Mu'tezilîler:
Mu'tezilîler, kaderi inkâr ederler. Bu ilgiyle ayrıca Kaderîler adıyla da tanınırlar. Ancak Kaderîlik, kaderi inkâr edenler için kullanılmış yanlış bir isimlendirmedir. Çünkü bunlar kaderci değil, tam tersine kadere inanmayan bir topluluktur. Kadere inanmamak ise bu topluluğu Ehl-i Sünnet'den ayıran temel inanışların sadece bir ayrıntısıdır. Onun için aslında bu kampa Kaderîler adından çok Mu'tezilîler denmektedir.
Mu'tezilî adı, Hz. Hasan'ın, Muaviye lehinde devlet başkanlığından çekilmesiyle birlikte O'nu desteklemekten vazgeçenlere verildi. Bu sözcük, Ayrılıkçı, kopan, -daha doğrusu- soyutlanan anlamına gelmektedir. Önceleri siyasi bir anlam taşıyan Mu'tezilîlik, daha sonra felsefî bir içerik kazandı. Bu suretle Mu'tezilîler ayrı bir kamp oluşturdular.
İlki, Ma'bed el-Cühenî olmak üzere, Gaylan b. Eslem ed-Dımaşkıy, Ebu Muhammed Abdülvahhab el-Cibâî, Vasıl b. Ata, Amr b. Ubeyd, Büşr b. Said, Ebubekr Abdurrahman b. Keysan ve İbrahim en-Nizam, Mu'tezile ekolünün kurucuları sayılırlar. Bu inanış tarzının temel ilkelerini koyan Vasıl b. Ata'dır.
Mu'tezilîliğin 5 ilkesi vardır:
1) Tevhid,
2) Adl,
3) Va'd ve Vaîd,
4) Menzile Beyn'el-Menzileteyn,
5) Emri bilmaruf nehyi anilmünker.
Mu'tezilîler bu beş ilkeden ilk dördüne, Ehl-i Sünnet'den farklı ve rijit yorumlar getirerek müslümanların cumhurundan ayrılmışlardır.
Örneğin Tevhid konusunda Allah Teâlâ'nın, Semi' basar, ilim, kudret, irâde, kelâm ve hayat gibi zâtî sıfatlarını reddetmiş, Allah'da bu sıfatlarların bulunduğunu söylemek yerine şu yorumu yapmışlardır:
"Allah işiticidir, ama işitme duyusu ile nitelenemez; Allah görücüdür, ama görme duyusu ile nitelenemez; Allah bilicidir ama bilinçle nitelenemez; Allah'ın, her şeye gücü yeter, ama kudretle nitelenemez; Allah dileyicidir ama irâde etmek diye bir niteliği yoktur; Allah konuşucudur, ama kelâm diye bir sıfatı yoktur."
Mu'tezilîler, bununla birlikte Allah'ın sıfatlarının zâtı ile kaim olduğunu ve O'nun âhirette müminler tarafından görülebileceğini de inkâr etmişlerdir.
Adl konusunda da kişinin, kendi fiilini kendisinin yarattığını ileri sürerek Ehl-i Sünnet'den ayrılmışlardır. Sözde Allah'ı, şer ve kötülük yaratmaktan tenzih etmek istemiş, ancak bu suretle onu âcizlik ve beceriksizlikle niteleme çelişkisine düşmüşlerdir.
Va'd ve Vaîd: Yani mükafat ve ceza konusunda Allah'ın verdiği sözler'e gelince, bunda da Mu'tezilîler Ehl-i Sünnet'den ayrılarak: mutlak surette her iki yönde de bu sözler yerine gelecektir, diye Allah adına kesin bir yargı ortaya koymuşlardır. Halbuki bu konuda müslümanların çoğunluğuna ait kanaat şöyledir: Evet Allah (cc), iyiliği ödüllendireceğine ilişkin kesin söz vermiştir; Binaenaleyh bu sözünden caymayacaktır. Ama (şirk hariç) kötülüğü cezalandıracağını kesinleştirmemiştir; Bu da demektir ki dilerse suçluyu cezalandıracak, dilerse affedecektir. Nitekim bu, hem günahkar kulun umut beslemesi bakımından O'nun ilâhî merhametiyle bağdaşan ve O'na yakışan bir muameledir, hem de Allah'ın kudreti bakımından zor ya da ihtimalden uzak bir şey değildir.
Dördüncü ayrılık noktaları ise günahkar kişinin, ne mümin, ne de kafir olduğuna ilişkin inançlarıdır. Mümin kişinin, işlediği günah sebebiyle iman ve küfürden farklı bir durumda kalacağını ileri sürmüş, bu duruma El-Menzile Beyn'el-Menzileteyn demişlerdir ki bunun anlamı tıpkı halk arasında yaygın olan İki cami arasında beynamaz demek gibi bir şeydir. Halbuki Kitap ve Sünnet'e bağlı çoğunluğun itikadına göre Kişi (Şirk hariç) herhangi bir günah işlemekle İslam Dini'nden çıkmaz. Günah işleyen kişi suçlu bir mümindir. Ona Fıkıh dilinde Fâsık denir.
İlkelerinden beşincisi ise: Emri bilmaruf, nehyi anilmünker dir. Bunun anlamı: İyiliği öğütlemek, kötülükten sakındırmaktır. Bu noktada Ehl-i Sünnetten hiç bir ayrılıkları yoktur. Bilakis İslam'ın en önemli ilkelerinden biri budur.
Kendi aralarında da yirmiden fazla fraksiyona ayrılan bu kampın her şubesi diğerlerini küfürle suçlamıştır. [505]
Mu'tezilî adı, Hz. Hasan'ın, Muaviye lehinde devlet başkanlığından çekilmesiyle birlikte O'nu desteklemekten vazgeçenlere verildi. Bu sözcük, Ayrılıkçı, kopan, -daha doğrusu- soyutlanan anlamına gelmektedir. Önceleri siyasi bir anlam taşıyan Mu'tezilîlik, daha sonra felsefî bir içerik kazandı. Bu suretle Mu'tezilîler ayrı bir kamp oluşturdular.
İlki, Ma'bed el-Cühenî olmak üzere, Gaylan b. Eslem ed-Dımaşkıy, Ebu Muhammed Abdülvahhab el-Cibâî, Vasıl b. Ata, Amr b. Ubeyd, Büşr b. Said, Ebubekr Abdurrahman b. Keysan ve İbrahim en-Nizam, Mu'tezile ekolünün kurucuları sayılırlar. Bu inanış tarzının temel ilkelerini koyan Vasıl b. Ata'dır.
Mu'tezilîliğin 5 ilkesi vardır:
1) Tevhid,
2) Adl,
3) Va'd ve Vaîd,
4) Menzile Beyn'el-Menzileteyn,
5) Emri bilmaruf nehyi anilmünker.
Mu'tezilîler bu beş ilkeden ilk dördüne, Ehl-i Sünnet'den farklı ve rijit yorumlar getirerek müslümanların cumhurundan ayrılmışlardır.
Örneğin Tevhid konusunda Allah Teâlâ'nın, Semi' basar, ilim, kudret, irâde, kelâm ve hayat gibi zâtî sıfatlarını reddetmiş, Allah'da bu sıfatlarların bulunduğunu söylemek yerine şu yorumu yapmışlardır:
"Allah işiticidir, ama işitme duyusu ile nitelenemez; Allah görücüdür, ama görme duyusu ile nitelenemez; Allah bilicidir ama bilinçle nitelenemez; Allah'ın, her şeye gücü yeter, ama kudretle nitelenemez; Allah dileyicidir ama irâde etmek diye bir niteliği yoktur; Allah konuşucudur, ama kelâm diye bir sıfatı yoktur."
Mu'tezilîler, bununla birlikte Allah'ın sıfatlarının zâtı ile kaim olduğunu ve O'nun âhirette müminler tarafından görülebileceğini de inkâr etmişlerdir.
Adl konusunda da kişinin, kendi fiilini kendisinin yarattığını ileri sürerek Ehl-i Sünnet'den ayrılmışlardır. Sözde Allah'ı, şer ve kötülük yaratmaktan tenzih etmek istemiş, ancak bu suretle onu âcizlik ve beceriksizlikle niteleme çelişkisine düşmüşlerdir.
Va'd ve Vaîd: Yani mükafat ve ceza konusunda Allah'ın verdiği sözler'e gelince, bunda da Mu'tezilîler Ehl-i Sünnet'den ayrılarak: mutlak surette her iki yönde de bu sözler yerine gelecektir, diye Allah adına kesin bir yargı ortaya koymuşlardır. Halbuki bu konuda müslümanların çoğunluğuna ait kanaat şöyledir: Evet Allah (cc), iyiliği ödüllendireceğine ilişkin kesin söz vermiştir; Binaenaleyh bu sözünden caymayacaktır. Ama (şirk hariç) kötülüğü cezalandıracağını kesinleştirmemiştir; Bu da demektir ki dilerse suçluyu cezalandıracak, dilerse affedecektir. Nitekim bu, hem günahkar kulun umut beslemesi bakımından O'nun ilâhî merhametiyle bağdaşan ve O'na yakışan bir muameledir, hem de Allah'ın kudreti bakımından zor ya da ihtimalden uzak bir şey değildir.
Dördüncü ayrılık noktaları ise günahkar kişinin, ne mümin, ne de kafir olduğuna ilişkin inançlarıdır. Mümin kişinin, işlediği günah sebebiyle iman ve küfürden farklı bir durumda kalacağını ileri sürmüş, bu duruma El-Menzile Beyn'el-Menzileteyn demişlerdir ki bunun anlamı tıpkı halk arasında yaygın olan İki cami arasında beynamaz demek gibi bir şeydir. Halbuki Kitap ve Sünnet'e bağlı çoğunluğun itikadına göre Kişi (Şirk hariç) herhangi bir günah işlemekle İslam Dini'nden çıkmaz. Günah işleyen kişi suçlu bir mümindir. Ona Fıkıh dilinde Fâsık denir.
İlkelerinden beşincisi ise: Emri bilmaruf, nehyi anilmünker dir. Bunun anlamı: İyiliği öğütlemek, kötülükten sakındırmaktır. Bu noktada Ehl-i Sünnetten hiç bir ayrılıkları yoktur. Bilakis İslam'ın en önemli ilkelerinden biri budur.
Kendi aralarında da yirmiden fazla fraksiyona ayrılan bu kampın her şubesi diğerlerini küfürle suçlamıştır. [505]
İMAN
- İman;
- Kur'an'da İman
- İmanın Dereceleri
- 1) İcmali İman:
- 2) Tafsili İman:
- Tafsili İmanın Dereceleri ve İman Esasları:
- İman
- İmanın Muhafazası, Kazanılmasından Daha Zordur:
- İmanın Gerektirdikleri
- İman ve İslam
- İman ve Amel
- İman Amelden Bir Cüz müdür?
- İman, Tasdik ve İkrar:
- Tasdikin Derece ve Türleri:
- İslam Istılahında İmanın Manası, Hakîkati ve Rükûnleri:
- İman ve İnkâr Yönünden İnsanlar
- İnsanlar Niçin İman Eder? İmanın Sebep ve Sonuçları
- İmanla İlgili Sünnetullah (Allah'ın Değişmez Yasaları)
- İmanın Sahih (Geçerli) ve Kabule Şayan Olmasının Şartları
- İmanı Bozan Haller
- 1) Cibt ve Tağuta İnanmak:
- 2) Şirk Koşmak:
- 3) Kâfirleri Veli ve Yönetici Tanımak:
- Bâtıla İman
- İman Esasları
- Sosyal Ve Toplumsal Faktör Olarak İman:
- İman Sözcüğünün Terimsel Anlamı ve İman-Vicdan Sorunu
- İmanın Niceliği
- Taklîdî İman: