya yakın su dökünüz. buyurdu.[371]
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Bir defa biz, mescidde Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte bulunuyorduk. Ansızın bir bedevî çıkageldi ve mescidin içine bevletmeye kalkıştı. Bunun üzerine Rasulullahın ashabı:
- Heey!.. Heey!.. dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
Onun bevlini kesmeyin! Bırakın onu! buyurdu. Ashab da, bevlini bitirinceye kadar onu bıraktılar. Sonra Rasulullah (s.a.s.), onu çağırarak kendisine şunları söyledi:
Şübhesiz ki, bu mescidler, ne şu bevlden, ne de pislikten hiçbir şeye yaramazlar. Bunlar, ancak Allah (Azze ve Celleyi) anmak, namaz kılmak ve Kuran okumak için (bina edilmişler)dir.
Yahud Rasulullah (s.a.s.)in dediği gibidir. Daha sonra Rasulullah (s.a.s.), cemaatten birine emir buyurdu. O da bir kova su getirerek, bevlin üzerine serpti.[372]
İnsanları uyarmaya çalışan, onları Allaha davet edip ihya etmeye gayret eden muvahhid müminler, gerek muhatabı olan inanmayan veya fasık olan ferdlerden, gerekse Allahın kullarını kendisine kul yapan mevcud tağutî egemenlerden çok acı ve çirkin sözler duyup, hakaret görmekle beraber, hapishane, işkence ve zindan ona mekan olur. Bu gerçeğin daha önceden bilinip hesaba katılması gerekir ki, ihya erleri, kendilerini ona göre hazırlamalı ve sabrı kuşanmalıdırlar...
Müminlerin hayat örneği olan önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ve diğer Rasullerin hayatları, muvahhid şahsiyetler için birer derstir... Onların mücadelesi ve tavrı, müminler için tavsiye edilmiştir...
Abdullah İbn Mesud (r.a.) anlatıyor:
Şimdi ben, Rasulullah (s.a.s.)in yüzüne bakıyor gibiyim: O, peygamberlerden bir peygamberi hikaye ediyordu ki, kavmi, onu dövmüş de kan içinde bırakmışlar. Fakat o, yüzünden hem kanı siliyor, hem de:
- Ya Allah, kavmimi mağfiret eyle! Çünkü onlar bilmiyorlar, diyordu.[373]
Abdullah İbn Mesud (r.a.) şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.), -Huneyn savaşı sonunda- bir ganimet taksimi yapmıştı. Bu sırada (cahil bedevî) bir adam:
- Şübhesiz bu, kendisinde Allahın rızası kast olunmayan bir taksimdir, dedi.
Ben de, onun bu sözünü Rasulullaha haber verdim. Rasulullah, bu sözden çok öfkelendi.
Hatta ben, Onun yüzünde öfke eserini gördüm.
Sonra Rasulullah (s.a.s.):
Allah, Musaya rahmet eylesin! Yemin olsun o, bundan daha çok sözlerle ezalandırılmıştı da sabretmişti. buyurdu.[374]
Ümmül-müminin Aişe (r.anha)dan:
Aişe, Rasulullah (s.a.s.)e:
- Sana, Uhud gününden daha şiddetli bir gün erişti mi? dedi.
O da :
Yemin olsun ki, kavmin Kureyşden gelen birçok zorlukla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım zorluk, hepsinden şiddetli idi. Şöyle ki:
Ben, (Kureyşden gördüğüm ezâ üzerine Taife gidip) hayatımın korunmasını Abdu Kulalın oğlu İbn Abdu Yalile teklif ettiğim zaman o, benim dileğime cevab vermemişti. Ben de kederli ve hayretli bir halde yüzümün doğrusuna (Mekkeye) dönmüştüm. Bu hayretim Karnus-Sealib mevkiine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp (semaya) baktığımda, beni gölgelemekte olan bir bulut gördüm.
Buluta (dikkatle) baktığımda bunun içinde Cibrilin bulunduğunu gördüm.
Cibril, bana nidâ etti de:
-Allah, kavminin senin hakkında dediklerini ve seni korumayı reddettiklerini muhakkak işitti. Ve Allah, sana şu Dağlar Meleğini gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen, ona emredebilirsin, dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği, bana nidâ edip selâm verdi. Sonra:
-Ya Muhammed, Cibrilin bu söylediği bir hakikattır. Sen, ne istersen emrine hazırım. Eğer Ebu Kubeys ile Kuaykan denilen şu iki yalçın dağı Mekkeliler üzerine kapaklamamı istersen (onu da emret), dedi.
Buna karşı Rasulullah (s.a.s.):
Hayır, ben Allahın bu müşriklerin sulbunden yalnız Allaha ibadet eder ve Allaha hiçbir şeyi ortak kılmaz (muvahhid) bir nesil meydana çıkarmasını arzu ederim. dedi.[375]
Ebu Hüreyre (r.a.)dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Benim meselimle insanların meseli, ancak şu adamın meseli gibidir:
O, bir ateş yaktı da, ateşin ışığı etrafını aydınlattığı zaman, küçük kelebekler ve ateşin içine düşer olan şu hayvancıklar, ateşin içine düşmeye başladılar. O adam da, bu hayvancıkları geri çekmeye başladı. Fakat hayvanlar, ona galip gelip hepsi ateşin içine düşüyorlardı. İşte ben de, sizlerin izar bağınızdan tutuyor ve sizleri ateşten çekip kurtarmaya çalışıyorum. İnsanlar ise, ateşe giriyorlar.[376]
Ateşe girmek onun için bir zevk olan pervaneyi ateşten uzaklaştırmak kolay bir iş değildir... Dünya gururu ve kibiri içinde olan gafil insanları uyarmak, uyandırmak ve bu gururdan, bu kibirden uzaklaştırmak, onların imanlı birer mütevazi kul olmalarını sağlamak da kolay bir iş değildir... Çok çileli ve çok yorucu bir iştir... Bundan dolayı çok çalışmak ve çok sabırlı olmak gerekir... O insanlara, içinde bulundukları şirk ve küfür hâlinin korkunç akibetini, kötü durumunu anlatacak, akıllarını erdirecek, şuurlandırıp vazgeçmelerine vesile olacak bir ihya erinin, çok tahammüllü olması lazımdır... Onun karşılaştığı zorluklar, başına gelen belâlar ve çektiği çile, imanının kuvvetli, amelinin salih olma ölçüsüncedir... İmanı ne kadar kuvvetliyse ve ihlâsı ne kadar çok ise, imtihanı da ona göre ziyadeleşir... Çünkü imanı kuvvetli ve ihlâsı sağlam olan muvahhid mümin, zorluğa dayanıklı ve çileye karşı sabırlıdır... Onun bu hayırlı tavrı, kendisini başarılı kılıp zafere ulaştırır... Allahın izni ve yardımıyla hayırlı ve güzel bir sonuca erer...
Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor:
Ya Rasulullah, hangi insanların başına gelen belâ daha şiddetli olur? dedim.
O (s.a.s.): Peygamberler, sonra sırayla (Allah katında) rütbece en üstün olanlar. Kul, dindarlığının (kuvvetliliği ve zayıflığı) durumuna göre belâya uğrar. Eğer dininde kuvvetliyse belâsı şiddetli olur. Ve şayet dindarlığında gevşelik-zayıflık olursa, dindarlığı derecesine göre belâya uğrar. Belâ, kuldan ayrılmaz (peşini bırakmaz). Nihayet kul (uğradığı belâlarla günahlarından arınıp) üzerinde hiç günah kalmayarak yeryüzünde dolaşınca belâ, onun peşini bırakır.[377]
Allahın rızasını kazanmaya vesile olan ve insanlığın kurtuluşu için şart görülen bu vazifeyi yaparken, çok yumuşak olunmalı, öfkeye hâkim bir tavır sergilenmelidir... Hilm sahibi olan müminler, bu vazifede başarılı olurlar...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Onlar, bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah iyilik yapanları sever. (Âl-i İmrân, 3/134)
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Bir adam -ki o, Cariyetubnu Kudamedir- Rasulullah (s.a.s.)e:
- Bana, bir nasihat tavsiye et, dileğinde bulundu.
Rasulullah, ona:
Gadaplanma (kızma/sinirlenme)! buyurdu.
Bunun üzerine o kişi, Rasulullahdan tekrar tekrar nasihat tavsiye etmesini istedi. Her defasında Rasulullah, ona:
Gadaplanma! nasihatinde bulundu.[378]
İmam Muhammed b. İdris eş-Şafi (r.a.), nasihat konusunda şöyle diyor:
Herkesi uyarmak, müslümanlara bir nasihattır. Müslümanlara nasihatte bulunmak ise, terk edilmemesi gereken bir farzdır. Bu, daha çok sevab kazanmaya vesile olup onu, ancak kendini aldatan ve nasibleneceği yeri bilmeyen terk eder. Bu nasihat görevi yanında müslümanların, gerçeği izah etmeleri de gerekir. Hakkı yerine getirmek ve müslümanlara nasihatta bulunmak da Allaha itaattır. Allaha itaat ise, bütün hayırları içine alır.[379]
Rabbimiz Allahın izni ve yardımıyla yapılan bu imanlı, ihlâslı ve azimli çalışma sonucunda insanlar, şuurlanıp İslâm ile tanışırlar... Gerçekleri idrak eder, böylece iman edip muvahhid müminlerin safına katılır...
Asr-ı Saadete bakıldığında, Rasulullah (s.a.s.) ile Ashab-ı Kiramın çalışmaları ve gayretleri sonucunda insanların değişmiş olduğu görülür... Putlara tapan, onlara hürmet gösterip üzerlerine toz kondurmayan, hatta onları koruma adına kanlarını döküp canlarını fedâ edenlerin, iman ettikten sonra onları elleriyle nasıl parçaladıkları görülür!.. Sabırlı eğitimin, mutlu sonucu!..
İbnül-Kelbî, Kitabul- Esnâm adlı eserinde şöyle diyor:
Mekkeli her ev sahibinin bir putu vardı. Evlerinde ona tapınırlardı. Birisi, bir yolculuğa niyetlendiğinde, evinde yaptığı son iş, eliyle ona dokunmak olurdu. Yoldan döndüğünde de evine girer girmez yaptığı ilk iş, aynı şekilde eliyle ona dokunmak olurdu.[380]
Cahiliyye döneminin putperest müşrik ve kâfir insanları, İslâm Dinini kabul edip iman edince, o kadar değer verdikleri ve kendilerine ilâh yaptıkları bütün putları elleriyle paramparça ettiler...
Mekkenin fetih günü, ayrıca put kırma günü oldu... Put kırma hareketini, put kıran İbrahim (a.s.)ın evladından olan Rasulullah (s.a.s.) başlattı...
Abdullah İbn Mesud (r.a.) anlatıyor:
Mekkenin fethi günü, Rasulullah (s.a.s.) Hareme girdi. Halbuki Kâbenin etrafında ibadet için dikilmiş (kurşunla tutturulmuş) üç yüz altmış put vardı.
Rasulullah (s.a.s.), elindeki değnekle bunlara dürtüyor ve:
Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şübhesiz batıl, yok olucudur. (İsra 17/81) ayetini okuyordu.[381]
Abdullah İbn Abbas (r. anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Fetih gününde, bineği üzerinde Mekkeye girdi ve onun üzerinde tavaf yaptı. Beytin etrafında kurşunla bağlanmış putlar vardı. Peygamber (s.a.s.), elindeki bir ağaç dalı ile putlara işaret ediyor ve şöyle diyor-du:
Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şübhesiz batıl, yok olucudur. (İsra, 17/81)
Onlardan her bir puta doğru, onun yüzüne işaret etmezdi, illâ o, sırt üstü düşerdi. Hiçbir putun ensesine işaret etmezdi, illâ yüzü üstüne düşerdi. Nihayet onlardan hiçbir put kalmadı ki, düşmemiş olsun.[382]
İbn İshâk şöyle demiştir:
- Mekke fethedildiği gün Peygamber (s.a.s.) öğle namazını kıldığı zaman, bütün putların toplanarak bir araya getirilmesini ve kırılıp yakılmasını emretti. Emir gereğince, bütün putlar bir araya getirildikten sonra kırılarak ateşte yakıldı.
Abbas b. Abdil-Muttalib, Hz. Peygamberin içmesi için Zemzem kuyusundan bir kova su çıkardı. Hz. Peygamber de bu sudan içtikten sonra, Hubel adlı putun kırılmasını emretti.
Hz. Peygamber, bizzat Hubelin üzerine çıkarak hep beraber onu kırıp parçaladılar.
Hubel putunun kırılması üzerine Zübeyr b. Avvam, Ebu Süfyan b. Harbe:
- Ey Ebu Süfyan, Hubel kırıldı. Halbuki Uhud muharebesinde onun, sana inamda bulunduğuna inandığın devirlerde sen, ondan ötürü gurur içindeydin, dedi.
Ebu Süfyanda buna cevab olarak:
- Ey Avvam oğlu, sen artık bunu bırak! Eğer Muhammedin İlâhına ortak başka bir şerik bulunacak olsaydı, durum başka türlü olurdu, dedi.
Vakidî, hocalarından rivayeten şöyle demiştir:
Mekke fethedildiği gün, bir dellâl şöyle sesleniyordu:
- Kim Allaha ve Rasulüne inanıyorsa, evinde put bırakmasın, kırsın!..
Bu nidâlardan sonra müslümanlar, gördükleri bütün putları kırıyorlardı. Hatta öyle ki, İkrime b. Ebu Cehil, müslüman olunca, Kureyşlilerden kimin evinde put olduğunu duyarsa, onun evine giderek o putu kırardı. Halbuki İkrime, müslümanlığı kabulünden önce, put imâl edip satan tüccarın başı idi. Mekkede Kureyşden olup evinde put bulunmayan hiçbir kimse yoktu.
Cübeyr b. Mutimden şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Mekke fethedildiği zaman, Rasulullah (s.a.s.)in tayin ettiği bir dellâl şu ilânı yapıyordu:
- Kim Allaha ve Rasulüne inanıyorsa, evinde put bırakmasın, kırıp yaksın! Onun parası haramdır.
Bundan evvel Mekkede putların tavaf olunduğunu, köylülerin onu satın alarak evlerine götürdüklerini görürdüm. Kureyşli her şahsın evinde mutlaka bir put bulunur, eve girip çıktıkları zaman bu puta teberrüken sürünürlerdi.
Vâkıdî şöyle demiştir:
Utbenin kızı Hind (Ebu Süfyanın karısı) müslüman olunca, evinde bulunan putu:
- Senden dolayı bizler gururlanıyorduk, diyerek, keser ile kırıp parça parça etmişti.[383]
Kendilerine İslâmın tebliğ edildiği, Tevhidin anlatıldığı putperest müşrik insanlar, katıksız iman ettikten sonra bu hâle gelmişlerdi... Elleriyle yapıp tapındıkları put ilâhlarını, yine elleriyle kırıyor ve bir daha gündeme getirmemek için yakıyor, ya da çöplüğe atıyorlardı...
Akîdedeki bu köklü değişim, kalblerde ve beyinlerde meydan gelen Tevhidî inkilâb, ahlâk sahasını da fethedip büyük bir değişime uğrattı... Toplumun şirk akîdesi, yerini Tevhid akîdesine bırakırken, şirk ahlâkının yerini Tevhid ahlâkı alıyordu... Şirke göre yapılanan toplum, ahlâksızlık üzerine bina edilmişti... Tevhide göre yapılanan İslâm toplumunun ahlâkı, imanın gereği olan ahlâkî anlayış idi... İman neyi gerektiriyorsa, yani Allah ve Rasulü (s.a.s.) neyi emrediyorsa hemen yapılıyor, neyi yasaklıyorsa ondan hemen vazgeçiliyordu... İçkinin haram kılınışı, buna en çarpıcı ve apaçık bir örnektir...
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Ben, o gün Ebu Talhanın evinde içki içmekte olan bir topluluğa sakilik ediyordum. Hamrın (içkinin) haram kılındığı hakkındaki kelâm indi.
Rasulullah (s.a.s.), bir nidâcıya emredip ilân ettirdi. Bu sesi işitince Ebu Talha, bana:
- Çık bak, bu ses nedir? dedi.
- Ben de çıktım, sonra dönüp:
- O nidâcı: Ey müminler, biliniz ki, şarap haram kılınmıştır! diye nidâ edip ilân ediyor, dedim.
Bunun üzerine Ebu Talha, bana:
-Haydi git, o şarabı dök! dedi.
(Döktüm, herkes de evindeki şarabını döktü.) Medine sokaklarında su gibi şarab aktı.[384]
İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
Bir adam, Rasulullah (s.a.s.)e bir tulum şarab hediye etti.
Rasulullah (s.a.s.):
Bilir misin ki Allah, bunu haram kılmıştır? buyurdu.
- Hayır, cevabını verdi ve hemen birine bir şeyler fısıldadı. Rasulullah (s.a.s.):
Ona ne fısıldadın? diye sordu. Adam:
- Şarabı satmasını emrettim, dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
Onun içilmesini haram kılan (Allah), satılmasını da haram kılmıştır. buyurdu.
Bunun üzerine adam, tulumu açtı, içindeki (akıp) gitti.[385]
İşte katıksız imanın ve sabırla eğitimin zaferi!..[386]
Bu ayet-i kerimenin iniş sebebine baktığımız zaman olayı çok daha iyi anlayabiliriz...
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), amcası (Ebu Talib)e:
La ilâhe illallah de, bunun sebebiyle kıyamet gününde ben, senin lehine şehadet edeceğim. buyurdu.
Amcası (Ebu Talib):
- Kureyş, beni ayıplayarak: Ebu Talibi buna, ancak korku sevketti, demeseler, seni mutlaka memnun ederdim, dedi.
Bunun üzerine Allah:
Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir. (Kasas, 28/56) ayetini indirdi.[364]
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyan ediyor:
Hak Teâlâ, bu ayette, Sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin. buyurmuş. Bir başka ayetinde ise: Şübhesiz sen, dosdoğru bir yola hidayet edersin. (Şûra, 42/52) buyurmuştur. Bu iki ifade arasında bir tezat yoktur. Çünkü Cenab-ı Hakkın, Hz. Peygamber (s.a.s.)e nisbet ettiği, yapacağını söylediği Hidayet davet ve açıklamadır. Ona nisbet etmediği Hidayet ediş ise, imana göğsü açma ve muvaffakiyet verme mânâsındaki hidayettir. Zirâ bu imana muvaffakiyet ve göğsü açma, kalbe verilen ve sayesinde kalbin hayat bulduğu bir nurdur. Nitekim Cenab-ı Hak:
Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse... (Enâm, 6/122) buyurmuştur.[365]
İnsanları, iman ve salih amel yönüyle ihya etmek vazifesini üstlenen muvahhid müminlerin yapacağı şey, onları bilgilendirmek, onlara öğretmek ve onları eğitmektir... Kendilerine İslâmı tebliğ etmek, iyiliği, hayrı, doğruyu ve insan fıtratına uygun olanı anlatmaktır Kendilerine dosdoğru olanı tebliğ etmiş olduğu insanlar, eğer İslâmı kabul eder, inanır ve emrolundukları gibi yaşamak isterlerse, onlarla kardeş olup, İslâm kardeşliğinin gereğini yapmak, mümin müslümanın bir kulluk vazifesidir... O, en yakınları ve sevdiklerine de İslâmı tebliğ edip anlatacak, kendisinin tanımadığı uzakta olanlara da imkânı elverdiği ölçüde ulaşıp Allahın dinini izah edecektir... Onların hidayetlerine vesile olmaya çalışacak, üzerine düşeni en iyi şekilde yapmaya gayret edecektir... Hidayet vermek, Rabbimiz Allah Teâlâya aiddir...
İhya eri olan muvahhid mümin, kendilerine İslâmı tebliğ edip, dosdoğru yola davet ettikleri insanlar, ona ve anlattıklarına karşı gevşek davranıp kayıtsız kalabilirler... Onun anlattığı doğruları kabul etmeyebilir, hatta yalanlayıp karşı da çıkabilirler... Muvahhid mümin, her zaman olduğu gibi, insan eğitiminde de çok sabırlı olacak ve ilk tepkilerden dolayı yılmayacak, insanlardan umut kesmeyecek ve Niye inanmıyorlar? diye kendisini yıpratmayacaktır... İnsanı ihya ve onu eğitmek, en zor işlerdendir... Çok sabır isteyen bir vazifedir... İhya eri, kendisine düşen vazifesini hakkıyla yapacak ve muhatablarına hidayet vermesi için Rabbi Allaha çok dua edecektir... Onun, sığınacağı ve kendisinden yardım dileyeceği yalnızca Rabbi Allahdır...
Rabbimiz Allah, Rasulullah (s.a.s.)e ve onun varisleri olan muvahhid müminlere şöyle buyurur:
Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. (Bakara, 2/272)
Şimdi onlar, bu söze (Kurana) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşi sıra esef ederek kendini kahredeceksin (öyle mi?) (Kehf, 18/6)
Kötü olarak işledikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah katında kabul görecek)? Artık şübhesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete eriştirir. Öyleyse onlara karşı nefsin hasretlere kapılıp gitmesin (kendini üzerek mahvetme).
Gerçekten Allah, yaptıklarını bilendir. (Fatır, 35/8)
Onlar, mümin olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?) (Şuara, 26/3)
Müminlere pek düşkün, sıkıntıya düşmeleri gücüne giden, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan Rasulullah (s.a.s.)[366] ve onun varisleri olan muvahhid şahsiyetler insanların gerçeği bilip anlamaları için bütün imkânlarını seferber etmişlerdir... Onlar, insanların hidayet bulması için çok çalışmış, muhatablarında gördükleri olumsuzluklar kendilerini son derece üzmüştür... Rabbimiz Allah, zikredilen ayet-i kerimelerde, başta Rasulullah (s.a.s.)i, sonra ihya erleri olan muvahhid mümin kullarını teselli etmektedir...
Şöyle buyurmakta Rabbimiz Allah:
Sen, affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allaha sığın.
(Allahdan) sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allahı zikredip anarlar), sonra hemen bakarsın ki, görüp bilmişlerdir. (Arâf, 7/199-200)
İslâm davetçisinin karşısına, hevasını ilâh edinen veya hevasını ilâh edinene itaat edip onu Rab edinmiş olanlar her zaman çıkabilir... Akîde konusunda şirk ve küfrün içinde olan birçok kişilere muhatab olur İslâm davetçisi... Onları İslâma davet ederken, onlara doğruları anlatmaya çalışırken, Kuran ile hareket eden ve mücadelesini en güzel şekilde yürüten muvahhid şahsiyet, muhatabının inanç problemlerini, psikolojik ve sosyolojik yapısını göz önünde bulundurmalıdır...
Rabbimiz Allah, hevasını ilâhlaştıran, küfür ve şirk içinde olan insan tipini şöyle beyan buyurur:
Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir, ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler, hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın (ve aşağı)dırlar. (Furkan, 25/43-44)
İbn Abbas (r. anhuma) dedi ki:
- Hevâ, Allahtan başka kendisine ibadet olunan bir ilâhtır. Sonra bu ayet-i kerimeyi okudu. Heva ve hevesini ilâh edinen kimse buyruğunun, heva ve hevesine itaat eden kimse, anlamında olduğu da söylenmiştir.
el-Hasenden rivayete göre:
- O neyi severse, mutlaka ona tabi olan kimse, diye açıklandığı nakledilmiştir ki, anlam birdir.
O kimseye sen mi vekil olacaksın? Onu, imana geri döndürüp bu fesaddan çıkartıncaya kadar onu koruyacak ve ona kefil olacak sen misin? Yani hidayet ve sapıklık senin iradene havale edilmiş, bırakılmış değildir. Sana düşen ancak tebliğdir.[367]
Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara (Kuranla) büyük bir cihad ver. (Furkan, 25/52)
Müşrik ve kâfir olanlara İslâmı tebliğ ederken, akıllarını erdirmeye ve Kuran-ı Kerimi izah etmeye çalışmak gerekir... Tebliğ ve davet metodu, Allah Teâlânın Kuranda öğrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)in uyguladığı metod olmalıdır...
Çağın şirk ve küfür ideolojilerine inanan ve inandıklarına sadık olan, hatta o uğurda canlarını veren kişilerle konuşurken, onların şirk ve küfrünü tasdik etmeyerek, hürmet duymayarak, onlara tebliğ edilmelidir... Küfür ve şirk ehline itaat asla mümkün değildir... Onların küfür ve şirkten kaynaklanan fikirlerine saygı duymak, bir mümin müslüman için imkânsız bir şeydir... Kendileri saldırgan harbîler olmadıkları müddetçe onlarla iyi geçinmek, insanî ilişkileri güzel bir şekilde sürdürmek ve yumuşak davranarak tebliğ etmek, müminlerin vazifesidir... Böyle bir durum, çok sabır ve tahammül gerektiren bir şeydir...
İslâm ile yeni tanışanlar ve akîdenin inceliklerini kavrayamayanlar, zaman zaman akîdeye ters düşen sözler söyleyip istekte bulunabilirler... Onların cehaletleri, kendilerinin durumları göz önünde bulundurularak bir özür olarak kabul edilir... Onlara karşı sert davranmadan, öfkelenmeden ve kendilerini ürkütüp kırmadan, bu sözlerinin, bu fikirlerinin, bu isteklerinin yanlış olduğu beyan edilmelidir... İhya erleri olan mümin müslümanlar, insanları ihya etmeye çalışırken, hiçbir şey bilmeyen birisi nasıl eğitilecek ise, öyle davranmalıdırlar... Çünkü onlara yepyeni bir hayat öğretilmektedir... Onlar, bugüne kadar öğrendikleri birçok değeri bırakıp onun yerine yeni değerler kabul edeceklerdir... Bir zamanlar hararetle savunduğu, uğrunda kavga ettiği, savaş verdiği, hatta kan döktüğü ideolojisini terk edecek ve Hak Din İslâma girecektir... Böyle bir değişim, birçok insan için basit olmasa gerektir... İnsanın zorlandığı, nefsi, çevresi ve toplumu tarafından baskı altında tutulduğu, horlandığı bir hâldir bu!.. Bundan dolayı kendilerine merhametle yaklaşılmalı, aşırı olmamak üzere hoşgörülü davranılmalıdır... Bu merhamet ve hoşgörü çerçevesinde eğitim ve öğretimleri yapılmalı, kendilerine iman ve salih amelin incelikleri öğretilmelidir...
Ebu Vakid el-Leysî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), (Mekkeden) Huneyne çıktığı zaman (yolda) müşriklerin, Zat-ı Envat adı verilen ve üzerine silahlarını astıkları bir (köknar) ağacına uğradı.
- Ya Rasulallah, onların Zat-ı Envatı olduğu gibi, bize de bir Zat-ı Envat tayin et!.. dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
Sübhanallah! Bu söz, Musanın kavminin:
- Ey Musa, onların ilâhları (var, onların ki) gibi sen de bize bir ilâh yap, (Araf 7/138) demesine benzedi.
Nefsim, yed-i kudretinde (benliğime hakim) olan Zâta yemin ederim ki, siz de kendinizden önceki (Yahudi ve Hıristiyan) milletlerin yoluna mutlaka uyacaksınız! buyurdu.[368]
İmam Taberî (rh.a.) şöyle diyor:
Rasulullah (s.a.s.), bu hadis-i şerifi ile müslümanları, Allaha ortak koşmaya sevkedecek bütün tavır ve hareketlerden sakındırmakta ve bu tür davranışlarda iyi niyetli olmanın fayda vermeyeceğine işaret buyurmaktadır.[369]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)in hatırlatmış olduğu ayet-i kerimedeki olay Rabbimiz Allah tarafından beyan buyrulmakta, Musa (a.s.)ın kavminin içine düştükleri cehalete karşı Ulul-azm Rasullerden olan Musa (a.s.)ın tavrı nakledilmektedir...
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musaya dediler ki:
Ey Musa, onların ilâhları (var, onların ki) gibi, sen de bize bir ilâh yap.
O (Musa): Siz, gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz. dedi.
Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.
O, sizi âlemlere üstün kılmışken, ben, size Allahtan başka bir ilâh mı arayacağım?
Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp, erkek çocuklarınızı öldüren Firavnın ailesinden sizi kurtardık. Bunda, Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan var. (Arâf, 7/138-141)[370]
Cehalet içinde olan bilgisiz ve görgüsüz fertlerin ve toplumların öğretilip eğitilmeleri basit bir olay değildir... Onlarla ilgilenmek, cahilliklerini bilgi haline getirmek, kaba-sabalıklarını yontup adam etmek kolay bir şey olmadığı malumdur... Sabır edilişten dolayı sabır taşının çatladığı olay, cahil insanların eğitim ve öğretimidir... Bunu, Allah Teâlânın Rasul ve Nebîleri başarmışlardır... Onların varisleri olan, muvahhid müminler de becermeye ve başarmaya gayret etmelidirler...
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), mescidde otururken bir bedevî, mescide girip namaz kıldı. Sonra da:
- Allahım, bana ve Muhammede rahmet eyle. Bizimle beraber bir başkasına rahmet eyleme (acıma), dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
Geniş olan şeyi men ettin (Allahın geniş tuttuğu rahmetini daralttın). buyurdu.
Aradan fazla bir zaman geçmeden bedevî, mescidin içinde (bir kenara) bevletti. Bunu gören sahabîler, bedevîye doğru koştular. Fakat Rasulullah (s.a.s.), onlara mani oldu ve:
Siz, ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil. O (bedevînin) bevli üzerine büyük bir kova dolusu veya doluya yakın su dökünüz. buyurdu.[371]
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Bir defa biz, mescidde Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte bulunuyorduk. Ansızın bir bedevî çıkageldi ve mescidin içine bevletmeye kalkıştı. Bunun üzerine Rasulullahın ashabı:
- Heey!.. Heey!.. dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
Onun bevlini kesmeyin! Bırakın onu! buyurdu. Ashab da, bevlini bitirinceye kadar onu bıraktılar. Sonra Rasulullah (s.a.s.), onu çağırarak kendisine şunları söyledi:
Şübhesiz ki, bu mescidler, ne şu bevlden, ne de pislikten hiçbir şeye yaramazlar. Bunlar, ancak Allah (Azze ve Celleyi) anmak, namaz kılmak ve Kuran okumak için (bina edilmişler)dir.
Yahud Rasulullah (s.a.s.)in dediği gibidir. Daha sonra Rasulullah (s.a.s.), cemaatten birine emir buyurdu. O da bir kova su getirerek, bevlin üzerine serpti.[372]
İnsanları uyarmaya çalışan, onları Allaha davet edip ihya etmeye gayret eden muvahhid müminler, gerek muhatabı olan inanmayan veya fasık olan ferdlerden, gerekse Allahın kullarını kendisine kul yapan mevcud tağutî egemenlerden çok acı ve çirkin sözler duyup, hakaret görmekle beraber, hapishane, işkence ve zindan ona mekan olur. Bu gerçeğin daha önceden bilinip hesaba katılması gerekir ki, ihya erleri, kendilerini ona göre hazırlamalı ve sabrı kuşanmalıdırlar...
Müminlerin hayat örneği olan önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ve diğer Rasullerin hayatları, muvahhid şahsiyetler için birer derstir... Onların mücadelesi ve tavrı, müminler için tavsiye edilmiştir...
Abdullah İbn Mesud (r.a.) anlatıyor:
Şimdi ben, Rasulullah (s.a.s.)in yüzüne bakıyor gibiyim: O, peygamberlerden bir peygamberi hikaye ediyordu ki, kavmi, onu dövmüş de kan içinde bırakmışlar. Fakat o, yüzünden hem kanı siliyor, hem de:
- Ya Allah, kavmimi mağfiret eyle! Çünkü onlar bilmiyorlar, diyordu.[373]
Abdullah İbn Mesud (r.a.) şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.), -Huneyn savaşı sonunda- bir ganimet taksimi yapmıştı. Bu sırada (cahil bedevî) bir adam:
- Şübhesiz bu, kendisinde Allahın rızası kast olunmayan bir taksimdir, dedi.
Ben de, onun bu sözünü Rasulullaha haber verdim. Rasulullah, bu sözden çok öfkelendi.
Hatta ben, Onun yüzünde öfke eserini gördüm.
Sonra Rasulullah (s.a.s.):
Allah, Musaya rahmet eylesin! Yemin olsun o, bundan daha çok sözlerle ezalandırılmıştı da sabretmişti. buyurdu.[374]
Ümmül-müminin Aişe (r.anha)dan:
Aişe, Rasulullah (s.a.s.)e:
- Sana, Uhud gününden daha şiddetli bir gün erişti mi? dedi.
O da :
Yemin olsun ki, kavmin Kureyşden gelen birçok zorlukla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım zorluk, hepsinden şiddetli idi. Şöyle ki:
Ben, (Kureyşden gördüğüm ezâ üzerine Taife gidip) hayatımın korunmasını Abdu Kulalın oğlu İbn Abdu Yalile teklif ettiğim zaman o, benim dileğime cevab vermemişti. Ben de kederli ve hayretli bir halde yüzümün doğrusuna (Mekkeye) dönmüştüm. Bu hayretim Karnus-Sealib mevkiine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp (semaya) baktığımda, beni gölgelemekte olan bir bulut gördüm.
Buluta (dikkatle) baktığımda bunun içinde Cibrilin bulunduğunu gördüm.
Cibril, bana nidâ etti de:
-Allah, kavminin senin hakkında dediklerini ve seni korumayı reddettiklerini muhakkak işitti. Ve Allah, sana şu Dağlar Meleğini gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen, ona emredebilirsin, dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği, bana nidâ edip selâm verdi. Sonra:
-Ya Muhammed, Cibrilin bu söylediği bir hakikattır. Sen, ne istersen emrine hazırım. Eğer Ebu Kubeys ile Kuaykan denilen şu iki yalçın dağı Mekkeliler üzerine kapaklamamı istersen (onu da emret), dedi.
Buna karşı Rasulullah (s.a.s.):
Hayır, ben Allahın bu müşriklerin sulbunden yalnız Allaha ibadet eder ve Allaha hiçbir şeyi ortak kılmaz (muvahhid) bir nesil meydana çıkarmasını arzu ederim. dedi.[375]
Ebu Hüreyre (r.a.)dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Benim meselimle insanların meseli, ancak şu adamın meseli gibidir:
O, bir ateş yaktı da, ateşin ışığı etrafını aydınlattığı zaman, küçük kelebekler ve ateşin içine düşer olan şu hayvancıklar, ateşin içine düşmeye başladılar. O adam da, bu hayvancıkları geri çekmeye başladı. Fakat hayvanlar, ona galip gelip hepsi ateşin içine düşüyorlardı. İşte ben de, sizlerin izar bağınızdan tutuyor ve sizleri ateşten çekip kurtarmaya çalışıyorum. İnsanlar ise, ateşe giriyorlar.[376]
Ateşe girmek onun için bir zevk olan pervaneyi ateşten uzaklaştırmak kolay bir iş değildir... Dünya gururu ve kibiri içinde olan gafil insanları uyarmak, uyandırmak ve bu gururdan, bu kibirden uzaklaştırmak, onların imanlı birer mütevazi kul olmalarını sağlamak da kolay bir iş değildir... Çok çileli ve çok yorucu bir iştir... Bundan dolayı çok çalışmak ve çok sabırlı olmak gerekir... O insanlara, içinde bulundukları şirk ve küfür hâlinin korkunç akibetini, kötü durumunu anlatacak, akıllarını erdirecek, şuurlandırıp vazgeçmelerine vesile olacak bir ihya erinin, çok tahammüllü olması lazımdır... Onun karşılaştığı zorluklar, başına gelen belâlar ve çektiği çile, imanının kuvvetli, amelinin salih olma ölçüsüncedir... İmanı ne kadar kuvvetliyse ve ihlâsı ne kadar çok ise, imtihanı da ona göre ziyadeleşir... Çünkü imanı kuvvetli ve ihlâsı sağlam olan muvahhid mümin, zorluğa dayanıklı ve çileye karşı sabırlıdır... Onun bu hayırlı tavrı, kendisini başarılı kılıp zafere ulaştırır... Allahın izni ve yardımıyla hayırlı ve güzel bir sonuca erer...
Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor:
Ya Rasulullah, hangi insanların başına gelen belâ daha şiddetli olur? dedim.
O (s.a.s.): Peygamberler, sonra sırayla (Allah katında) rütbece en üstün olanlar. Kul, dindarlığının (kuvvetliliği ve zayıflığı) durumuna göre belâya uğrar. Eğer dininde kuvvetliyse belâsı şiddetli olur. Ve şayet dindarlığında gevşelik-zayıflık olursa, dindarlığı derecesine göre belâya uğrar. Belâ, kuldan ayrılmaz (peşini bırakmaz). Nihayet kul (uğradığı belâlarla günahlarından arınıp) üzerinde hiç günah kalmayarak yeryüzünde dolaşınca belâ, onun peşini bırakır.[377]
Allahın rızasını kazanmaya vesile olan ve insanlığın kurtuluşu için şart görülen bu vazifeyi yaparken, çok yumuşak olunmalı, öfkeye hâkim bir tavır sergilenmelidir... Hilm sahibi olan müminler, bu vazifede başarılı olurlar...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
Onlar, bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah iyilik yapanları sever. (Âl-i İmrân, 3/134)
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Bir adam -ki o, Cariyetubnu Kudamedir- Rasulullah (s.a.s.)e:
- Bana, bir nasihat tavsiye et, dileğinde bulundu.
Rasulullah, ona:
Gadaplanma (kızma/sinirlenme)! buyurdu.
Bunun üzerine o kişi, Rasulullahdan tekrar tekrar nasihat tavsiye etmesini istedi. Her defasında Rasulullah, ona:
Gadaplanma! nasihatinde bulundu.[378]
İmam Muhammed b. İdris eş-Şafi (r.a.), nasihat konusunda şöyle diyor:
Herkesi uyarmak, müslümanlara bir nasihattır. Müslümanlara nasihatte bulunmak ise, terk edilmemesi gereken bir farzdır. Bu, daha çok sevab kazanmaya vesile olup onu, ancak kendini aldatan ve nasibleneceği yeri bilmeyen terk eder. Bu nasihat görevi yanında müslümanların, gerçeği izah etmeleri de gerekir. Hakkı yerine getirmek ve müslümanlara nasihatta bulunmak da Allaha itaattır. Allaha itaat ise, bütün hayırları içine alır.[379]
Rabbimiz Allahın izni ve yardımıyla yapılan bu imanlı, ihlâslı ve azimli çalışma sonucunda insanlar, şuurlanıp İslâm ile tanışırlar... Gerçekleri idrak eder, böylece iman edip muvahhid müminlerin safına katılır...
Asr-ı Saadete bakıldığında, Rasulullah (s.a.s.) ile Ashab-ı Kiramın çalışmaları ve gayretleri sonucunda insanların değişmiş olduğu görülür... Putlara tapan, onlara hürmet gösterip üzerlerine toz kondurmayan, hatta onları koruma adına kanlarını döküp canlarını fedâ edenlerin, iman ettikten sonra onları elleriyle nasıl parçaladıkları görülür!.. Sabırlı eğitimin, mutlu sonucu!..
İbnül-Kelbî, Kitabul- Esnâm adlı eserinde şöyle diyor:
Mekkeli her ev sahibinin bir putu vardı. Evlerinde ona tapınırlardı. Birisi, bir yolculuğa niyetlendiğinde, evinde yaptığı son iş, eliyle ona dokunmak olurdu. Yoldan döndüğünde de evine girer girmez yaptığı ilk iş, aynı şekilde eliyle ona dokunmak olurdu.[380]
Cahiliyye döneminin putperest müşrik ve kâfir insanları, İslâm Dinini kabul edip iman edince, o kadar değer verdikleri ve kendilerine ilâh yaptıkları bütün putları elleriyle paramparça ettiler...
Mekkenin fetih günü, ayrıca put kırma günü oldu... Put kırma hareketini, put kıran İbrahim (a.s.)ın evladından olan Rasulullah (s.a.s.) başlattı...
Abdullah İbn Mesud (r.a.) anlatıyor:
Mekkenin fethi günü, Rasulullah (s.a.s.) Hareme girdi. Halbuki Kâbenin etrafında ibadet için dikilmiş (kurşunla tutturulmuş) üç yüz altmış put vardı.
Rasulullah (s.a.s.), elindeki değnekle bunlara dürtüyor ve:
Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şübhesiz batıl, yok olucudur. (İsra 17/81) ayetini okuyordu.[381]
Abdullah İbn Abbas (r. anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Fetih gününde, bineği üzerinde Mekkeye girdi ve onun üzerinde tavaf yaptı. Beytin etrafında kurşunla bağlanmış putlar vardı. Peygamber (s.a.s.), elindeki bir ağaç dalı ile putlara işaret ediyor ve şöyle diyor-du:
Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şübhesiz batıl, yok olucudur. (İsra, 17/81)
Onlardan her bir puta doğru, onun yüzüne işaret etmezdi, illâ o, sırt üstü düşerdi. Hiçbir putun ensesine işaret etmezdi, illâ yüzü üstüne düşerdi. Nihayet onlardan hiçbir put kalmadı ki, düşmemiş olsun.[382]
İbn İshâk şöyle demiştir:
- Mekke fethedildiği gün Peygamber (s.a.s.) öğle namazını kıldığı zaman, bütün putların toplanarak bir araya getirilmesini ve kırılıp yakılmasını emretti. Emir gereğince, bütün putlar bir araya getirildikten sonra kırılarak ateşte yakıldı.
Abbas b. Abdil-Muttalib, Hz. Peygamberin içmesi için Zemzem kuyusundan bir kova su çıkardı. Hz. Peygamber de bu sudan içtikten sonra, Hubel adlı putun kırılmasını emretti.
Hz. Peygamber, bizzat Hubelin üzerine çıkarak hep beraber onu kırıp parçaladılar.
Hubel putunun kırılması üzerine Zübeyr b. Avvam, Ebu Süfyan b. Harbe:
- Ey Ebu Süfyan, Hubel kırıldı. Halbuki Uhud muharebesinde onun, sana inamda bulunduğuna inandığın devirlerde sen, ondan ötürü gurur içindeydin, dedi.
Ebu Süfyanda buna cevab olarak:
- Ey Avvam oğlu, sen artık bunu bırak! Eğer Muhammedin İlâhına ortak başka bir şerik bulunacak olsaydı, durum başka türlü olurdu, dedi.
Vakidî, hocalarından rivayeten şöyle demiştir:
Mekke fethedildiği gün, bir dellâl şöyle sesleniyordu:
- Kim Allaha ve Rasulüne inanıyorsa, evinde put bırakmasın, kırsın!..
Bu nidâlardan sonra müslümanlar, gördükleri bütün putları kırıyorlardı. Hatta öyle ki, İkrime b. Ebu Cehil, müslüman olunca, Kureyşlilerden kimin evinde put olduğunu duyarsa, onun evine giderek o putu kırardı. Halbuki İkrime, müslümanlığı kabulünden önce, put imâl edip satan tüccarın başı idi. Mekkede Kureyşden olup evinde put bulunmayan hiçbir kimse yoktu.
Cübeyr b. Mutimden şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Mekke fethedildiği zaman, Rasulullah (s.a.s.)in tayin ettiği bir dellâl şu ilânı yapıyordu:
- Kim Allaha ve Rasulüne inanıyorsa, evinde put bırakmasın, kırıp yaksın! Onun parası haramdır.
Bundan evvel Mekkede putların tavaf olunduğunu, köylülerin onu satın alarak evlerine götürdüklerini görürdüm. Kureyşli her şahsın evinde mutlaka bir put bulunur, eve girip çıktıkları zaman bu puta teberrüken sürünürlerdi.
Vâkıdî şöyle demiştir:
Utbenin kızı Hind (Ebu Süfyanın karısı) müslüman olunca, evinde bulunan putu:
- Senden dolayı bizler gururlanıyorduk, diyerek, keser ile kırıp parça parça etmişti.[383]
Kendilerine İslâmın tebliğ edildiği, Tevhidin anlatıldığı putperest müşrik insanlar, katıksız iman ettikten sonra bu hâle gelmişlerdi... Elleriyle yapıp tapındıkları put ilâhlarını, yine elleriyle kırıyor ve bir daha gündeme getirmemek için yakıyor, ya da çöplüğe atıyorlardı...
Akîdedeki bu köklü değişim, kalblerde ve beyinlerde meydan gelen Tevhidî inkilâb, ahlâk sahasını da fethedip büyük bir değişime uğrattı... Toplumun şirk akîdesi, yerini Tevhid akîdesine bırakırken, şirk ahlâkının yerini Tevhid ahlâkı alıyordu... Şirke göre yapılanan toplum, ahlâksızlık üzerine bina edilmişti... Tevhide göre yapılanan İslâm toplumunun ahlâkı, imanın gereği olan ahlâkî anlayış idi... İman neyi gerektiriyorsa, yani Allah ve Rasulü (s.a.s.) neyi emrediyorsa hemen yapılıyor, neyi yasaklıyorsa ondan hemen vazgeçiliyordu... İçkinin haram kılınışı, buna en çarpıcı ve apaçık bir örnektir...
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Ben, o gün Ebu Talhanın evinde içki içmekte olan bir topluluğa sakilik ediyordum. Hamrın (içkinin) haram kılındığı hakkındaki kelâm indi.
Rasulullah (s.a.s.), bir nidâcıya emredip ilân ettirdi. Bu sesi işitince Ebu Talha, bana:
- Çık bak, bu ses nedir? dedi.
- Ben de çıktım, sonra dönüp:
- O nidâcı: Ey müminler, biliniz ki, şarap haram kılınmıştır! diye nidâ edip ilân ediyor, dedim.
Bunun üzerine Ebu Talha, bana:
-Haydi git, o şarabı dök! dedi.
(Döktüm, herkes de evindeki şarabını döktü.) Medine sokaklarında su gibi şarab aktı.[384]
İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
Bir adam, Rasulullah (s.a.s.)e bir tulum şarab hediye etti.
Rasulullah (s.a.s.):
Bilir misin ki Allah, bunu haram kılmıştır? buyurdu.
- Hayır, cevabını verdi ve hemen birine bir şeyler fısıldadı. Rasulullah (s.a.s.):
Ona ne fısıldadın? diye sordu. Adam:
- Şarabı satmasını emrettim, dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
Onun içilmesini haram kılan (Allah), satılmasını da haram kılmıştır. buyurdu.
Bunun üzerine adam, tulumu açtı, içindeki (akıp) gitti.[385]
İşte katıksız imanın ve sabırla eğitimin zaferi!..[386]
Ve'l-Asr
- İhya Vazifesi
- Kuşatıcı İhya Hareketi
- 1) İmanda İhya
- 2)
- 3) Ahlâkta İhya
- Vusul İçin Usûl
- İnsanı İhya Ve Sabır
- İhya Hareketinde Muhatab
- 1) Muhatab Şahsiyeti Tanımak
- 2) İşi Kolay Tutmak
- 3) Güzellikle Davranmak
- 4) Muhabbet Aracı: Hediyeleşmek
- 5) Sert Davranıştaki Hikmet
- İhya Erinin Özellikleri
- 1) Sarsılmaz, Sağlam ve Katıksız Bir İman
- 2) Yeterli İlme Sahib Olmak
- 3) Takvalı Olmak
- 4) Tevazu
- 5) Dosdoğru Olmak
- 6) Sabır Etmek
- 7) Ümitvar Olmak
- 8) Ekonomik Bağımsızlık
- Bir Örnek Şahsiyet: Mus'ab B. Umeyr (R.A.)
- Hayatından Bir Bölüm
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı:
- İCTİHAD
- Terim Olarak İctihad:
- İctihad
- İctihad
- İctihad
- İÇ EZAN
- İDDİHÂR
- İDEOLOJİ
- İDRAR
- İFFET
- İFK OLAYI
- İFLÂS
- İFTAR
- İFTİRA
- İ
- İftira
- İFTİTAH TEKBİRİ
- İĞVÂ
- İHANET
- İHDÂD
- İHLÂL
- İHLÂS
- İHLÂS SÛRESİ
- İHRAM
- İhrama Giren Kimsenin Dikkat Edeceği Hususlar:
- Mikatlar (İhrama Girme Yerleri):
- İHRAZ
- İHSAN
- İHTİLÂFÜ'D DÂR
- İHTİLÂM
- İHTİLÂT
- İHTİYARLIK
- İHTİYAT
- İHVANU'S-SAFÂ
- İHYÂ
- İNSANI İHYA
- Ve'l-Asr
- İDDET
- İHSÂR
- İHTİDÂ
- İHTİKÂR
- İKÂB
- İKÂLE
- İKİNDİ NAMAZI
- İKRAR
- Hastanın İkrarı:
- İKTA'
- İkta'nın Kısımları:
- 1- Temlik Suretiyle İkta':
- 2- İstiğlâlen ikta':
- İKTİDÂ
- İKTİDAR
- İKTİDARSIZLIK
- İKTİSAD
- İLÂ'
- İlâ'nın Şartları:
- İLÂHİ KANUN
- İLAHİ KİTAPLAR
- İLÂH
- İ'LÂY-I KELİMETULLAH
- İLHAM
- İLLET
- İLLİYYÛN
- İLME'L-YAKÎN
- İLTİMAS
- İLTİZAM
- İLYAS (a.s.)
- İMA
- İMALE
- İREM
- İMÂMEYN
- İMANIN ŞUBELERİ:
- Birinci Kısım: Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
- İkinci Kısım: Dille Alakalı Ameller
- Üçüncü Kısım: Bedenî Ameller
- 1. Çeşit: Muayyen Şeylere Ait Olanlar
- 2. Çeşit: Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
- 3. Çeşit: Âmmeye Müteallik Şeyler
- İMARET
- İMSAK
- İMTİYAZ HAKKI
- İNCİL
- İncil Çeşitleri:
- 1) Matta İncili:
- 2) Markos İncili:
- 3) Luka İncili:
- 4) Yuhanna İncili:
- İNFÂK
- İ
- İnfak
- İnfak
- İnfak; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnfak
- Hadislerde İnfak
- Allah'ın Verdiği Her Nimetin İnfakı Vardır
- Malla Yapılan İnfak
- İlimden Yapılan İnfak
- Mutluluktan Yapılan İnfak
- Sağlıktan yapılan İnfak
- Gençlikten Yapılan İnfak
- Güzel Sözle Yapılan İnfak
- Güler Yüzle Yapılan İnfak
- İnfakın Fayda ve Hikmetleri
- İNFİTÂR SÛRESİ
- İNKÂR
- İNNİN VE BAŞKALARI
- İNSAN
- Yaratılış Gayesi:
- Sosyal Açıdan İnsan:
- Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
- İnsanın İki Yönü
- İnsanın Bazı Temel Özellikleri
- Kur'an-ı Kerim'de İnsan
- a) İnsanın Olumlu Özellikleri
- b) İnsanın Olumsuz Özellikleri
- İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
- 1) Zekâ:
- 2) Anlatma (İfade) Yeteneği:
- 3) Ellerinin Yapısı Ve Vücudunun Dik Durması:
- 4) Öğrenme Ve Yeni Denemelerde Bulunma Yeteneği:
- İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
- Kur'an'da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
- İnsanın Yaratılışı
- Ne Zamandan Beri Müslümanım? (Dünyaya Ne Olarak Geldim?)
- Kaalu Bela Ne Demektir?
- İnsanın Yaratılış Gayesi
- İnsanın Konumu ve Görevi
- İnsan Ölünce Ne Olacak?
- Akîde Yönünden İnsanlar
- İnsanın Değer ve Üstünlüğü
- İnsanın Değeri:
- Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
- İNSAN SÛRESİ
- İNŞA
- İNŞALLAH
- İNŞİKÂK SÛRESİ
- İNŞİRAH SÛRESİ
- İNTİHAR
- İNZAL
- İNZÂR
- İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnzâr Kavramı
- Mü'minlerin Uyarılması
- Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
- Çağdaş Davetçi/
- Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
- Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
- Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
- İNZİVA
- İPEKLİ GİYİNMEK
- İPOTEK
- 1. Ortak Malların Rehnedilmesi:
- 2. Başka Bir Şeye Bitişik Ve Onunla Meşgul Bulunan Malın Rehnedilmesi:
- İRHASAT
- İRŞÂD
- İ
- İrşad
- İRTİDÂD
- İrtidâd; Anlam ve Mâhiyeti
- Geniş Anlamda İrtidâd ya da Riddet Nedir
- İrtidâd, Neden Küfrün
- Kur'ân-ı Kerim Mürtedler
- İrtidâd, Aynı Zamanda Bir İslam Hukuku Konusudur.
- Mürtedin Kişiliği:
- Mürted
- İrtidat Sebepleri:
- Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
- Mürtedin Öldürülmesinin Hikmeti:
- İrtidatın Başlaması:
- 1) Dinden Tamamen Dönenler:
- 2) Namazla Zekâtı Birbirinden Ayıranlar:
- Ridde Savaşları
- Halid bin Velid'in Tuleyha Meselesini Çözümlemesi:
- Benû Âmir, Havâzin ve Suleymlilerin İrtidâdı:
- Kur'ân-ı Kerim'de İrtidâd Kavramı
- Bir Tefsirden İktibas
- Hadis-i Şeriflerde İrtidât Kavramı
- Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
- İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri
- Gizli İrtidâd
- Şirkin Çağdaş Yansımaları; Özendirilen ve Dayatılan Mürtedlik
- Güncel Câhilî Eğitimde Şirk:
- İttibâ Şirki:
- Mürtedliğe Giden Yollar
- Mürtedliğe Yol Açan Sebepler:
- Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar:
- Elfâz-ı Küfür:
- Çevrede Çokça Duyulan Elfâz-ı Küfürden Bazıları (Söyleyeni Şirke Düşürmesinden Korkulan, Müslümanları Mürted Yapmasından Endişe Edilen Çirkin Sözler)
- 1) Allah'la İlgili:
- 2) Dinle İlgili:
- 3) Cennet, Melek ve Kaderle İlgili:
- Ef'âl-i Küfür:
- 1) Puta Tapmak:
- 2) Mushafı Pisliğe Atmak Gibi Saygısızca Davranmak:
- 3) Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek:
- 4) İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek:
- 5) Ölülerden Duâ Ederek Bir Şey İstemek, Kabirleri Tapınak Yapmak:
- 6) Haç Takınmak:
- 7) Ğıyar ve Zünnâr:
- 8) Mecûsî ve Yahûdi Şapkası:
- 9) Sihir:
- Müşrik ve Mürtedlerle Mücâdele
- Seyyidü'l-İstiğfar Duası:
- Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
- İrtidâd, İrticâ/Gericilik Demektir; Mürted de Mürtecî/Gerici
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- İRTİDAT (MÜRTED)
- İSA (a.s.)
- Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi:
- Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa:
- Hadislerde Hz. İsa:
- Hıristiyanlara Göre Hz. İsa:
- Hz. İsa'nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular:
- İncillere Göre Hz. İsa'nın Beşerî Yönleri:
- Hz. İsa'nın Babasız Doğma Mûcizesi:
- Hz. İsa'nın Ref'i ve Nüzûlü Meselesi:
- Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis
- Mehdî:
- Deccâl:
- Deccâlın Özellikleri:
- İSBAT-I VACİB
- İSLAM'DA MEZHEP
- Müellifin Önsözü
- İslâm Ve İman'ın Hakikati:
- Dört Mezhebten Belli Bir Mezhebi Taklid Etmek Ne Vaciptir, Ne De Mendup
- İslâm'ın Esası Allah'ın Kitabı Ve Rasûlullah'ın Sünnetiyle Amel Etmektir
- Müteahhirun Herşeyi Değiştirip, Tek Bir Kişiyi Taklid Etmeyi Gerekli Kılmakla Tefrikaya Düştüler
- İnsan Öldüğünde Kabirde Mezhep Veya Tarikattan Sorguya Çekilir Mi?
- Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gerekli Olduğu Sözünün Aslı Siyasetle İlgilidir
- Mezhebin Bid'at Oluşu Konusunda Dehlevi'nin Araştırması
- Rasûlullah'tan Başka Birisine Taassup Gösteren Sapık Ve Cahildir
- Kemal B. Hümâm'ın Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gereksiz Olduğunu Belirtmesi
- Uyulması Gereken İmam Rasûlullahtır
- İhtilaf Ve Tefrikalar Mezheplere Tabi Olma Yüzündendir
- İmam Ebu Hanife'nin Mezhebi Kur'an Ve Sünnetle Amel Etmektir
- Müçtehid İçtihadında Hata Da Yapabilir, Doğruyu Da Bulabilir Teşride. Hata Yapmayan Sadece Peygamberdir
- Hak Kesinlikle Rasûlullah'ın Dışında Hiçbir Kimsenin Görüşüyle Sınırlandırılamaz
- Önemli Bir İkaz
- Bu Ümmetin Hali Ancak Evvelkilerin Islah Olunduğuyla Islah Olunur
- Ulemanın Dinin Hükümlerini Değiştirdiğine Dair Fahreddin Er-Razî'nin Görüşü
- İmam-ı Â'zam (En Büyük İmam) Rasûlullahtır
- Allah Bize Sırat-ı Müstakim'e Girmemizi Emrediyor
- Gazaba Uğrayanlar, Hakkı Sadece Kendi Mezhebinden Kabul Ederler
- Rasûlullah Belli Bir Mezhebin İnsanlar İçin Gerekli Olduğunu Söylememiştir
- Fasıl
- Kaynaklar
- İSM
- İSMAİLİYYE
- Mezhebin Kaideleri:
- İSMET
- İSM-İ A'ZÂM
- İSNÂ AŞERİYYE
- İSNÂD
- Âli ve Nâzil İsnâd:
- İSRÂ
- İSRÂ SURESİ
- İSRAF
- İsrafın Anlam Sahası:
- Kur'an'da İsrafın Manaları:
- İSRÂFİL (a.s)
- İSRÂİLİYÂT
- İSRAİLOĞULLARI
- Benî İsrâil, İsrâil, İbrânî, Yahûdî ve Mûsevî Kelimeleri ve Mâhiyeti
- Bazı Hadis-i Şerifler:
- İsrâiloğullarının Tarihi
- Firavun ve İsrâiloğulları
- Firavun'dan Kurtulduktan Sonra İsrâiloğulları
- Hz. Muhammed (s.a.s.) ve İsrâiloğulları
- İsrâiloğullarının Karakteri / Yahudileşme Alâmet ve Özellikleri
- Onlar ve Biz
- Yahudileşme ve Yahudileşme Temâyülü
- İmanda Pazarlık
- Dini, Kutsal Kitabı Tahrif
- İSTİANE
- İSTİARE
- İSTİÂZE
- İstiâze; Anlam ve Mâhiyeti:
- Kur'an'da İstiâze:
- Sünnette İstiaze:
- İstiazenin Hükmü:
- Şeytandan Kurtuluş Yolu:
- Sığınan, Kendisine Sığınılan ve Kendisinden Sığınılan
- Şeytanın İbâdetlere Tasallutu ve Şeytanı Kaçıran Şey:
- Günümüzde İstiaze Anlayışı:
- Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?
- İstiâze Şuurunun Bize Kazandıracağı Anlayış ve Davranışlar:
- İSTİBRÂ'
- İSTİDRAC
- İSTİĞÂSE
- İSTİĞFAR
- İstiğfar'ın Mahiyeti?
- İbadet Olarak İstiğfar:
- İSTİHÂRE
- İSTİHAZA
- İSTİHKAK
- İSTİHLÂF
- İSTİHSAN
- İstihsanın Çeşitleri:
- 1. Nass Sebebiyle İstihsan:
- 2. İcmâ Sebebiyle İstihsan:
- 3. Zarûret ve İhtiyaç Sebebiyle İstihsan:
- 4. Kapalı Kıyas Sebebiyle İstihsan:
- 5. Örf Sebebiyle İstihsan:
- 6. Maslahat Sebebiyle İstihsan:
- İSTİKAMET
- (DOĞRULUK-DOĞRU YOL)
- İSTİKBÂR
- İstikbâr ve Türevleri:
- İstikbar Duygusu:
- İstikbâr; Tanım ve Mâhiyeti
- Istikbar Duygusu
- MÜSTEKBİR
- Müstekbirlerin Özellikleri:
- İstikbar Mantığı:
- Müstekbir Tipler
- Müstaz'af
- Müstekbir ve Müstez'af Ilişkisi
- Müstaz'af İnsan Grupları
- Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap
- Uhrevî Azap ve Cehennnem:
- İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri)
- İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve
- İSTİLÂ
- İSTİLAM
- İSTİMLÂK
- İSTİMNÂ
- İSTİMVÂL
- İSTİNBÂT
- İSTİNCA
- Abdest Bozmanın Âdâbı:
- İSTİNŞÂK
- İSTİRCÂ'
- İSTİSNA BÂBI
- İSTİŞARE
- İstişârenin Fazileti:
- İSTİŞARENİN EHEMMİYETİ
- İstişare Emri:
- Telakki:
- Teşvik:
- Hz. Peygamber İstişareye Muhtaç Mı?
- En Büyük Dahi De İstişareye Muhtaçtır:
- Ashab Ve İstişare:
- Hz. Peygamber'in Müşavirleri:
- İstişare Mevzuları:
- İstişare Dışı Mevzular:
- İstişarenin Mekanizması
- 1- Müşavirin Durumu:
- a. Liyakat:
- b. Mûtemed Olmak:
- c. Müslüman Ve Dindar Olmak:
- d. İlgili Olmak:
- 2. İstişarenin Şekli:
- a. Doğrudan Re'ye Müracat:
- b. Liyakatlinin Müdahalesi:
- c. Yersiz Teklif:
- 3- Kararın Alınması:
- a- Ekseriyetin Re'yi:
- b- Görüşlerden birinin ihtiyarı:
- c- Kararı Tehir Etmek:
- d- İcbarî Karar:
- 4- Şahsî Kanaatında Direnmemek:
- 5- Müşavirleri Gücendirmemek:
- 6- Tatbikat Sırasında Azim:
- Batı Demokrasisi:
- 1) Demokrasinin Tenkidi:
- Teknokrasi
- Demokrasinin Sonu Anarşidir:
- 2) İslam'da Kanun Koyma Mekanizması:
- 3) Hürriyet Telakkisi:
- Peygamberler De Hür De
- Hürriyet Sahası:
- Tahdidden Gaye:
- İslam'da Kadınlarla İstişare
- I- Kur'an'a Göre:
- II. Sünnete Göre:
- Bu Meselede Temel Prensip:
- İSTİŞHÂD
- İSTİVÂ
- İSYAN
- İsyan Nedir?
- İsyanın İki Anlamı:
- İsyan; Anlam ve Mâhiyeti
- İsyanın İki Yönü
- Ma'siyet Ne Demektir?
- İtaat; Anlam ve Mâhiyeti
- Tâat Ne Demektir?
- Kur'ân-ı Kerim'de İtaat ve İsyan Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde İtaat ve İsyan
- İtaat Edilmesi Gereken Kimseler
- a- Allah'a İtaat:
- b- Rasûl'e İtaat:
- c- Ülü'l-Emr'e İtaat:
- İtaat Edilmesi Yasak Olan Kimseler
- a- Kâfirlere:
- b- Ehl-i Kitaba:
- c- Münâfıklara:
- d- Kendisini Allah Yolundan Uzaklaştıran ve Saptıran Liderlere ve Büyüklere:
- e- Şeytana ve Şeytanın Dostlarına:
- f- Günahkârlara ve Nankörlere:
- g- Yalancılara:
- h- Ahlâksızlara:
- i- Gâfillere, Zikirden (Allah'ı anmaktan ve Kur'an'dan) Gaflette Olanlara:
- j- Namaza Engel Olanlara:
- k- Aşırılara, İsrafçı ve Fesatçılara:
- l- Şirke Zorlayan Ana-Babaya:
- m- Halka, İnsanların Çoğuna (Demokrasi Anlayışına) ve Zanna:
- n- İnsanların ve Bilmeyenlerin Hevâlarına/Kötü Arzu ve İsteklerine:
- o- Allah'a ve Rasûlüne İsyanı (Haram Olan Bir Şeyi) Emreden Kim Olursa Olsun, Ona
- Küfürde Önderler ve Onların İzinden Giden Uyduları
- İtaat ve İsyan Yoluyla Düşülen Şirk
- Allah'a İtaat ve İsyanın Boyutları
- Bütün Evren Allah'a İtaat Etmektedir
- Nerdesin Ey Güzel İsyan?
- İŞÇİ, İŞÇİLİK
- İŞHAD (ŞAHİT TUTMA)
- İŞKENCE
- İŞRAK NAMAZI
- İŞVEREN
- İTAAT
- İTAB ÂYETLERİ
- İTİKÂD
- İTİKÂF
- İ'TİKÂF
- İTLÂF
- İtlafta Tazminin Gerekmesi İçin Gereken Şartlar:
- İTTİHAD
- İVAZ
- İYİLİK
- İZÂLE-İ ŞÜYÛ
- Kazaen (Mahkeme kararıyla) Taksimin Şartları:
- İZÂR
- İZZET
- İzzetin Manası:
- Kişiye İzzet Kazandıran Davranışlar:
- Gerçek İzzet:
- İZZET-İ NEFS