Bu Ümmetin Hali Ancak Evvelkilerin Islah Olunduğuyla Islah Olunur

           



İmam Malik (r.a.) şöyle demiştir: "Bu ümmetin hali ancak evvelkilerin ıslah olunduğuyla ıslah olunur." Şüphe yokki, ümmetin ilk kuşağı ve en hayırlısı olan ashab, Kitaba ve Sünnete  sarılıyorlardı. Müslümanlar, Allah'ın hükmünden



yüzçevirip âlimlerini Rabb edinen kişilerden hoşlanma vehmine kapıldıkları için Allah'ın müslümanlara vadettigi yardımı kesmesinde şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü bu kişiler Allah'ın, müminleri vasfettigi bütün vasıflardan sıyrıldılar. Birinci ve ikinci hicri yüzyılda körükörüne taklid olmadığı gibi, bizim yaptığımız taklidî ibadetlerin çoğu yoktu. Akıl sahibi birisi veya hassas bir toplum İslâm'a girse, neyi alacağını, hangi mezhebe ve fıkıh kitaplarının hangisine güveneceklerini şaşırır. Bu dinin dosdoğru hak din olduğuna, bütün ihtilaflarına rağmen mezheplerin aynı şey olduğuna onu ikna etmek bizim için çok zor olurdu. Japonya'daki olayların benzeri bizde de oluyor. Biz müslümanlar, Kur'ân'ın hükümlerine ve Rasûlullah'ın açıkladığı nebevî yolda kalsaydık, hiçbir ihtilaf olmayan, sapıklıktan uzak gerçek dini, zorluk ve güçlüğü olmayan, müsamahakâr,  hanif olan İslâm'ı anlamamız daha kolay olurdu.             Fukahanın görüşlerine, ihtilaflarına ve gruplaşmalarına göz attığımızda çok hayrete düşeriz. Çünkü onlardan biri: "Şüphesiz ulaşan haber (hüccet) daha kuvvetlidir. Fakat bununla fetva verilmez ve amel edilmez." der. "Niçin?" diye sorulduğunda: "Çünkü falan kişi böyle dedi" der.



            Maslahatın (umumi faydanın) hadisin ifade ettiği şeyde olduğu ortada olsa bile, birçok insan arasında geçmişini tanımadığımız birisinin sözü, sahih sünneti bunlara göre terketmeye yeterlidir. Böylece dinin aslı ve kaynağıyla bizim içinde olduğumuz durum  arasındaki ilişki kesilmiş olur. Halbuki bir kimsenin, itikad ve ibadet konularında Allah ve kitabın indiği rasûlünden başkasına müracaat etmesi caiz olmaz. Hükmün, sadece Allah'a ait olduğuna, dinin Allah'ın dışındaki kimselerden alınmayacağına inanmamız gerekir. Böylece biz Kur'ân'da emrolunduğumuz  gibi ihlaslı ve tevhid ehli bir müslüman oluruz. Kim bundan çıkarsa başka Rabler edinen ve helak olan kimselerden olur. "Nitekim kendilerine uyulanlar, azabı görünce uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bağlar kopacaktır. Uyanlar: "Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsada, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak." Böylelikle Allah onların amellerini kendilerine bir pişmanlık olarak gösterdi. Cehennemden de çıkacak değillerdir" derler." (66)



            Bil ki bu âyet, ibadet ve itikadda veya helal ve haramda taklid olsun, insanların dini olsun veya olmasın söz ve görüşlerine körükörüne bağlandıkları için taklidçileri sarsmaktadır.             Bütün bu hükümler Allah ve Rasûlü'nden alınır. Bu konuda  kimsenin görüş ve düşüncesine yer yoktur. Sapık ilim de buna girer. Hidayet üzere olan müçtehidler ise. herkesi Allah'tan başkasına ibadet yapmaktan ve Allah'tan başkasına



güvenmekten, dinî konularda vahiyden başka kaynağa bağlanmaktan alıkoyariar.



            Bazı müfessirler bu gibi âyetlerin kafirler hakkında olduğunu iddia ederler. Evet, dedikleri doğrudur. Bu sözden, müslümanlarla Kur'ân'ın arasının açılacağının anlaşılması hatadır. Çünkü bu âyetlerdeki her azabı müşriklere, yahudiler



ve hıristiyanlara atfettiler. Kendileri matlup olan ibret alma işinden  kaçındılar. (67 Binaenaleyh müslümanların, Kur'ân'dan vazü nasihat almayıp, gereğini yerine getirmeden sadece dil ile kelime-i tevhid'i söylemenin ahirette kurtulmak için yeteceğini zannettiklerini görürsün. Kaldıki bu kelime-i



tevhidi kafir ve münafıklar da söylüyorlar.             Allah'ın, şirkin çeşitlerinden, kâfirlerin vasıflarından ve hallerinden anlatması, müminler için bir ibret olması ve müminlerin, onların durumuna düşüp helak olmamaları içindir.



            Taklidçi reisler, islâm'a girmeye hazırlanan kişilerin artık kalmadığını, diğerleri için kolay olmayan bazı bilgileri bilmek gibi sıfatlar şart koşulduğu için onlar gibilerin daha bulunamıyacağı iddiasıyla müslumanlarla kitapları arasına girdiler. Bununla birlikte sahabe ve tabiînin selefleri ve dört mezhep müçtehidi, dinî konuda delilini bilmeden birisinin görüşünü alınmaması konusunda ittifak halindedirler. Sonraki alimler ise, avam için müftünün görüşünü delil olarak gösterdiler. Bunların halefleri taklidde boğuldular. Öyleki, Kitap ve Sünnetin hangi hükmü olursa olsun alınmasını yasakladılar. O hükümleri anlamaya çalışan ve onlarla amel eden kişilerin görüşlerinin bozuk olmasıyla nitelediler. Bu hüsranın, düşüklüğün ve din düşmanlığının son noktasıdır. İnsanlar da bu konuda bunlara uydular ve böylece Allah'tan başka rableri oldu. Allah'ın haber verdiği gibi (Bakara/166) birbirlerinden kıyamet gününde uzaklaşacaklardır. Ben bu âyet hakkında bir risale yazdım ve adını "el-Burhanu's-Satı' fi Teberrui'l-Metbu' mine't-Tabî" (Tabi olanın tabi olduğu kimseden uzak olması konusunda açık delil) koydum. Bu risale Allah'ın kuvvet ve kudretiyle Mısırda basılmıştır. Bu kitap sana gereklidir. Allah seni ve beni doğru yola iletsin.



66) Bakara Sûresi, âyet 166-167



67) Çünkü lafzın umumiliğine itibar olunur, sebebin hususiyetine değil.