Allah'a İtaat ve İsyanın Boyutları

İtaat ve isyan, insanlar için imtihan konuları olduğundan, nefse zor gelir. Bâtıla isyan, irâde gücünün göstergesidir. Nefsin hevâsına, kötü arzularına isyan etmek, yani  olumlu  isyan da savaş kadar zor olduğundan, geleneksel İslâmî kültürde “büyük cihad” sayılmıştır. İnsan, hevâsını/kötü arzularını mı, yoksa gerçek ilâh Allah’ı mı ilah kabul ediyor; bu itaat ettiği mercî ile ilgilidir. İtaatin her türlü şartta, her çeşit zorlukta ve kayıtsız şartsız, pazarlıksız uygulanması gerekir. Bazı küçük zorluklara göğüs gererek yapılan itaat, belki münâfıklar tarafından da gösterilebilir; oysa zorluk ve sıkıntıya rağmen itaat, mü’minlere hastır. Kur’an’da münâfıkların Allah yolunda girişilecek mücadeleyi zor görerek geride kaldıkları bildirilir. Ancak, eğer “yakın bir yarar ve orta (zorlukta) bir sefer olsa, geleceklerdir (9/Tevbe, 41-42). Mü’minin sahip olduğu en önemli özelliklerden biri, itaatini her durumda korumasıdır. Rasulullah bir hüküm koymuş, bir  karar vermişse, mü’min, kendi basit çıkarlarına aykırı da olsa buna itaat eder. Kur’an, münafıklarla mü’minleri itaat konusunda farklı davranışlarıyla bize tanıtır (24/Nûr, 47-54).



İtaat ve isyan bir bütündür. Yani, Allah’a itaat eden, O’na isyandan da kaçar. Hem itaat hem isyan birlikte barınamaz; beraber bulunurlarsa her ikisi de eksiktir, yok sayılır. Bazı insanlar, övülürken, “kumarı yok, içkisi yok, kötü alışkanlıkları yok” diye bazı isyan türü davranışlarının olmadığı, o yüzden iyi insan olduğu vurgulanır.  Bu  “yok”ların  yanında,  nelerin



“var” olup olmadığı önemsenmez. Ancak, Allah’a itaat olarak tüm emirlere uyup uymadığı değerlendirilince, onun isyankâr olup olmadığı açığa çıkacaktır. Yani, itaatsizlik de bir isyandır. Allah’a tam itaat etmeyen biri, isyan içinde demektir, isterse bazı isyan türünden kötü alışkanlıkları olmasın.



Yine, Allah’a itaatla birlikte Allah’ın itaat için izin vermediği, itaat etmemizi istemediği ilke ve şahıslara itaat, birbiriyle bağdaşmaz. Biri varsa, öteki yok demektir. Tâğutu reddetmeden Allah’a imanın geçerli olmadığı (2/Bakara, 256; 16/Nahl, 36) gibi, tâğuta isyan olmadan, tâğuta kayıtsız şartsız itaatle birlikte Allah’a itaat de gerçekleşmez. Kayıtsız şartsız itaat edilecek mercî olarak kişi neyi tercih ediyorsa, ilâh olarak onu kabulleniyor demektir.



İtaat, imanın test edilmesidir. Allah’ı tek ilâh kabul eden kimse, O’na kulluğunu, O’na kayıtsız şartsız itaat etme zorunluluğu duyarak gösterecektir. İtaat olmadan cennet yoktur (4/Nisâ, 14). Allah ve Peygamber, mü’minleri kurtaracak, onlara hayat verecek şeylere çağırmaktadır. Bu dâvete icabet etmektir itaat. “Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasûlü’ne icâbet edin.” (8/Enfâl, 24)



Allah’a itaati terk eden isyankâr ve kendine zulüm/yazık edenlere dünyevî cezalardan biri, kendileri gibilerin onları yönetmesidir. “Zâlimlerin bir kısmını, bir kısmının başına geçiririz.”  (6/En’âm, 129) İnsanlar bozuldukları, Allah’a âsi oldukları zaman, onların kötüleri başlarına getirilir: “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.”  (Aclûnî, Keşfu’l Hafâ, 2/126-127)  



Allah’a ve Rasûlü’ne itaat, namaz ve zekâtla da yakından ilgilidir: “Namaz kılın, zekât verin, Peygamber’e itaat edin ki size merhamet edilsin.” (24/Nûr, 56) “...Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”  (58/Mücâdele, 13)



Allah’a gerçekten iman  etmiş  kimse,  yaratılış  amacının  sadece  Allah’a  ibâdet  olduğu (51/Zâriyât, 56)  bilincindedir. O, namazını, ibadetlerini, hayatını ve ölümünü hep âlemlerin Rabbi için (6/En’âm, 162), O’nun rızâsı doğrultusunda geçirmeye söz vermiştir. Mü’minin  hayatı, tümüyle ibâdet olduğundan/olması gerektiğinden, itaat ve isyanı da namazına benzeyecektir. Namazı, Allah’ın istediği gibi kılmakla nasıl ibâdet yapılmış oluyorsa, Allah'a herhangi bir konuda itaat de ibâdettir. Namaz kılarken imama uyup itaat ettiği gibi, büyük imam olan müslüman yöneticiye, yani ülü’l emre de öyle itaat edecektir. Namaz kılarken, kendinden daha âlim ve takvalı olsa da imamın yanlışına uymadığı, onu gerektiği şekilde düzelttiği gibi, yöneticisinin de yanlışlarını ikaz edecek, düzeltecektir.



Hz. Ömer’in, “ben Allah’a  ve  Rasûlü’ne itaatten ayrılırsam, ne yaparsınız?” diye sorduğunda, cemaatten herhangi bir genç, ayağa kalkıp “Allah’a ve Rasûlüne azıcık muhâfet etsen, itaatten kıl kadar ayrılsan, seni kılıçlarımızla düzeltiriz!” diye cevaplaması, Hz. Ömer’in de bu cevaba şükretmesi, örnek alınma gereği duyulmadan, sadece tarihî bir vaka olarak değerlendirilemez.



 Bilindiği gibi, Hz. Ebu Bekir, halife seçildikten sonra yaptığı konuşmada şunları söyledi: “İnsanlar! Sizin en iyiniz olmadığım halde başınıza getirildim. İyi davranırsam bana yardımcı olun; saparsam düzeltin beni. Doğruluk emanet, yalan hiyanettir. İçinizdeki güçsüz, hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. İçinizdeki güçlü de, Allah’ın izniyle hakkı ondan alınıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Sizden kimse cihadı terketmesin; çünkü onu terkeden bir kavmi, muhakkak Allah zillete düşürmüştür. Allah'a ve Rasülüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Allah'a âsi olursam, bana itaatiniz gerekmez!”