Kur'an'da İnzâr Kavramı
Kur'ân-ı Kerim'de inzâr kelimesi, türevleriyle birlikte 130 yerde geçer. Kur'anî bir kavram olarak "inzâr" , Cenab-ı Allah'ın, peygamberleri aracılığıyla kullarını uyarması, onları kötü akibetten sakındırmasıdır. "İnzâr" görevini ifa etmeleri sebebiyle peygamberlere de "nezîr" ve "münzir" denir. Âlemlerin Rabbı olması hasebiyle kullarını en iyi tanıyan ve onlara nasıl hitab edilmesi gerektiğini en iyi bilen Allah Teala, insanlık tarihi boyunca, hak yoldan saparak şirk ve inkâr bataklığına saplanan kavimleri "inzâr" etmeleri için, zaman zaman "nezîr"ler göndermiş ve bunların uyarılarına kulak asmayanları, kendilerinden sonrakilere ibret olacak şekilde cezalandırmıştır. "Âd kavminin kardeşini an ki, o, Ahkaf'da kavmini uyarmıştı. Kendinden önce ve sonra uyarıcılar gelmiş olan kavmine; 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben, sizin, büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum' demişti." (46/Ahkaf, 21) Kur'an'da çoğunlukla inzar kelimesi ile ifade edilen uyarı, bazan cehennem azabı ve bazan da eski kavimlerin başlarına gelen helak hatırlatılarak yapılır. "Görmedin mi, Rabbın ne yaptı Âd kavmine; ülkelerde benzeri yaratılmamış olan İrem'e; vadilerde kayaları yontan Semûd'a; kazıklar sahibi Fir'avn'a! Ki, hepsi ülkelerinde azgınlık ederek fesadı yaymışlardı. Bunun için Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı." (89/Fecr, 6-14)
İnzar/uyarma görevi, yalnız Allah'ın ülûhiyetine inanan bir eylemin toplumsal anlamda başlamasıdır. İnzar (uyarma), hayatî önemi olan bir haberin dost-yabancı demeden herkese açıkça duyurulmasıdır. Kavramda, gizlilik yerine açıklık ana ögedir. Dolayısıyla muhataplar sınırlı değildir; uyarı görevinin iletilmesi tüm insanlara yöneliktir. Uyarıda önemli olan tevhiddir, Allah'ın üluhiyetidir. "(İnsanları) uyarın ki, Ben'den başka ilah yoktur." (16/Nahl, 2) "Bu, insanlar için bir tebliğdir, bununla uyarılsınlar ve bilsinler ki 'O, tek bir ilahtır ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar" (14/İbrahim, 52) "Bu Kur'an bana, sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi." (6/En'âm, 19) "İnsanları, onlara azabın geldiği gün ile uyar." (14/İbrahim, 44)
Rasulullah (s.a.s.)'in İslam'ı tebliğ için risalet görevine ilk defa "inzar"la başlamış olduğunu da Kur'an'dan öğreniyoruz: "Ey örtüye bürünen! Kalk, inzâr et." (74/Müddessir, 1-2) Bu emirden sonra, Peygamberimiz (s.a.s.) "inzar" görevine başlamış ve "Sen ilk olarak en yakın hısımlarını/akrabalarını inzâr et" (26/Şuarâ, 214) emri uyarınca, önce yakın hısımlarını uyarmıştır. Rivayete göre "En yakın hısımlarını uyar" ayeti nâzil olunca, Hz. Peygamber, Safâ tepesine çıkıp çevresindeki insanları çağırmıştı. Halkın toplandığını gören Allah elçisi; "Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey Lüeyy oğulları! 'Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var' desem, beni tasdik eder misiniz?" diye sorar. Onlar da "evet" derler. Bunun üzerine; "Ben sizi önünüzdeki azapla uyaran bir nezîrim." der. Ebu Leheb: "Bundan böyle hüsranda olasın!" diye beddua eder. (Buhâri, Tefsir Sure 111/1-2)
Bundan sonra Rasulullah (s.a.s.), hayatının sonuna kadar inzar görevini eksiksiz bir şekilde yapmıştır. Bir yandan müşrikleri hak yola davet ederek inanmayanları ahiret azabıyla inzar etmiş, diğer yandan kendisine inananları, her türlü günaha karşı uyarmıştır. Bu tür inzarlar, Kur'an'da büyük bir yer tutar:
"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin arası kesildiğinde, size açıklayıp duran elçimiz gelmiştir. Tâ ki; 'bize ne müjdeci, ne de uyarıcı gelmedi', demeyesiniz. İşte size hem müjdeci hem de uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye kaadirdir." (5/Mâide, 19)
"Eğer yüz çevirirlerse de ki; 'İşte sizi Âd ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi bir azabla inzar ettim." (41/Fussılet, 13)
"Sizi, yakın gelecekteki azabla uyardık. O gün kişi, elleriyle sunduğuna bakar. Kâfir de; 'keşke toprak olsaydım' der." (78/Nebe', 40)
Tüm bunlara rağmen, inkârcılar ve inanmak istemeyenler yine de inanmaz, karanlığı aydınlığa tercih ederler.
"Kâfirleri inzâr etsen de etmesen de birdir, inanmazlar." (2/Bakara, 6)
"Göklerde ve yerde bulunanlara bir bakın!' de. Ama inanmayacak bir millete ayetler ve inzarlar fayda vermez." (10/Yûnus, 101)
"Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Sen, ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele." (36/Yâsin, 10-11)
İnzar/uyarma görevi, yalnız Allah'ın ülûhiyetine inanan bir eylemin toplumsal anlamda başlamasıdır. İnzar (uyarma), hayatî önemi olan bir haberin dost-yabancı demeden herkese açıkça duyurulmasıdır. Kavramda, gizlilik yerine açıklık ana ögedir. Dolayısıyla muhataplar sınırlı değildir; uyarı görevinin iletilmesi tüm insanlara yöneliktir. Uyarıda önemli olan tevhiddir, Allah'ın üluhiyetidir. "(İnsanları) uyarın ki, Ben'den başka ilah yoktur." (16/Nahl, 2) "Bu, insanlar için bir tebliğdir, bununla uyarılsınlar ve bilsinler ki 'O, tek bir ilahtır ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar" (14/İbrahim, 52) "Bu Kur'an bana, sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi." (6/En'âm, 19) "İnsanları, onlara azabın geldiği gün ile uyar." (14/İbrahim, 44)
Rasulullah (s.a.s.)'in İslam'ı tebliğ için risalet görevine ilk defa "inzar"la başlamış olduğunu da Kur'an'dan öğreniyoruz: "Ey örtüye bürünen! Kalk, inzâr et." (74/Müddessir, 1-2) Bu emirden sonra, Peygamberimiz (s.a.s.) "inzar" görevine başlamış ve "Sen ilk olarak en yakın hısımlarını/akrabalarını inzâr et" (26/Şuarâ, 214) emri uyarınca, önce yakın hısımlarını uyarmıştır. Rivayete göre "En yakın hısımlarını uyar" ayeti nâzil olunca, Hz. Peygamber, Safâ tepesine çıkıp çevresindeki insanları çağırmıştı. Halkın toplandığını gören Allah elçisi; "Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey Lüeyy oğulları! 'Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var' desem, beni tasdik eder misiniz?" diye sorar. Onlar da "evet" derler. Bunun üzerine; "Ben sizi önünüzdeki azapla uyaran bir nezîrim." der. Ebu Leheb: "Bundan böyle hüsranda olasın!" diye beddua eder. (Buhâri, Tefsir Sure 111/1-2)
Bundan sonra Rasulullah (s.a.s.), hayatının sonuna kadar inzar görevini eksiksiz bir şekilde yapmıştır. Bir yandan müşrikleri hak yola davet ederek inanmayanları ahiret azabıyla inzar etmiş, diğer yandan kendisine inananları, her türlü günaha karşı uyarmıştır. Bu tür inzarlar, Kur'an'da büyük bir yer tutar:
"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin arası kesildiğinde, size açıklayıp duran elçimiz gelmiştir. Tâ ki; 'bize ne müjdeci, ne de uyarıcı gelmedi', demeyesiniz. İşte size hem müjdeci hem de uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye kaadirdir." (5/Mâide, 19)
"Eğer yüz çevirirlerse de ki; 'İşte sizi Âd ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi bir azabla inzar ettim." (41/Fussılet, 13)
"Sizi, yakın gelecekteki azabla uyardık. O gün kişi, elleriyle sunduğuna bakar. Kâfir de; 'keşke toprak olsaydım' der." (78/Nebe', 40)
Tüm bunlara rağmen, inkârcılar ve inanmak istemeyenler yine de inanmaz, karanlığı aydınlığa tercih ederler.
"Kâfirleri inzâr etsen de etmesen de birdir, inanmazlar." (2/Bakara, 6)
"Göklerde ve yerde bulunanlara bir bakın!' de. Ama inanmayacak bir millete ayetler ve inzarlar fayda vermez." (10/Yûnus, 101)
"Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Sen, ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele." (36/Yâsin, 10-11)
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı: