Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
Evrenin tek yaratıcısı olan Allah, insanı sayılamayacak meziyet, nimet ve imkânlarla yaratmış, bu nimetleri ruh ile tamamlamıştır. Bu özellikler, onu diğer yaratıklardan üstün kılar ve tabii bu sayısız nimetler dolayısıyla insan, Allah karşısında sorumludur. İnsanın bu bilinci yakalaması, kaderinin dönüm noktası olacaktır. Kur'an, bu sorumluluğa işaret ederken şunları
söylüyor: "Allah O'dur ki, sizi, yeryüzünün halifeleri yaptı. Ve derecelerle kiminizi kiminizin üstüne çıkardı. Bu, size verdiği şeyler de sizi imtihan etmek içindir. Muhakkak ki Rabbin, cezalandırması çabuk olandır. Ve gerçekten çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." (6/En'âm, 165)
Kur'an, insana kendisini tanıtıyor. Ona Allah'a kulluk amacıyla yaratıldığını, mutluluğunun bu amaca ulaşmakla mümkün olabileceğini, amacına tek başına elindeki imkânlarla yetişmesinin mümkün olmadığını, Allah'a sığınmadan, O'nun yardımını almadan mutlu olamayacağını, mutlaka O'nun buyruklarına uyması gerektiğini anlatıyor. Ve yine anlatıyor ki, Allah onun nihâî amacına ulaşması ve böylece ebedî mutluluğa erişmesi için bazı kimseleri peygamber/elçi olarak görevlendirmiştir. Onlar özel olarak yetiştirilmiş kimselerdir. Kendilerini Allah adına eğitip terbiye edeceklerdir. Bunlara da uyulması gerekir; çünkü onlar, insanlığa öğretmen olarak gönderilmişlerdir. "Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde layıktır." (35/Fâtır, 15)
Herkesin Rabbını ve kendini tanıması, kul ve halife olmaya çalışması kolay değildir. Bunun şartları vardır. Bu şartların en önemlisi, insanın aczini, yetersizliğini içtenlikle kabul etmesidir. Bunu bir benzetmeyle anlatmak daha kolay olacaktır. Sağlıklı yaşamayı amaç edinen bir insan düşünelim. Bu insan ne zaman ve niçin doktora gider? Ya rahatsızlık hissettiği veya kendisinde bir rahatsızlığın olup olmadığını anlamak istediği zaman gider. Kendi rahatsızlığının farkına varmayan, varsa bile bu rahatsızlığı kendisinin daha iyi tedavi edebileceğine inanan insan niçin doktora gitsin? Gitmez. O halde yapılacak iş:
1- İnsanların sağlıklı yaşamayı amaç edinmelerini,
2- Bunun için bir doktora muhtaç olduklarının bilincine varmalarını sağlamak. Bu bilince ulaşmış olan kimse doktora ihtiyacını kabul etmekle birlikte, "hangi doktor?" diye de sorabilir. Aklı başında hiç kimse, kendisini tedavi edemeyecek doktora gitmez. O halde
3- Bir kimsenin tedavi olacağı doktorun bilgi gücüne de inanması gerekir.
4- İnsanın kendisini tedavi edecek olan doktorun reçetesinin kendisine şifa sağlayacağına inanmasıdır. Her ne kadar doktora inansa bile, eline verilen reçetenin faydasız bir kâğıt parçası olduğuna karar veren bir kimse, o reçetede öngörülen ilaçları kullanmaz.
"İlim, ilim bilmektir; İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin; Ya nice okumaktır."
(Yunus Emre)
Rabbını bilen, ancak kendini bilebilir; kendini bilen de Rabbını. İnsanın kendi gerçeğini tam olarak tanıması, İslam eğitiminin esasını teşkil eder. Kur'an'ı incelediğimiz zaman görürüz ki, kendi gerçeğini tanıma konusunda insanlar, genel olarak üç kısma ayrılmaktadır:
Kendilerini olduklarından yukarıda görenler. Kur'an'da bunlar, tâğut, müstekbir, mağrur insanlar olarak tanıtılır.
Kendilerini olduklarından daha aşağı görenler. Kur'an'a göre bunlar da müstaz'af, zelil insanlardır.
Kendi gerçeklerini olduğu gibi görenler. Bunların da Kur'an'da birçok isimleri vardır, ama genel ve yaygın isimleri mü'min ve müslimdir.[505]
söylüyor: "Allah O'dur ki, sizi, yeryüzünün halifeleri yaptı. Ve derecelerle kiminizi kiminizin üstüne çıkardı. Bu, size verdiği şeyler de sizi imtihan etmek içindir. Muhakkak ki Rabbin, cezalandırması çabuk olandır. Ve gerçekten çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." (6/En'âm, 165)
Kur'an, insana kendisini tanıtıyor. Ona Allah'a kulluk amacıyla yaratıldığını, mutluluğunun bu amaca ulaşmakla mümkün olabileceğini, amacına tek başına elindeki imkânlarla yetişmesinin mümkün olmadığını, Allah'a sığınmadan, O'nun yardımını almadan mutlu olamayacağını, mutlaka O'nun buyruklarına uyması gerektiğini anlatıyor. Ve yine anlatıyor ki, Allah onun nihâî amacına ulaşması ve böylece ebedî mutluluğa erişmesi için bazı kimseleri peygamber/elçi olarak görevlendirmiştir. Onlar özel olarak yetiştirilmiş kimselerdir. Kendilerini Allah adına eğitip terbiye edeceklerdir. Bunlara da uyulması gerekir; çünkü onlar, insanlığa öğretmen olarak gönderilmişlerdir. "Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde layıktır." (35/Fâtır, 15)
Herkesin Rabbını ve kendini tanıması, kul ve halife olmaya çalışması kolay değildir. Bunun şartları vardır. Bu şartların en önemlisi, insanın aczini, yetersizliğini içtenlikle kabul etmesidir. Bunu bir benzetmeyle anlatmak daha kolay olacaktır. Sağlıklı yaşamayı amaç edinen bir insan düşünelim. Bu insan ne zaman ve niçin doktora gider? Ya rahatsızlık hissettiği veya kendisinde bir rahatsızlığın olup olmadığını anlamak istediği zaman gider. Kendi rahatsızlığının farkına varmayan, varsa bile bu rahatsızlığı kendisinin daha iyi tedavi edebileceğine inanan insan niçin doktora gitsin? Gitmez. O halde yapılacak iş:
1- İnsanların sağlıklı yaşamayı amaç edinmelerini,
2- Bunun için bir doktora muhtaç olduklarının bilincine varmalarını sağlamak. Bu bilince ulaşmış olan kimse doktora ihtiyacını kabul etmekle birlikte, "hangi doktor?" diye de sorabilir. Aklı başında hiç kimse, kendisini tedavi edemeyecek doktora gitmez. O halde
3- Bir kimsenin tedavi olacağı doktorun bilgi gücüne de inanması gerekir.
4- İnsanın kendisini tedavi edecek olan doktorun reçetesinin kendisine şifa sağlayacağına inanmasıdır. Her ne kadar doktora inansa bile, eline verilen reçetenin faydasız bir kâğıt parçası olduğuna karar veren bir kimse, o reçetede öngörülen ilaçları kullanmaz.
"İlim, ilim bilmektir; İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin; Ya nice okumaktır."
(Yunus Emre)
Rabbını bilen, ancak kendini bilebilir; kendini bilen de Rabbını. İnsanın kendi gerçeğini tam olarak tanıması, İslam eğitiminin esasını teşkil eder. Kur'an'ı incelediğimiz zaman görürüz ki, kendi gerçeğini tanıma konusunda insanlar, genel olarak üç kısma ayrılmaktadır:
Kendilerini olduklarından yukarıda görenler. Kur'an'da bunlar, tâğut, müstekbir, mağrur insanlar olarak tanıtılır.
Kendilerini olduklarından daha aşağı görenler. Kur'an'a göre bunlar da müstaz'af, zelil insanlardır.
Kendi gerçeklerini olduğu gibi görenler. Bunların da Kur'an'da birçok isimleri vardır, ama genel ve yaygın isimleri mü'min ve müslimdir.[505]
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı: