Sermaye Şirketlerinde Ana Para İle İlgili Hükümler:
Akit şirketleri İslâm hukukunda sermaye, iş, vücuh ve mudarabe gibi çeşitlere ayrılır. Sermaye şirketi, ortakların belirli miktarda sermaye koymaları, zarara bu sermaye oranlarına göre katlanmadan, elde edilecek kârı ise sözleşmeye göre paylaşmaları esasına dayanır. Bu da mutlak eşitlik esasına dayanan "Mufâvaza" ile anonim şirketler benzeri olan "İnan" diye ikiye ayrılır.
Sermaye şirketlerinde ana parada şu niteliklerin bulunması gerekir:
a. Şirket ana parası olarak belirlenen sermayenin çoğunluk İslâm fakihlerine göre şirket sözleşmesi sırasında veya en geç şirkete mal alımı sırasında hazır olması gerekir. Bu yüzden ana paranın zimmet borcu (deyn) veya kayıp bir mal olması geçerli değildir. Çünkü şirketten kastedilen kâr olup bu da ana parada tasarrufla ortaya çıkar. Zimmet borcunda veya kayıp malda ise tasarruf mümkün olmaz. Bu yüzden de şirketten kastedilen amaç gerçekleşmez. Diğer yandan sermaye taahhüdünde bulunan kimse kimi zaman bunu ödemez ve kayıp mal hazır bulundurulamaz.
Buna göre, bir kimse diğerine meselâ; on milyon para vererek, "sen de bunun kadar sermâye koyup bununla mal al ve sat, elde edeceğin kâr aramızda ortak olsun" dese; diğeri de bu kadar sermaye koyup, mal alsa caiz olur. Öyleyse burada önemli olan, mal alımı sırasında sermayenin hazır bulunmasıdır. Bu, akit sırasında şart değildir. Çünkü ortaklık, mal satın alınmakla tamam olur. Bu yüzden o sırada ana paranın hazır bulunması yeterlidir.
Hanefi, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, ortakların koyduğu ana paranın birbirine karıştırılması şart değildir, çünkü şirket akitle gerçekleşir; sermaye ile değil. Ancak akdin ortaya çıkışı ise sermayeyi işletmekle olur. Kâr bu işletmenin sonucudur. Şirkette vekâlet anlamı vardır. Vekâlet ise, ortakların sermayelerini karıştırmadan önce de caizdir. Meselâ; bir ortak "şu kadar gümüşle mal al" diğeri "şu kadar altın para ile mal al, satın alınan mallar aramızda ortak olsun" dese bu geçerli olur. Diğer yandan Mâlikîlere göre sermayelerin fiilen veya hükmen karıştırılması gerekir. Meselâ; iki sermayenin bir kasada veya bir müessesede toplanması ve ortakların tasarruf yetkisinin bulunması yeterli olur.
Züfer, Şâfiî, Zâhirî, Zeydî ve İmamiye'ye göre ise, şirket kuruluşunda akitten önce ana paraların birbirinden ayrılmayacak şekilde karıştırılması şarttır. Çünkü şirkette "karışmak" anlamı vardır. Karışma niteliği ise sermayelerin birbirinden ayrılabildiği sürece gerçekleşmez. Diğer yandan helâkın bütün ortak sermayelerinden karşılanması bir esastır. Karıştırmadan önce iki sermayeden birisi helâk olsa, bunun sahibi zarara katlanmış olur ki, bu, ortaklık esası ile bağdaşmaz.
Bu görüş ayrılığının sonucu olarak çoğunluğa göre, sermayeler dirhem ve dinar gibi farklı iki cinsten olsa veya yeni buğday eski buğday gibi kalite farkı olan bir cinsten bulunsa ortaklık geçerli olur. Şâfiî ve İmam Züfer'e göre ise, bunları ayırmak mümkün olduğu için bu şekilde iki cinsle ortaklık gerçekleşmez (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, XI,177; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, VI, 59 vd.; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Mısır 1316/1898, V, 24; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, İstanbul 1933, II, 250; İbn Kudâme, el-Muğni, Kahire 1970, V, 16; ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, IV, 806, 807).
b. Şirket ana parasının mutlak semen olması gerekir. Bu da eskiden altın veya gümüş para, günümüzde ise tedavülde bulunan paraların şirket sermayesi olarak belirlenmesiyle gerçekleşir. Bu konuda dört mezhebin görüş birliği vardır.
Menkul veya gayri menkul kıyemi mallar (urûz) şirket sermayesi yapılamaz. Çünkü bunların misli yoktur. Bunlarda ortaklık, şirket malı varlığının taksimi sırasında kârın bilinmezliğine yol açar. Çünkü ana para, urûzun ayn'ından değil kıymetinden oluşur. Kıymet ise meçhuldur. Çünkü kıymet tahmin ve zanla bilinir. Bu da bilir kişilerin takdirine göre değişir ve kâr meçhul kalır; taksim sırasında anlaşmazlığa sebep olur. Diğer yandan ortaklık, vekâleti içerir. Urûzda ise vekâlet sahih olmaz. Bir kimse diğerine; "urûzunu sat, satış bedeli aramızda ortak olsun" dese, bu geçerli olmaz, Çünkü bu mal üzerindeki velâyet hakkı yalnız mâlike aittir. Ancak; "Parandan bin dirhemle mal al, aldığın aramızda ortak olsun, ben de kendi paramdan bin dirhemle mal alayım, bu da aramızda ortak olsun" dese bu caiz olur. Çünkü ortaklık nakit paralar üzerinde gerçekleşmiş bulunur.
İmam Mâlik'e göre şirket ancak dirhem ve dinarlarla geçerli olur. Kıyemî mallarda (urûz) cinsleri bir olsun, farklı bulunsun şirket sermayesi olarak belirlenebilir. Bu takdirde ana para bu malların kıymetlerine göre ortaya çıkar. Bunun dayandığı delil şudur. Şirket, mallara kıymet biçilmesi sonucunda belirli bir ana para ile kurulmuş olur. Bu da nakit paraya benzer (es-Serahsî, a.g.e., XI, 159. vd. ; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 59; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, V, 14; Zeylai, Tebyînül-Hakâik, el-Emiriyye tab'ı, III, 316; İbn Kudâme, el-Muğnî, V,13 vd.; İbn Âbidîn, a.g.e., III, 372; İbn Rüşd, a.g.e., II, 249; ez-Zühayli, a.g.e., IV, 808).
Hanefilerden bir rivâyete göre, insanlar arasında sermaye olarak yaygın kullanımı varsa külçe altın veya gümüş yahut erimiş haldeki altın ya da gümüş, şirket sermayesi olarak belirlenebilir. Ancak insanlar arası kullanımı yoksa bu çeşit altın veya gümüş kıyemî (urûz) sayılır. Şâfiîler ise bu durumda da bunların şirket sermayesi olabileceği esasını benimser. Çünkü onlar bunları misliyâttan sayarlar (ez-Zühayli, a.g.e., IV, 809).
Fels çeşidi paralar Ebû Hanîfe ve Ebu Yusuf'tan meşhur rivayete göre şirket sermayesi olarak belirlenemez. Çünkü bunlar tedavülden kalkınca kıyemî (urûz) niteliğindedir. Bunlar tedavülde dolaştıkları süre içinde ise, bu iki imama göre mutlak semen sayılmazlar. Çünkü tayin ile belirli hale gelirler; tarafların anlaşması sonucunda da satılan (mebi) olurlar. İvazlı akitlerde tayin ihtimali sebebiyle, mutlak semen olamayan şeyler diğer urûz gibi şirket ana parası olmaya da elverişli bulunmazlar. Şâfiîlerin, Hanbelîlerin ve Mâlikîlerden İbnül-Kâsım'ın görüşü de budur. Çünkü bunlar bazan revaçta olur, bazan da revaçtan kalkar ve bu sebeple urûza benzerler.
İmam Muhammed'e göre, revaçta olan felslerin şirket ana parası olması geçerlidir. Çünkü bunlarda semenlik niteliği vardır.
Sermaye şirketlerinde ana parada şu niteliklerin bulunması gerekir:
a. Şirket ana parası olarak belirlenen sermayenin çoğunluk İslâm fakihlerine göre şirket sözleşmesi sırasında veya en geç şirkete mal alımı sırasında hazır olması gerekir. Bu yüzden ana paranın zimmet borcu (deyn) veya kayıp bir mal olması geçerli değildir. Çünkü şirketten kastedilen kâr olup bu da ana parada tasarrufla ortaya çıkar. Zimmet borcunda veya kayıp malda ise tasarruf mümkün olmaz. Bu yüzden de şirketten kastedilen amaç gerçekleşmez. Diğer yandan sermaye taahhüdünde bulunan kimse kimi zaman bunu ödemez ve kayıp mal hazır bulundurulamaz.
Buna göre, bir kimse diğerine meselâ; on milyon para vererek, "sen de bunun kadar sermâye koyup bununla mal al ve sat, elde edeceğin kâr aramızda ortak olsun" dese; diğeri de bu kadar sermaye koyup, mal alsa caiz olur. Öyleyse burada önemli olan, mal alımı sırasında sermayenin hazır bulunmasıdır. Bu, akit sırasında şart değildir. Çünkü ortaklık, mal satın alınmakla tamam olur. Bu yüzden o sırada ana paranın hazır bulunması yeterlidir.
Hanefi, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, ortakların koyduğu ana paranın birbirine karıştırılması şart değildir, çünkü şirket akitle gerçekleşir; sermaye ile değil. Ancak akdin ortaya çıkışı ise sermayeyi işletmekle olur. Kâr bu işletmenin sonucudur. Şirkette vekâlet anlamı vardır. Vekâlet ise, ortakların sermayelerini karıştırmadan önce de caizdir. Meselâ; bir ortak "şu kadar gümüşle mal al" diğeri "şu kadar altın para ile mal al, satın alınan mallar aramızda ortak olsun" dese bu geçerli olur. Diğer yandan Mâlikîlere göre sermayelerin fiilen veya hükmen karıştırılması gerekir. Meselâ; iki sermayenin bir kasada veya bir müessesede toplanması ve ortakların tasarruf yetkisinin bulunması yeterli olur.
Züfer, Şâfiî, Zâhirî, Zeydî ve İmamiye'ye göre ise, şirket kuruluşunda akitten önce ana paraların birbirinden ayrılmayacak şekilde karıştırılması şarttır. Çünkü şirkette "karışmak" anlamı vardır. Karışma niteliği ise sermayelerin birbirinden ayrılabildiği sürece gerçekleşmez. Diğer yandan helâkın bütün ortak sermayelerinden karşılanması bir esastır. Karıştırmadan önce iki sermayeden birisi helâk olsa, bunun sahibi zarara katlanmış olur ki, bu, ortaklık esası ile bağdaşmaz.
Bu görüş ayrılığının sonucu olarak çoğunluğa göre, sermayeler dirhem ve dinar gibi farklı iki cinsten olsa veya yeni buğday eski buğday gibi kalite farkı olan bir cinsten bulunsa ortaklık geçerli olur. Şâfiî ve İmam Züfer'e göre ise, bunları ayırmak mümkün olduğu için bu şekilde iki cinsle ortaklık gerçekleşmez (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, XI,177; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, VI, 59 vd.; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Mısır 1316/1898, V, 24; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, İstanbul 1933, II, 250; İbn Kudâme, el-Muğni, Kahire 1970, V, 16; ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, IV, 806, 807).
b. Şirket ana parasının mutlak semen olması gerekir. Bu da eskiden altın veya gümüş para, günümüzde ise tedavülde bulunan paraların şirket sermayesi olarak belirlenmesiyle gerçekleşir. Bu konuda dört mezhebin görüş birliği vardır.
Menkul veya gayri menkul kıyemi mallar (urûz) şirket sermayesi yapılamaz. Çünkü bunların misli yoktur. Bunlarda ortaklık, şirket malı varlığının taksimi sırasında kârın bilinmezliğine yol açar. Çünkü ana para, urûzun ayn'ından değil kıymetinden oluşur. Kıymet ise meçhuldur. Çünkü kıymet tahmin ve zanla bilinir. Bu da bilir kişilerin takdirine göre değişir ve kâr meçhul kalır; taksim sırasında anlaşmazlığa sebep olur. Diğer yandan ortaklık, vekâleti içerir. Urûzda ise vekâlet sahih olmaz. Bir kimse diğerine; "urûzunu sat, satış bedeli aramızda ortak olsun" dese, bu geçerli olmaz, Çünkü bu mal üzerindeki velâyet hakkı yalnız mâlike aittir. Ancak; "Parandan bin dirhemle mal al, aldığın aramızda ortak olsun, ben de kendi paramdan bin dirhemle mal alayım, bu da aramızda ortak olsun" dese bu caiz olur. Çünkü ortaklık nakit paralar üzerinde gerçekleşmiş bulunur.
İmam Mâlik'e göre şirket ancak dirhem ve dinarlarla geçerli olur. Kıyemî mallarda (urûz) cinsleri bir olsun, farklı bulunsun şirket sermayesi olarak belirlenebilir. Bu takdirde ana para bu malların kıymetlerine göre ortaya çıkar. Bunun dayandığı delil şudur. Şirket, mallara kıymet biçilmesi sonucunda belirli bir ana para ile kurulmuş olur. Bu da nakit paraya benzer (es-Serahsî, a.g.e., XI, 159. vd. ; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 59; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, V, 14; Zeylai, Tebyînül-Hakâik, el-Emiriyye tab'ı, III, 316; İbn Kudâme, el-Muğnî, V,13 vd.; İbn Âbidîn, a.g.e., III, 372; İbn Rüşd, a.g.e., II, 249; ez-Zühayli, a.g.e., IV, 808).
Hanefilerden bir rivâyete göre, insanlar arasında sermaye olarak yaygın kullanımı varsa külçe altın veya gümüş yahut erimiş haldeki altın ya da gümüş, şirket sermayesi olarak belirlenebilir. Ancak insanlar arası kullanımı yoksa bu çeşit altın veya gümüş kıyemî (urûz) sayılır. Şâfiîler ise bu durumda da bunların şirket sermayesi olabileceği esasını benimser. Çünkü onlar bunları misliyâttan sayarlar (ez-Zühayli, a.g.e., IV, 809).
Fels çeşidi paralar Ebû Hanîfe ve Ebu Yusuf'tan meşhur rivayete göre şirket sermayesi olarak belirlenemez. Çünkü bunlar tedavülden kalkınca kıyemî (urûz) niteliğindedir. Bunlar tedavülde dolaştıkları süre içinde ise, bu iki imama göre mutlak semen sayılmazlar. Çünkü tayin ile belirli hale gelirler; tarafların anlaşması sonucunda da satılan (mebi) olurlar. İvazlı akitlerde tayin ihtimali sebebiyle, mutlak semen olamayan şeyler diğer urûz gibi şirket ana parası olmaya da elverişli bulunmazlar. Şâfiîlerin, Hanbelîlerin ve Mâlikîlerden İbnül-Kâsım'ın görüşü de budur. Çünkü bunlar bazan revaçta olur, bazan da revaçtan kalkar ve bu sebeple urûza benzerler.
İmam Muhammed'e göre, revaçta olan felslerin şirket ana parası olması geçerlidir. Çünkü bunlarda semenlik niteliği vardır.
R harfi
- 2. Üretici İle Tüketici Arasına Girmek:
- er-RABB
- Fâizsiz Ekonomi
- Rabbanílerin Görevi:
- Râbıtanın Dayandırıldığı Ayet ve Hadislere İlişkin Kanıtlama ve Yorumlar
- RASATHANE
- Recm Cezası Uygulanması İçin Gerekli Şartlar:
- RIZIK
- RÜ'YA-I SÂDIKA
- Rüşvet Nedir, Ne Değildir?
- 3. Kabzdan Önce Satış:
- Hâkimlerce Alınan Rüşvet:
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- Rab; Anlam ve Mâhiyeti
- Râbıtayı Kanıtlamada Nakşibendîlerin Kullandığı Üslûp
- RÂSİHÛN
- Rızk'ın Kur'an'daki Manaları:
- RİBÂT
- RÜ'YET-İ HİLAL
- Zina Suçunun Sâbit Olması:
- 4. Yıkıcı Rekabet Yapmak:
- Memur Ve Hediye:
- Rabb Olmanın Üç Özelliği:
- RABITA
- Râbıtanın Tarihi ve Kaydettiği Aşamalar
- RASÛL
- Recm Cezasının İnfazı:
- Rızkı Yaratan Allah'tır:
- RİCÂLÜLGAYB
- Devlet Malından Çalmak (Gulûl)