Müstekbir ve Müstez'af Ilişkisi
Müstezafı iyi tanımak için müstekbirleri iyi bilmek gerekir. Çünkü bu iki kavramın kullanılış yerleri ve durumları birbiriyle ilgilidir. Allahtan gelen vahyin ve bu vahyi tebliğ eden peygamberlerin karşısına hep müstekbir tipli insanlar çıkmışlardır. Onlar, Allahın peygamberlerinin davetine uyan müstezafları aşağı gördüler, onlara zulmettiler ve girdikleri yoldan çevirmeye çalıştılar. Kuran, Ilâhî davete uyanlar ile, ona karşı çıkanları müstezaf-müstekbir bağlamında değerlendiriyor. Allah (cc), kendi davetine uyup kendi doğru yoluna giren ve asla müstekbirlere boyun eğmeyen müstezafların yanında yer alıyor. Onları yeryüzüne halife (imam) yapmakla müjdeliyor (7/Arâf, 137).
Islâmın ilk dönemlerinde Mekkede, Hz. Muhammedin davetine uymaktan başka suçu olmayan fakir ve güçsüz müslümanlar, Kuranda haber verilen bu müstezafların örneklerindendir. Onlar, o günün müstekbirleri olan Mekke devletinin ileri gelenleri tarafından zulme uğruyorlar, işkenceye tabi tutuluyorlar, horlanıp aşağılanıyorlardı. Mekke'li müşrikler, onlara karşı kibirleniyorlar, gücün ve iktidarın kendilerinde olduğunu hesaba katarak, emirleri altındaki insanların neye inanacaklarına dahi karışıyorlar, kendi dinlerinden veya ideolojilerinden çıkanlara zulmedip baskı uyguluyorlardı.
Islâm toplumu dışındaki bütün cahili toplumlarda, baskı uyguluyanlar ile baskı uygulananlar, yani kendilerini her bakımdan üstün sayanlar ile, onların halk dediği zayıf bırakılmışlar bulunur. Modern toplumlarda bunu farklı bir biçimde görmekteyiz. Modern toplumlarda zenginler ve fakirler sınıfı, yönetilenler ile yönetenler sınıfı, yüksek tabaka ile, alt ve orta tabaka grupları bulunmaktadır. Kendilerini biraz yukarı statüde görenler, Kuranın anlattığı istikbar sınıfına girerler.
Câhiliye toplumlarında güç ve imkânları ellerinde tutanlar diğerlerine karşı üstünlük sağlamaya, onları etkileri altına almaya çalışırlar. Bu güçlüler zamanla istikbar ederler ve insanı gütmek, sömürmek, kullanmak veya istedikleri gibi yönetmek için onları müstezaf hale getirirler. Müstezaflar, müstekbirler tarafından kahır altında tutulan, hor ve zelil yapılan, zayıf bırakılan kimselerdir. Bu zayıf bırakmanın en önemli sebebi müstekbirlerdeki haksız kibir ile, insanları istedikleri gibi yönetme arzularıdır. (5)
Dünyanın günümüzdeki yapısı içerisinde, zayıf bırakılmış mustazaf kitlelerin, kendilerini ezen zorbalara karşı mücadelesi, ancak müstazaf halkın tevhîdî bilince sahip olmalarıyla mümkün olacaktır. Hak ve bâtılı birbirinden ayıramayan müstazaflar, müstekbirlerin hilelerine kurban gidecek (34/Sebe, 31-33) ve böylesi müstazafların Allahın huzurunda şikâyetleri de bir anlam ifade etmeyecektir (34/Sebe, 31-33).
Kuranda bize anlatılan müstazafmüstekbir mücadelesinin şartlarını bilmemek, bizi bu mücadelede amellerimizi bâtılın pisliğinden uzak tutacak ve amellerimize bâtılın karışmasını önleyecek bir bilinçten mahrum bırakacaktır. Rabbimiz, kitabında nebevî mücadelenin nasıl olması gerektiğini boşuna anlatmamış, bilâkis onları okuyalım, üzerlerinde düşünelim ve günümüz mücadelesine ışık tutalım (22/Hacc, 46; 15/Hıcr, 75; 12/Yusuf, 11) istemiştir. Tâğûtî sistemleri ayakta tutan kimseler, güçsüzlüklerinden şikâyet eden (4/Nisâ, 97) zâlim müstazaflardır (34/Sebe, 31). Müstazaf olan ve fakat müstazaf olduğunun bilincinde olmayan, müstekbirlerin peşine takılmış, onlardan medet uman (34/Sebe, 31-33) kitlelerin dünyada ve ahirette karşılaşacakları çetin azabı hatırlatmak, üzerimize düşen sorumluluktur.
Tâğutun en örgütlü biçimi olan İslâm dışı düzenler, tüm kurum ve kuruluşları ile, ordusu, bankası, medyası ve tüm işbirlikçileriyle müminlere saldırmakta ve onları çeliştili hile ve desiselerle güçsüz bırakmak istemektedir. Güçsüz bırakılan halkların ve baskı uygulanan insanların tevhîdî mücadele içerisinde var olan safı ise, inkılapçı-ıslahatçı müstazafların yanıdır.
Zâlimlere başkaldırıp inkılapçı bir tavır takınması mümkün olmayan zavallı kadın, çocuk ve ihtiyarları ve aklî kapasitesi düşük olanları, Kuran, zavallı müstazaflar olarak bize sunmaktadır (4/Nisâ, 75).
Bugün yeryüzünün birçok yerinde katledilen, savaşacak silâh ve güce sahip olamamış, duâ etmekten, yardımcı istemekten (4/Nisâ, 75) başka çaresi olmayan insanlar, zulme başkaldıramadıklarından mâzurdurlar. Onların bu feryadlarını görmezlikten gelmek, yeni dünya düzeni müstekbirlerinin ve işbirlikçilerinin müstekbir olmalarından kaynaklanmaktadır. Fakat eli silâh tutan ve yardım gücü yerinde olan, başkaldırma gücüne sahip insanların ve düzenlerin ilgisizliği ise, müstekbirlerin zulmüne ortak olmak demektir.
Müstekbirleri uyarmaktan korkan, zâlimlere itaati fitne ve fesad çıkmasın diye sürdüren, zulümlere baş eğmeyi sabır diye tahayyül eden, görevlerini ve özellikle emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkeri terkeden, güçleri varken başkaldırmayan insanlar ise zâlimdirler. Aslında kendileri de müstazaf oldukları halde, müstekbirlerle işbirliği yapmaktan çekinmediklerinden dolayı Allah bu gibileri zâlim müstazaflar diye nitelemektedir. Zâlim müstazaflar, istikbâr düzenini ayakta tutanlardır. Firavun, kendisinden ve melesinden güçlü binlerce köleyi ve halk kitlesini nasıl idare etmektedir. Onlara piramit adı verilen ve bir mezardan/anıtkabirden başka bir şey olmayan dağları nasıl kurdurmaktadır?
Firavun, onların bilinçlerini dondurmuş, büyüsüyle (medyasıyla) onları uyuşturmuştur. Halkın dinî hassasiyetlerine cevap verecek bir kurum oluşturmuş (Belam) ve bu kurum, Allahın kitabından konuşuyormuş gibi hareket ederek insanların başkaldırı ve eleştiri hakkını da elinden almıştır. Düzen; vahyi bir kenara atıp nefsini yücelten, ahireti değil; dünyayı ön plânda tutan, şeytana uyan ve aynı zamanda Allaha yönelen insanları saptıran, işi gücü tâğutlara itaat edilmesi gerektiğini yineleyen bezirgân tipli din adamını/Belamı yetiştirdimi artık kitleleri uyuşturup saptırması çok basit olmaktadır.
Tâğûtî istikbârın oluşturduğu düzenin bu noktasından sonra, tüm kitlelerle itaat için uğraşmasına gerek kalmamıştır artık. Kitleleri düşünmekten ve zulmü görmelerini engellemekten sorumlu medya (sihirbazlar), kitlelerin fıtratlarına yönelişlerini çarçur edip saptırmaktan sorumlu, uyarsan da uyarmasan da dilini sarkıtıp soluyan köpek (7/Arâf, 176) gibi şeytana tâbi olan Belamlar, kitlelerin ekonomik işlerle ve dünya malıyla oyalanmalarını sağlayan Karunlar, tâğûtî düzenin devamını sağlamakta, kitlelerin her alandaki fıtrata yönelişlerini saptıran müstekbirler artık müstazafları; devleti ve vatanı korumaya çağırırken Allah ve Rasülüne değil; şeytana uymayı, Allaha nankör davranmayı emrederler. Şeytanın zulmünün ve işbirlikçilerinin aslında hiçbir gücü yoktur. Onları güçlü kılan, apaçık bir şekilde, zulme rızâ gösteren müstazaf, fakat zâlim kimselerdir.
Ülül-emr kavramını fesâda uğratmış ve zulüm ve istikbârlarını ülül-emr diye müstazaf insanlara sunmuş müstekbirlere itaati bir görev sayan kimsenin Allahın huzuruna çıktığında emîrlerimize ve büyüklerimize uyduk, onlar da bizi yoldan saptırdılar. (33/Ahzâb, 67) demekten başka ileri süreceği hiçbir mâzereti yoktur. Zâlim müstazâflar bu halleriyle ezildiklerinin bile farkına varamamışlardır. Kollektif bilinçlerini üç beş mutlu-putlu azınlığa terketmiş ve onları denetleme imkânını dahi elde edememiş insanlar, âhirette Rablerine şikâyetlerini arzederken neye uğradıklarını şaşırmış görüntüsü vereceklerdir. (6)
Islâmın ilk dönemlerinde Mekkede, Hz. Muhammedin davetine uymaktan başka suçu olmayan fakir ve güçsüz müslümanlar, Kuranda haber verilen bu müstezafların örneklerindendir. Onlar, o günün müstekbirleri olan Mekke devletinin ileri gelenleri tarafından zulme uğruyorlar, işkenceye tabi tutuluyorlar, horlanıp aşağılanıyorlardı. Mekke'li müşrikler, onlara karşı kibirleniyorlar, gücün ve iktidarın kendilerinde olduğunu hesaba katarak, emirleri altındaki insanların neye inanacaklarına dahi karışıyorlar, kendi dinlerinden veya ideolojilerinden çıkanlara zulmedip baskı uyguluyorlardı.
Islâm toplumu dışındaki bütün cahili toplumlarda, baskı uyguluyanlar ile baskı uygulananlar, yani kendilerini her bakımdan üstün sayanlar ile, onların halk dediği zayıf bırakılmışlar bulunur. Modern toplumlarda bunu farklı bir biçimde görmekteyiz. Modern toplumlarda zenginler ve fakirler sınıfı, yönetilenler ile yönetenler sınıfı, yüksek tabaka ile, alt ve orta tabaka grupları bulunmaktadır. Kendilerini biraz yukarı statüde görenler, Kuranın anlattığı istikbar sınıfına girerler.
Câhiliye toplumlarında güç ve imkânları ellerinde tutanlar diğerlerine karşı üstünlük sağlamaya, onları etkileri altına almaya çalışırlar. Bu güçlüler zamanla istikbar ederler ve insanı gütmek, sömürmek, kullanmak veya istedikleri gibi yönetmek için onları müstezaf hale getirirler. Müstezaflar, müstekbirler tarafından kahır altında tutulan, hor ve zelil yapılan, zayıf bırakılan kimselerdir. Bu zayıf bırakmanın en önemli sebebi müstekbirlerdeki haksız kibir ile, insanları istedikleri gibi yönetme arzularıdır. (5)
Dünyanın günümüzdeki yapısı içerisinde, zayıf bırakılmış mustazaf kitlelerin, kendilerini ezen zorbalara karşı mücadelesi, ancak müstazaf halkın tevhîdî bilince sahip olmalarıyla mümkün olacaktır. Hak ve bâtılı birbirinden ayıramayan müstazaflar, müstekbirlerin hilelerine kurban gidecek (34/Sebe, 31-33) ve böylesi müstazafların Allahın huzurunda şikâyetleri de bir anlam ifade etmeyecektir (34/Sebe, 31-33).
Kuranda bize anlatılan müstazafmüstekbir mücadelesinin şartlarını bilmemek, bizi bu mücadelede amellerimizi bâtılın pisliğinden uzak tutacak ve amellerimize bâtılın karışmasını önleyecek bir bilinçten mahrum bırakacaktır. Rabbimiz, kitabında nebevî mücadelenin nasıl olması gerektiğini boşuna anlatmamış, bilâkis onları okuyalım, üzerlerinde düşünelim ve günümüz mücadelesine ışık tutalım (22/Hacc, 46; 15/Hıcr, 75; 12/Yusuf, 11) istemiştir. Tâğûtî sistemleri ayakta tutan kimseler, güçsüzlüklerinden şikâyet eden (4/Nisâ, 97) zâlim müstazaflardır (34/Sebe, 31). Müstazaf olan ve fakat müstazaf olduğunun bilincinde olmayan, müstekbirlerin peşine takılmış, onlardan medet uman (34/Sebe, 31-33) kitlelerin dünyada ve ahirette karşılaşacakları çetin azabı hatırlatmak, üzerimize düşen sorumluluktur.
Tâğutun en örgütlü biçimi olan İslâm dışı düzenler, tüm kurum ve kuruluşları ile, ordusu, bankası, medyası ve tüm işbirlikçileriyle müminlere saldırmakta ve onları çeliştili hile ve desiselerle güçsüz bırakmak istemektedir. Güçsüz bırakılan halkların ve baskı uygulanan insanların tevhîdî mücadele içerisinde var olan safı ise, inkılapçı-ıslahatçı müstazafların yanıdır.
Zâlimlere başkaldırıp inkılapçı bir tavır takınması mümkün olmayan zavallı kadın, çocuk ve ihtiyarları ve aklî kapasitesi düşük olanları, Kuran, zavallı müstazaflar olarak bize sunmaktadır (4/Nisâ, 75).
Bugün yeryüzünün birçok yerinde katledilen, savaşacak silâh ve güce sahip olamamış, duâ etmekten, yardımcı istemekten (4/Nisâ, 75) başka çaresi olmayan insanlar, zulme başkaldıramadıklarından mâzurdurlar. Onların bu feryadlarını görmezlikten gelmek, yeni dünya düzeni müstekbirlerinin ve işbirlikçilerinin müstekbir olmalarından kaynaklanmaktadır. Fakat eli silâh tutan ve yardım gücü yerinde olan, başkaldırma gücüne sahip insanların ve düzenlerin ilgisizliği ise, müstekbirlerin zulmüne ortak olmak demektir.
Müstekbirleri uyarmaktan korkan, zâlimlere itaati fitne ve fesad çıkmasın diye sürdüren, zulümlere baş eğmeyi sabır diye tahayyül eden, görevlerini ve özellikle emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkeri terkeden, güçleri varken başkaldırmayan insanlar ise zâlimdirler. Aslında kendileri de müstazaf oldukları halde, müstekbirlerle işbirliği yapmaktan çekinmediklerinden dolayı Allah bu gibileri zâlim müstazaflar diye nitelemektedir. Zâlim müstazaflar, istikbâr düzenini ayakta tutanlardır. Firavun, kendisinden ve melesinden güçlü binlerce köleyi ve halk kitlesini nasıl idare etmektedir. Onlara piramit adı verilen ve bir mezardan/anıtkabirden başka bir şey olmayan dağları nasıl kurdurmaktadır?
Firavun, onların bilinçlerini dondurmuş, büyüsüyle (medyasıyla) onları uyuşturmuştur. Halkın dinî hassasiyetlerine cevap verecek bir kurum oluşturmuş (Belam) ve bu kurum, Allahın kitabından konuşuyormuş gibi hareket ederek insanların başkaldırı ve eleştiri hakkını da elinden almıştır. Düzen; vahyi bir kenara atıp nefsini yücelten, ahireti değil; dünyayı ön plânda tutan, şeytana uyan ve aynı zamanda Allaha yönelen insanları saptıran, işi gücü tâğutlara itaat edilmesi gerektiğini yineleyen bezirgân tipli din adamını/Belamı yetiştirdimi artık kitleleri uyuşturup saptırması çok basit olmaktadır.
Tâğûtî istikbârın oluşturduğu düzenin bu noktasından sonra, tüm kitlelerle itaat için uğraşmasına gerek kalmamıştır artık. Kitleleri düşünmekten ve zulmü görmelerini engellemekten sorumlu medya (sihirbazlar), kitlelerin fıtratlarına yönelişlerini çarçur edip saptırmaktan sorumlu, uyarsan da uyarmasan da dilini sarkıtıp soluyan köpek (7/Arâf, 176) gibi şeytana tâbi olan Belamlar, kitlelerin ekonomik işlerle ve dünya malıyla oyalanmalarını sağlayan Karunlar, tâğûtî düzenin devamını sağlamakta, kitlelerin her alandaki fıtrata yönelişlerini saptıran müstekbirler artık müstazafları; devleti ve vatanı korumaya çağırırken Allah ve Rasülüne değil; şeytana uymayı, Allaha nankör davranmayı emrederler. Şeytanın zulmünün ve işbirlikçilerinin aslında hiçbir gücü yoktur. Onları güçlü kılan, apaçık bir şekilde, zulme rızâ gösteren müstazaf, fakat zâlim kimselerdir.
Ülül-emr kavramını fesâda uğratmış ve zulüm ve istikbârlarını ülül-emr diye müstazaf insanlara sunmuş müstekbirlere itaati bir görev sayan kimsenin Allahın huzuruna çıktığında emîrlerimize ve büyüklerimize uyduk, onlar da bizi yoldan saptırdılar. (33/Ahzâb, 67) demekten başka ileri süreceği hiçbir mâzereti yoktur. Zâlim müstazâflar bu halleriyle ezildiklerinin bile farkına varamamışlardır. Kollektif bilinçlerini üç beş mutlu-putlu azınlığa terketmiş ve onları denetleme imkânını dahi elde edememiş insanlar, âhirette Rablerine şikâyetlerini arzederken neye uğradıklarını şaşırmış görüntüsü vereceklerdir. (6)
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı: