Hevâsına Uyanların Özellikleri:
Hevânın yerleştiği kalpte, başta şirk olmak üzere bütün olumsuz davranışlar, bütün kötülükler yerleşmeye başlar. Böyleleri hevânın bir benzeri olan zanlarının (boş kuruntularının) ve keyflerinin peşine giderler. Allahın gönderdiği hidâyet rehberine aldırmazlar bile (53/Necm, 23).
Kişinin kendi hevâsına uyması, Haktan yüz çevirmesi demektir. Nitekim Kuran, kendi hevâlarına uyanlara tâbi olmayın (38/Sâd, 26; 5/Mâide, 77) demektedir. Böyle yapanlar zâlim olurlar. Zâlimler ise Haktan yüz çevirenlerdir (2/Bakara, 145). Zaten onların Allahın hidâyetinden yüz çevirmelerinin, ya da âyetleri yalan saymalarının sebebi, Vahyi bırakıp kendi hevâlarına uymalarıdır (6/Enâm, 150; 18/Kehf, 28). Şu âyet, hevâya uymanın zararlarını göstermesi açısından ne kadar dikkat çekicidir:
Eğer hak, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesada (bozulmaya) uğrardı (23/Müminûn, 71).
Hevâlarına uyanların özelliklerinden biri de istikbar (kendini büyük görme) ve peygamberlerin getirdiği vahye karşı çıkmadır. Bu gün de hayata ve dünyaya kendi hevâları doğrultusunda yön vermek, keyiflerine göre yaşamak isteyenler Kuran mesajına, İslâmın güzelliklerine karşı çıkmaktadırlar (2/Bakara, 87; 5/Mâaide, 70). Hevâlarına uyanlar Allahtan gelen ilmi (vahyi veya âyetleri) bilgisizce bir tarafa atarlar. Onlar gerçekten câhillerdir (30/ Rûm, 29). Kuran, Hz. Peygamberi ve onların şahsında müslümanları uyararak:
Sana gelen bu ilimden (Kuran ve hükümlerinden) sonra onların hevâsına uyarsan, senin için Allahtan bir velî ve yardımcı yoktur. (13/Rad, 37; 2/Bakara, 120).
Allahın indirdiği ile hükmet, onların hevâsına uyma! (5/Mâide, 48 - 49).
Emrolunduğu gibi dosdoğru ol ve onların hevâsına uyma! (42/Şûrâ, 15) diye emretmektedir.
Kuran, müminlere ayrıca adâletten ayrılıp hevânıza uymayın demektedir (4/Nisâ, 135). Şüphesiz ki hevâya uymak dengeyi bozar, hakları ihlâl eder, tarafgirliğe ve taassuba sebep olur, düşmanlığı körükler. İnsan, Allahın hidâyet kitabı olarak gönderdiği Kuranı, yani vahyi dışlayarak, her şeyi kendi aklına, kendi hevâsına göre çözmeye, her şeyin hükmünü işine geldiği gibi vermeye kalkışırsa, insanın içinde de yeryüzünde de huzurun olması mümkün değildir. Vahyi dışlayanlar hem kendilerine çeşitli ilâhlar bulurlar, hem de küçük, önemsiz ve kısır çekişmelerin içinde, ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar. Hevâsına uyan kimselerin yön verdiği dünyada barış ve adâletin olması mümkün değildir. Bu gerçeğe hem tarih şâhittir, hem de içinde yaşadığımız şartlarda bunu açıkça görmekteyiz.
Kuran, müminleri, hevâlarına uymamaları konusunda sık sık uyarmaktadır. Yine, müminlere, hevâlarına uyan veya hevâlarını tanrı haline getirenlerin peşinden gitmemelerini emretmektedir. Buna bağlı olarak da en iyi barınma yeri Cennetin Rabbinin makamından korkanlar ve nefsinin hevâsından sakınanlar için hazırlandığını haber vermektedir (79/Nâziât, 40-41). Kuran, Allahın âyetlerine tâbi olanlar ile hevâlarına uyanların bir olmayacağını belirtir: Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslü ve çekici gösterilmiş ve kendi hevâsına uyan kimse gibi midir? (47/Muhammed, 14). Elbette bir olmaz. Birisi, Allahtan gelen açık, sağlam, Hak, doğru, hidâyete ulaştırıcı, iki dünyada da kurtuluşa götürücü, kişiyi adam eden ilâhî belgelere, yani vahye (Allahın âyetlerine) uymakta, öbürü ise nefsinin aşırı isteklerine, kuruntulara, ilmî dayanağı olmayan zanlara, boş hayallere uymaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
Yüce Allahın yanında gök kubbe altında Allahtan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan hevâ (aşırı istek ve tutkular)dan daha büyüğü yoktur. (Taberânî, nak. Elmalılı, 6/70, Ş. İsl. Ans. 2/397).
Hevâsına uyan insanların çok olduğu toplumlarda hata çok yapılır, suç çok işlenir, fitne ve fesat çok yaygınlaşır, insanî değerler rağbet görmez, adâletle hareket etme ahlâkı zayıflar. Bu bakımdan insanlara düşen, hevâlarına uymak değil; kendi hevâsından konuşmayan bir Peygambere (53/Necm, 3-4) ve Onunla beraber Allahtan gelen ilme (vahye) tâbi olmaktır (2/Bakara, 120).[154]
Hakiki mücâhid, nefsiyle (hevâsıyla, kötü arzu ve istekleriyle) savaşandır. (Tirmizî)
Nefsin sayısız denecek kadar çok, kötü arzu ve istekleriyle mücâdele İslâmın istediği şekilde ve miktarda olmazsa, hevâsı insana hâkim olur, insanın tüm yönetim ve denetimini ele geçirir. İşte bu durum, Kuranın hevâyı ilâhlaştırmak dediği durum olur. Hevânın her emrini yapmak, arzularını bir kanun gibi benimseyip, kimseyi karıştırmayan mutlak özgürlük içinde bulunmak, İslâmla çeliştiğinde tercihi arzulardan ve nefsî isteklerden yana yapmak hevâyı putlaştırmak demektir. Allahın ölçülerine göre; Allahın mâbudluğunun dışında, arzularına uyulan nefisten/hevâdan daha büyük bir ilâh, semâ gölgesi altında yoktur. Dini, şeriatı nefsine hâkim kılamayan kişi, çevresine ve devlete hiç kılamaz. İrâdesine hâkim olamayan kişi, başkalarına hakkın sözünü hiç duyuramaz. Nefsimizin istediği ölçüde, basit menfaatlerimize uygun düştüğü kadar İslâmı isteyen, hevâsını hakem ve ölçü yapmıştır. İslâm tebliğ edildiği halde, çeşitli bahaneler ileri süren, İslâmı yaşamayan veya yanlış yaşayan bazı kötü örnekleri, kendi yaptığı yanlışlara mâzeret kabul eden, onları tenkit ederek işin içinden sıyrılacağını zanneden kişi, hevâsının egemenliğine girmiş, şirk yoluna düşmüş demektir. Kişi; Allah'a, İslâma dil uzatılmasına karşı sessiz kaldığı halde; nefsine sataşıldığında, menfaatlerine ters bir durum olduğunda kavgaya kalkıyorsa, nefis ve hevâsını büyük tanrı kabul etmiş olmaz mı?
Kişinin kendi hevâsına uyması, Haktan yüz çevirmesi demektir. Nitekim Kuran, kendi hevâlarına uyanlara tâbi olmayın (38/Sâd, 26; 5/Mâide, 77) demektedir. Böyle yapanlar zâlim olurlar. Zâlimler ise Haktan yüz çevirenlerdir (2/Bakara, 145). Zaten onların Allahın hidâyetinden yüz çevirmelerinin, ya da âyetleri yalan saymalarının sebebi, Vahyi bırakıp kendi hevâlarına uymalarıdır (6/Enâm, 150; 18/Kehf, 28). Şu âyet, hevâya uymanın zararlarını göstermesi açısından ne kadar dikkat çekicidir:
Eğer hak, onların hevâlarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesada (bozulmaya) uğrardı (23/Müminûn, 71).
Hevâlarına uyanların özelliklerinden biri de istikbar (kendini büyük görme) ve peygamberlerin getirdiği vahye karşı çıkmadır. Bu gün de hayata ve dünyaya kendi hevâları doğrultusunda yön vermek, keyiflerine göre yaşamak isteyenler Kuran mesajına, İslâmın güzelliklerine karşı çıkmaktadırlar (2/Bakara, 87; 5/Mâaide, 70). Hevâlarına uyanlar Allahtan gelen ilmi (vahyi veya âyetleri) bilgisizce bir tarafa atarlar. Onlar gerçekten câhillerdir (30/ Rûm, 29). Kuran, Hz. Peygamberi ve onların şahsında müslümanları uyararak:
Sana gelen bu ilimden (Kuran ve hükümlerinden) sonra onların hevâsına uyarsan, senin için Allahtan bir velî ve yardımcı yoktur. (13/Rad, 37; 2/Bakara, 120).
Allahın indirdiği ile hükmet, onların hevâsına uyma! (5/Mâide, 48 - 49).
Emrolunduğu gibi dosdoğru ol ve onların hevâsına uyma! (42/Şûrâ, 15) diye emretmektedir.
Kuran, müminlere ayrıca adâletten ayrılıp hevânıza uymayın demektedir (4/Nisâ, 135). Şüphesiz ki hevâya uymak dengeyi bozar, hakları ihlâl eder, tarafgirliğe ve taassuba sebep olur, düşmanlığı körükler. İnsan, Allahın hidâyet kitabı olarak gönderdiği Kuranı, yani vahyi dışlayarak, her şeyi kendi aklına, kendi hevâsına göre çözmeye, her şeyin hükmünü işine geldiği gibi vermeye kalkışırsa, insanın içinde de yeryüzünde de huzurun olması mümkün değildir. Vahyi dışlayanlar hem kendilerine çeşitli ilâhlar bulurlar, hem de küçük, önemsiz ve kısır çekişmelerin içinde, ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar. Hevâsına uyan kimselerin yön verdiği dünyada barış ve adâletin olması mümkün değildir. Bu gerçeğe hem tarih şâhittir, hem de içinde yaşadığımız şartlarda bunu açıkça görmekteyiz.
Kuran, müminleri, hevâlarına uymamaları konusunda sık sık uyarmaktadır. Yine, müminlere, hevâlarına uyan veya hevâlarını tanrı haline getirenlerin peşinden gitmemelerini emretmektedir. Buna bağlı olarak da en iyi barınma yeri Cennetin Rabbinin makamından korkanlar ve nefsinin hevâsından sakınanlar için hazırlandığını haber vermektedir (79/Nâziât, 40-41). Kuran, Allahın âyetlerine tâbi olanlar ile hevâlarına uyanların bir olmayacağını belirtir: Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslü ve çekici gösterilmiş ve kendi hevâsına uyan kimse gibi midir? (47/Muhammed, 14). Elbette bir olmaz. Birisi, Allahtan gelen açık, sağlam, Hak, doğru, hidâyete ulaştırıcı, iki dünyada da kurtuluşa götürücü, kişiyi adam eden ilâhî belgelere, yani vahye (Allahın âyetlerine) uymakta, öbürü ise nefsinin aşırı isteklerine, kuruntulara, ilmî dayanağı olmayan zanlara, boş hayallere uymaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
Yüce Allahın yanında gök kubbe altında Allahtan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan hevâ (aşırı istek ve tutkular)dan daha büyüğü yoktur. (Taberânî, nak. Elmalılı, 6/70, Ş. İsl. Ans. 2/397).
Hevâsına uyan insanların çok olduğu toplumlarda hata çok yapılır, suç çok işlenir, fitne ve fesat çok yaygınlaşır, insanî değerler rağbet görmez, adâletle hareket etme ahlâkı zayıflar. Bu bakımdan insanlara düşen, hevâlarına uymak değil; kendi hevâsından konuşmayan bir Peygambere (53/Necm, 3-4) ve Onunla beraber Allahtan gelen ilme (vahye) tâbi olmaktır (2/Bakara, 120).[154]
Hakiki mücâhid, nefsiyle (hevâsıyla, kötü arzu ve istekleriyle) savaşandır. (Tirmizî)
Nefsin sayısız denecek kadar çok, kötü arzu ve istekleriyle mücâdele İslâmın istediği şekilde ve miktarda olmazsa, hevâsı insana hâkim olur, insanın tüm yönetim ve denetimini ele geçirir. İşte bu durum, Kuranın hevâyı ilâhlaştırmak dediği durum olur. Hevânın her emrini yapmak, arzularını bir kanun gibi benimseyip, kimseyi karıştırmayan mutlak özgürlük içinde bulunmak, İslâmla çeliştiğinde tercihi arzulardan ve nefsî isteklerden yana yapmak hevâyı putlaştırmak demektir. Allahın ölçülerine göre; Allahın mâbudluğunun dışında, arzularına uyulan nefisten/hevâdan daha büyük bir ilâh, semâ gölgesi altında yoktur. Dini, şeriatı nefsine hâkim kılamayan kişi, çevresine ve devlete hiç kılamaz. İrâdesine hâkim olamayan kişi, başkalarına hakkın sözünü hiç duyuramaz. Nefsimizin istediği ölçüde, basit menfaatlerimize uygun düştüğü kadar İslâmı isteyen, hevâsını hakem ve ölçü yapmıştır. İslâm tebliğ edildiği halde, çeşitli bahaneler ileri süren, İslâmı yaşamayan veya yanlış yaşayan bazı kötü örnekleri, kendi yaptığı yanlışlara mâzeret kabul eden, onları tenkit ederek işin içinden sıyrılacağını zanneden kişi, hevâsının egemenliğine girmiş, şirk yoluna düşmüş demektir. Kişi; Allah'a, İslâma dil uzatılmasına karşı sessiz kaldığı halde; nefsine sataşıldığında, menfaatlerine ters bir durum olduğunda kavgaya kalkıyorsa, nefis ve hevâsını büyük tanrı kabul etmiş olmaz mı?
s1 harfi
- 1) İnsanın Kendisini/Hevâsını (Basit Arzu ve Şehvetlerini) Tanrılaştırması:
- 2) Şirk-i Teb'iz:
- Allah'ın Elçilerine İtaat Ederler
- Bâtıla İman:
- c- Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek:
- Enaniyetin Sebepleri
- Halkı Saptırmak İçin Çaba Harcamaları
- Hz. Peygamber Ve Şiir
- İbrâhim / İçimdeki Putları Devir / Elindeki Baltayla / Kırılan Putların Yerine / Yenilerini Koyan Kim?
- Kur'an-ı Kerim'e Göre Şirk Koşan İnsanın Ruhsal Yapısı
- Mürtede Karşı Tavır:
- Sevgi, Hürmet ve Bağlılık Yönüyle Şirk. Bir İnsanı veya Nesneyi, İdeolojiyi Aşırı Şekilde Severek Putlaştırmak:
- Şamanizm'de Bazı Görüşler ve Âdetler
- ŞEHVET
- ŞEREFE
- ŞEYHÜLİSLÂM
- Şuf'a Hakkını Kullanma Şekli:
- Şuf'a'nın Sebebi:
- ŞÜPHE
- Zorluğa ve Zamana Karşı Dayanıksız Olmaları
- 2) Ataların Yolunu Körü Körüne Tâkip Etmek, Gelenekleri, Örf ve Âdetleri Yüceltmek, Irkçılık:
- 3) Şirk-i Takrib:
- Allah'tan Başkasının da Gaybî Yollarla Fayda ve Zarar Verebileceğine İnanmak:
- d- İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek:
- Güç ve Zenginlik
- Hatalarında Direnmezler
- Hevânın Putlaştırılması
- Kur'ân-ı Kerim, Müşrik Anne Ve Babaların, Mümin Çocuklarına Ne Diyor:
- Mallarından Rahatlıkla İnfak Edememeleri
- ŞÂFİÎ MEZHEBİ