E - Aklın Görevleri Ve Eğitim Programı, Safhalar: Düşünme, Hakkı Bulma: İman, İrfan, Uyarınca Zikir, Amel Ve İş...
İslam, evvel emirde, akıl gücünü Allahın hikmet ve tedbiri, yaptığı işler ve yarattığı varlıklarda gizlenen hikmet ve bunların başlı başına ve birbirleriyle olan münasebetlerini düzenlemesindeki incelikler üzerinde düşünmeye sevkeder. Bu ise, RUH ülkesine son derece yakın olan bir iştir.
Her şeyi yaratan ve her işi tedbir edip düzenleyen Allah... Gökleri ve yeri hakkıyla yaratan Allah... Bütün bunları gereği gibi tedbir eder ve düzenler. Bunlar da, düşünce sahası içerisine giren şeylerdir.
Bu, ucu bucağı olmayan, bitmek tükenmek nedir bilmeyen son derece geniş bir düşünceler denizidir... Bu konuyu felsefi ilimler ilk çıkışından bu güne kadar işlemiştir; ama hayatın nabzında çarpmayan, hiçbir gaye ve hedefe ulaşmayan mücerred ve kuru bir zihniyetle...Halbuki Kuran-ı Kerim bunları ruhla birleştirerek, kalbi bunlarla çarptırır, hayatı ruha sirayet etirir, insanın kalbini sarsar ve Allaha bağlar.
Hedef ve maksat, ne bizzat bu düşüncedir ve nede bu düşüncenin, filozıfların birsürü manasız ve müphem fikirlere dalıp da birbirlerinin üstüne binerek vur yansın ettikleri ve hiç bir sonuç da elde edemedikleri felsefi bir ekol olmasını sağlamaktır.
İslamın gayesi; beşer kalbini ıslah etmek ve hayatı yer yüzünde, kainat ve hayatın bünyesinde saklanan ezeli hak ve adalet esasları üzerine kurmaktır.
Kuran-ı Kerim bu hakikatı pekçok ayet-i kerimelerinde tekrarlamaktadır.
O gökyeni ve yeri hak (ve hikmet) le yaratandır.(Enam: 6/73)
Görmedinmi ki Allah gökleri ve yeri hak (ve hikmet) le yaratmıştır. (ibrahim: 14/19)
Gökleri ve yeri ve arasındaki şeyleri biz hak (ve hikmete uygun) olmayarak, (şer e fesadın deevam etmesi içni) yaratmadık. (Hicr: 15/85)
O, gökleri ve yeri hak (kın ikamesine sebep) olarak yarattı. O (kafirlerin) eş tutmakta oldukları şeylerden (münezzehtir) yücedir. (Nahl: 16/3)
Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphe yokki bunda iman edenler için (Onun kemal-i kudretine) mutlak bir delalet vardır. (Ankebut: 29/44)
Allah, o gökleri, o yeri ve ikisinin arasıda bulunan şeyleri hak(ın ikamesi)ne sebep olmaktan ba;şka (bir hikmetle) yaratmamıştır.(Rum: 30/8)
O göğü, o yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz boşuna yaratmadık. (Sad: 38/27)
Biz gökleri,yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri oyuncular olarak yaratmadık. (Dühan:44/38)
Allah, gökleri ve yeri hakkın ikamesine sebep olarak ve herkesin kazandığı ne ise, kendilerine asla haksızlık edilmeyerek, onunla mukabele edilmesi için yaratmıştır. (Casiye: 45/22)
Gökleri ve yeri hak (ve adalet)in ikamesine sebep Olarak O, yarattı. (Aynı sebeple) size suret verdi. Hem suretinizide güzel yaptı. (Teğabun:64/3)
Şu halde hakikat, bizzat kainatın bünyesinde, ta Allah onu yarattığı günden bu yana mevcuttur. Allah, onu hak ile birlik yaratmıştır. Kainatın varlığında hak ve hakikati mezc etmiş ve onu sapıklık ve boş şeylerin üstünde tutmuştur.
Kainat kendiliğinden ve rasgele mevcut değildir. Boşuboşuna ve manasız olarak var değildir. insanda öyle... O da manasız ve maksatsız yaratılmış değildir.
Ya, sizi ancak boş ere yarattığımızı ve sizin hakikaten bize döndürülmeyeceğinizimi sandınız?. (Mümin: 23/115)
Cenab-ı hak,Casiye suresinin 22. ayet-i kerimesinde, göklerin yaratılışı ile yerin yaratılışını HAK ile birbirine bağladığı gibi; Teğabun suresinin 3. ayet-i kerimesinde de, hem göklerin, hem yerin ve hemde insanın güzel bir surette yaratılmasınaynı HAK ve hakikatın bir parçası kılmış ve aynı sebebe bağlamıştır.
Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Size (hak ile) suret verdi. Suretinizi de güzel yalptı. (Teğebun: 64/3)
Casiye süresinin:
Allah, gökleri ve yeri hakkın ikamesine sebep olarak ve herkesin kazandığı ne ise, kendilerine asla haksızlık edilmeyerek onunla mukabele edilmesi (karşılığının verilmesi) için yaratmıştır.
Mealindeki ayet-i kerimesinde, ahirete ait cezayı da, gökleri ve yeri yaratmış olduğu HAK ve hakikatın bir parçası kılmıştır. Aynı zamanda, Müminün suresinin:
Ya, sizi ancak boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız.
Mealindeki ayet-i kerimesiyle de, günün sonunda Allaha dönüşün HAK olduğunu belirtmiş, yaratma konusunda boş ve manasız şeylerle uğraşmaktan zatını tenzih etmiş ve arılamıştır. Bu sebeple insan dünyaya gelişinden Allaha dönüşüne kadar, HAKKIN icabı olan karşılık ve ceza, onu ceza gününe götürene kadar, kayd ettiği her merhalede HAK ile kaim, attığı her adımda HAK ile çepeçevredir.Zira onun yaratılışında ne zerre kadar boş ve manasız bir şey ve ne de herhangi bir bozukluk ve haktan sapma tohumu vardır.
Kuran-ı Kerim, bu manayı güçlendirmeye ve bu mana karşısında tam bir uyanıklık içerisinde bulunması için, beşeri his üzerine yüklenmeye mütemadiyen veyılmadan devam eder. Çünkü bu, üzerinde bütün bir hayatın filizlendiği akide, inanç esasıdır.
HAK, göklerdeHAK, yeryüzünde HAK, halkta HAK ve hayatta HAK...
Bizzat Kuran-ı Kerim HAK tır ve HAK olarak inmiştir.
Biz O (Kuran-ı) HAK olarak indirdik ve O, HAK olarak indi. (İsra: 17/105)
İslam insanlığı hak ile doyurulmuş olan bu hava içerisinde besler ve eğitir. Hak duygusu insan şuurunun derinliklerine kadar nüfuz eder ve netiecede bu duygu bir AKİDE, bir inanç ve bütün bir hayat olur.
Zira, ortada sebepsiz ve manasız hiç bir şey yoktur. Her şey hak ile vardır. Şüphesiz ki insan zihni bazen hayatta karşılaştığı bazı hakikatleri kavrayamaz. Ve bu yüzden sapıtır. Sapıtır ve hayatın boş, her şeyin manasız ve hikmetsiz olduğunu zanneder. Bundan dolayı ruhu darma dağınık ve paramparça bir hal alır. Değil çevresindeki, bünyesindeki bütnü varlıkları yapan hakikati yitirir ve hakikat ortadan kaybolur gider.
Bu vehmin sapıttığı, çıldırttığı ve maddi manevi bütün varlıklarını darmad uman ettiği nice ruhlar vardır ki, bunlar gayesiz ve hedefsiz, yolunu yitirmiş bir halde yaşar ve azab içerisinde kıvranır dururlar. Bu ruh, ne harhangi bir gayeye ulaşabilir ve ne de faydalı herhangi bir şey ortaya koyabilir.
Bu vehmin sapıttğı nice ruhlar vardır ki, büsbütün azmış, zorbalaşmış ve yeryüzünde fitne fesat yaymaya, zulüm ve işkence dolapları çevirmeye koyulmuşlardır.
Binbir türlü sapıklıkların kaynağı hep bu boş vehimdir:Hayatın gayesiz ve kainatın kanunsuz ve sahipsiz olduğu vehmi!..
İşte bundan dolayı İslam, insan duygusunu hakka göklerde ve yerdeki hakka, hayat ve insandaki hakka yöneltmeye son derece büyük bir ihtimam göstermiştir. Bu yönde düşünmeyi ve tefekküre dalmayı da, insandaki tutucu ve koruyucu güç ve ruhun parıltısından doğan nurlu hava ile ayakta duran AKİDE nin bir parçası kılmıştır. Böylelikle, akidenin darmadağınık ve yürekler aacısı bir hale düşmesini, karanlıklar çölüne dalarak, kaybolup gitmesini de önlemiş olur.
Al-i İmran suresinin 190. 191. ayetlerinde söyle buyurulur.
Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışnda gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (ve uzayıp kısalmasnıda) temiz akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller vardır. Onlar, (o salim akıl sahipleri öyle insanlardır ki,) ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) ken, hep Allahı hatırlayıp anarlar ve göklerin yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler. (ve şöyle derler) Ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pak ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru!... (Ali İmran: 3/190-191)
Salim akıl sahipleri düşünürler). Tutucu ve koruyucu güçlerini, Allahın kainatta sergilediği ibret ve alametlerini düşünmek ve bunlar üzerinde fikir yürütmekte kullanırlar. Yalnız bunlar, görülen ve duyulan gerçeklerden gafil, mücerred bir fikir olarak; düşüncelerinden hiçbir sonuçelde edememeleri bakımından bütün varlıkları ile yüksek burçlara, zindanlara kapatılmışcasına düşünmezler. Böyle, Allahla ilgisi tamamen kesik bir şekilde düşünüp de sapıtmazlar. Bilakis, ayakta, otururken, yatarken.. Velhasıl, her halerinde Allahı asla hatırlarından çıkarmaksızın düşünürler. Bundan dolayı, onların her türlü fikirleri Allaha bağlı ve Allahlı olduğu gibi her türlü bilgileri de Allaha bağlıdır ve asla Alahsız değildir. Onlar, Allah ve Allahın ibret ve alametleri konularında gayesiz vehedefsiz olarak fikir yürütmezler. Allahın kainatta sergilediği ibret levhaları önünde durur, düşünür ve hemen hedeflerine ulaşarak: Ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın. Demek suretiyle aniden Onun hak, yanılmaz hak olduğunu kavrayıverirler. Görülüyor ki Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede, düşünce ile düşüncenin sonunun birbirinden ayırmamıştır. Değil düşünceyi düşüncenin sonucundan ayırmak; derler anlamındaki ekulune kelimesini bile düşünürler anlamındaki yekulune kelimesini bile düşünürler anlamında ve ayeti-i kerimedeki yetefekkerune, mealini verirken parantez içerisine alınan: şöyle derler in yerini tutmuştur. Böylece düşünce ile düşüncenin sonucu olan, hükmü söyleme birleştirilmiş ve bunlar, birbirine bitişik ve birbirinden ayrılmaz kabul edilmiştir. Dahası var... Salim akıl sahipleri, düşüncenin bitimi demek olan bu zihni sonuçta da durmazlar. Ayrıca bu zihni sonucu adam akıllı tanıyarak, sonuç hakkındaki bilgilerini irfan derecesine yükseltirler. Tabi, bu kimseler bilgilerine bir irfan, bir marifet niteliği kazandırdıktan sonra, bu marifetin gayesiz ve hedefsiz olarak kalmasına da meydan vermezler. Zira marifet, herhangi bir şeyi ifa etmedikçe, insan hayatında eli başla bir gayeyi gerçekleştirmedikçe, onun varlığı ile yokluğu arasında hiç bir fark yoktur. Yoksa, kainatta mvcut pek çok hakikatler vardır. Ama, insan bu hakikatlerle kucak kucağa gelse bile, bunlarla olan münasebetinden, dünyada, gerçek hayatında faydalanacağı bazı şeyleri elde edip kullansa bile, bu hakikatlar insana nisbetle yoktur. Bunun için salim akıl sahipleri, zihni marifet noktasında da durmazlar. Bu noktaya gelince de, kalpleri ve ruhları derhal tesbihe, Cenab-ı Hakkın yüceliklerini anmaya koyulur ve ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın, seni bu (ve benzeri noksanlık) lardan tenzih eder, (arılar) ız. derler.
Sonra, bu akıl sahipleri sırf tesbihle, yalnız Allaha inanmak ve Onu zikretmekle de kalmazlar. Onlar, gerçekleştirdikleri bu merhalelerden, bütün hayatın, her çeşit iş, duygu vedüşünceleri içerisine alan, dünya üzerinde birlikte yaşadıkları, hayatın gerçeklerine uyguladıkları ve uğrunda kavga ve cihad ettikleri kamil bir imana kavuşur ve Kuran-ı Kerimin muciz beyanı ile şöyle derler:
Ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pak ve münezzehsin, bizi ateşin azabından koru. Ey Rabbımız, hakikat sen kimi o ateşe sokarsan şüphesiz onu rezil ve rüsvay edersin. (Orada) zalimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur. Ey Rabbımız, doğrusu biz, Rabbınıza inanın... diye (insanları) imana çağıran bir davetçi işitip hemen imana geldik. Ey Rabbımız, artık bizim günahlarımızı affet kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabbımız, senin peygamberlerine karşı bize vad ettiklerini ver bize. Kıyamet gününde yüzümüzü kara çıkarma. Şüphe yok ki sen asla sözünden dönmezsin. Nihayet Rabları onlar (ın dualarına) a (şöyle)icabet etti: -İçinizde gerek erkek gerek kadın ki kimizin kiminizden (meydana gelmedir) (hayırlı) bir iş yapanın amelini ben elbette boşa çıkarmıyacağım. İşte hicretedenlerin, yurtlarından çıkarılanların benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyana uğrayanların, muharebe edenleri ve öldürülenlerin de, yemin olsun suçlarını örteceğim. Ve yemin olsun, Alah katından bir mükafatolmak üzere, onları altından ırmaklar akan cennetlere de sokacağım (Daha büyük ve)güzel) güzel mükafat ise Allahınyanındadır. (Ali İmran: 3/190-195)
Bu ayet-i kerimeler, Allahın mülkü ve yaratıkları hakkında yürütülecek İslami düşüncenin tam ve mükemmel bir programını teşkil ederler. Aklın görevlerinden ilki ve en önemlisi olan, akla en doğru yönü veren ayetler... Allahın kainattaki ibret ve delillerini düşünme görevini en veciz şekilde ifade eden ayetler...
Bu ayet-i kerimelere, düşünme ile başlamakta ve işle sona ermektedir. Kuran-ı Kerimin inzal buyurulduğu HAK prensibi uyarınca iş yapmakla... Bu prensibin gerçekleştirilip yerleştirilmesi uğrunda cihad yapmakla... Hayat gemisinin dümenini Onun program ve şeriatı yönüne kırıp o yönde yürütmekle son bulmaktadır. Neticede ayet-i kerimeler, en üstün gayaye erer. Dünyada yapılan işlerin, ahirette gereğince karşılıklandırılmaları; karşılık ceza ise, cezanın; mükafatsa, alasının verilmesini kadar varır. Arzı semaya kavuşturur. Dünyayı ahirete eriştirir. Velhasıl, beşeri Allaha ulaştırır.
Ne inceliği, ne gelişmesi, ne parlaklığı ve ne de yön verişinde hiçbir şeyin sıyırılıp kaçamadığı müthiş program... Tümü ile ayet çiresine sığdırılmış...
İnsan, Allahın hikmet ve tedbirini düşünmek konusunda, akıl güvüne tevcih edilen böylesine bir yön verişi, terbiye ve eğitimini proglamlayan bu ayet-i kerimeleri, eski yeni felsefe ile, felsefenin sürülerle ortaya atmış olduğu fikir yığınlarından gelen zihni çatışmalarla karşılaştıracak olsa, İslamın akıl terbiyesiyle, İslam dışı sürülerle terbiye görüşü arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu insan aklının terbiyesinde ilahi programın oynadığı rolün ne kadar üstün bir değer taşıdığını hemen anlayacak ve bilecektir ki, Cenab-ı Hak her şeyi HAK ileyaratmıştır. Hak üzere yaratmıştır ve HAK olarak yaratmıştır. Kuran-ı Kerimi de Hakkın hayatta bilfiil yürürlükte tutulmasını sağlamak için konulmuş bir temel program, bir ana düstur kılmıştır.
Her şeyi yaratan ve her işi tedbir edip düzenleyen Allah... Gökleri ve yeri hakkıyla yaratan Allah... Bütün bunları gereği gibi tedbir eder ve düzenler. Bunlar da, düşünce sahası içerisine giren şeylerdir.
Bu, ucu bucağı olmayan, bitmek tükenmek nedir bilmeyen son derece geniş bir düşünceler denizidir... Bu konuyu felsefi ilimler ilk çıkışından bu güne kadar işlemiştir; ama hayatın nabzında çarpmayan, hiçbir gaye ve hedefe ulaşmayan mücerred ve kuru bir zihniyetle...Halbuki Kuran-ı Kerim bunları ruhla birleştirerek, kalbi bunlarla çarptırır, hayatı ruha sirayet etirir, insanın kalbini sarsar ve Allaha bağlar.
Hedef ve maksat, ne bizzat bu düşüncedir ve nede bu düşüncenin, filozıfların birsürü manasız ve müphem fikirlere dalıp da birbirlerinin üstüne binerek vur yansın ettikleri ve hiç bir sonuç da elde edemedikleri felsefi bir ekol olmasını sağlamaktır.
İslamın gayesi; beşer kalbini ıslah etmek ve hayatı yer yüzünde, kainat ve hayatın bünyesinde saklanan ezeli hak ve adalet esasları üzerine kurmaktır.
Kuran-ı Kerim bu hakikatı pekçok ayet-i kerimelerinde tekrarlamaktadır.
O gökyeni ve yeri hak (ve hikmet) le yaratandır.(Enam: 6/73)
Görmedinmi ki Allah gökleri ve yeri hak (ve hikmet) le yaratmıştır. (ibrahim: 14/19)
Gökleri ve yeri ve arasındaki şeyleri biz hak (ve hikmete uygun) olmayarak, (şer e fesadın deevam etmesi içni) yaratmadık. (Hicr: 15/85)
O, gökleri ve yeri hak (kın ikamesine sebep) olarak yarattı. O (kafirlerin) eş tutmakta oldukları şeylerden (münezzehtir) yücedir. (Nahl: 16/3)
Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphe yokki bunda iman edenler için (Onun kemal-i kudretine) mutlak bir delalet vardır. (Ankebut: 29/44)
Allah, o gökleri, o yeri ve ikisinin arasıda bulunan şeyleri hak(ın ikamesi)ne sebep olmaktan ba;şka (bir hikmetle) yaratmamıştır.(Rum: 30/8)
O göğü, o yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz boşuna yaratmadık. (Sad: 38/27)
Biz gökleri,yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri oyuncular olarak yaratmadık. (Dühan:44/38)
Allah, gökleri ve yeri hakkın ikamesine sebep olarak ve herkesin kazandığı ne ise, kendilerine asla haksızlık edilmeyerek, onunla mukabele edilmesi için yaratmıştır. (Casiye: 45/22)
Gökleri ve yeri hak (ve adalet)in ikamesine sebep Olarak O, yarattı. (Aynı sebeple) size suret verdi. Hem suretinizide güzel yaptı. (Teğabun:64/3)
Şu halde hakikat, bizzat kainatın bünyesinde, ta Allah onu yarattığı günden bu yana mevcuttur. Allah, onu hak ile birlik yaratmıştır. Kainatın varlığında hak ve hakikati mezc etmiş ve onu sapıklık ve boş şeylerin üstünde tutmuştur.
Kainat kendiliğinden ve rasgele mevcut değildir. Boşuboşuna ve manasız olarak var değildir. insanda öyle... O da manasız ve maksatsız yaratılmış değildir.
Ya, sizi ancak boş ere yarattığımızı ve sizin hakikaten bize döndürülmeyeceğinizimi sandınız?. (Mümin: 23/115)
Cenab-ı hak,Casiye suresinin 22. ayet-i kerimesinde, göklerin yaratılışı ile yerin yaratılışını HAK ile birbirine bağladığı gibi; Teğabun suresinin 3. ayet-i kerimesinde de, hem göklerin, hem yerin ve hemde insanın güzel bir surette yaratılmasınaynı HAK ve hakikatın bir parçası kılmış ve aynı sebebe bağlamıştır.
Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Size (hak ile) suret verdi. Suretinizi de güzel yalptı. (Teğebun: 64/3)
Casiye süresinin:
Allah, gökleri ve yeri hakkın ikamesine sebep olarak ve herkesin kazandığı ne ise, kendilerine asla haksızlık edilmeyerek onunla mukabele edilmesi (karşılığının verilmesi) için yaratmıştır.
Mealindeki ayet-i kerimesinde, ahirete ait cezayı da, gökleri ve yeri yaratmış olduğu HAK ve hakikatın bir parçası kılmıştır. Aynı zamanda, Müminün suresinin:
Ya, sizi ancak boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız.
Mealindeki ayet-i kerimesiyle de, günün sonunda Allaha dönüşün HAK olduğunu belirtmiş, yaratma konusunda boş ve manasız şeylerle uğraşmaktan zatını tenzih etmiş ve arılamıştır. Bu sebeple insan dünyaya gelişinden Allaha dönüşüne kadar, HAKKIN icabı olan karşılık ve ceza, onu ceza gününe götürene kadar, kayd ettiği her merhalede HAK ile kaim, attığı her adımda HAK ile çepeçevredir.Zira onun yaratılışında ne zerre kadar boş ve manasız bir şey ve ne de herhangi bir bozukluk ve haktan sapma tohumu vardır.
Kuran-ı Kerim, bu manayı güçlendirmeye ve bu mana karşısında tam bir uyanıklık içerisinde bulunması için, beşeri his üzerine yüklenmeye mütemadiyen veyılmadan devam eder. Çünkü bu, üzerinde bütün bir hayatın filizlendiği akide, inanç esasıdır.
HAK, göklerdeHAK, yeryüzünde HAK, halkta HAK ve hayatta HAK...
Bizzat Kuran-ı Kerim HAK tır ve HAK olarak inmiştir.
Biz O (Kuran-ı) HAK olarak indirdik ve O, HAK olarak indi. (İsra: 17/105)
İslam insanlığı hak ile doyurulmuş olan bu hava içerisinde besler ve eğitir. Hak duygusu insan şuurunun derinliklerine kadar nüfuz eder ve netiecede bu duygu bir AKİDE, bir inanç ve bütün bir hayat olur.
Zira, ortada sebepsiz ve manasız hiç bir şey yoktur. Her şey hak ile vardır. Şüphesiz ki insan zihni bazen hayatta karşılaştığı bazı hakikatleri kavrayamaz. Ve bu yüzden sapıtır. Sapıtır ve hayatın boş, her şeyin manasız ve hikmetsiz olduğunu zanneder. Bundan dolayı ruhu darma dağınık ve paramparça bir hal alır. Değil çevresindeki, bünyesindeki bütnü varlıkları yapan hakikati yitirir ve hakikat ortadan kaybolur gider.
Bu vehmin sapıttığı, çıldırttığı ve maddi manevi bütün varlıklarını darmad uman ettiği nice ruhlar vardır ki, bunlar gayesiz ve hedefsiz, yolunu yitirmiş bir halde yaşar ve azab içerisinde kıvranır dururlar. Bu ruh, ne harhangi bir gayeye ulaşabilir ve ne de faydalı herhangi bir şey ortaya koyabilir.
Bu vehmin sapıttğı nice ruhlar vardır ki, büsbütün azmış, zorbalaşmış ve yeryüzünde fitne fesat yaymaya, zulüm ve işkence dolapları çevirmeye koyulmuşlardır.
Binbir türlü sapıklıkların kaynağı hep bu boş vehimdir:Hayatın gayesiz ve kainatın kanunsuz ve sahipsiz olduğu vehmi!..
İşte bundan dolayı İslam, insan duygusunu hakka göklerde ve yerdeki hakka, hayat ve insandaki hakka yöneltmeye son derece büyük bir ihtimam göstermiştir. Bu yönde düşünmeyi ve tefekküre dalmayı da, insandaki tutucu ve koruyucu güç ve ruhun parıltısından doğan nurlu hava ile ayakta duran AKİDE nin bir parçası kılmıştır. Böylelikle, akidenin darmadağınık ve yürekler aacısı bir hale düşmesini, karanlıklar çölüne dalarak, kaybolup gitmesini de önlemiş olur.
Al-i İmran suresinin 190. 191. ayetlerinde söyle buyurulur.
Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışnda gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (ve uzayıp kısalmasnıda) temiz akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller vardır. Onlar, (o salim akıl sahipleri öyle insanlardır ki,) ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) ken, hep Allahı hatırlayıp anarlar ve göklerin yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler. (ve şöyle derler) Ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pak ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru!... (Ali İmran: 3/190-191)
Salim akıl sahipleri düşünürler). Tutucu ve koruyucu güçlerini, Allahın kainatta sergilediği ibret ve alametlerini düşünmek ve bunlar üzerinde fikir yürütmekte kullanırlar. Yalnız bunlar, görülen ve duyulan gerçeklerden gafil, mücerred bir fikir olarak; düşüncelerinden hiçbir sonuçelde edememeleri bakımından bütün varlıkları ile yüksek burçlara, zindanlara kapatılmışcasına düşünmezler. Böyle, Allahla ilgisi tamamen kesik bir şekilde düşünüp de sapıtmazlar. Bilakis, ayakta, otururken, yatarken.. Velhasıl, her halerinde Allahı asla hatırlarından çıkarmaksızın düşünürler. Bundan dolayı, onların her türlü fikirleri Allaha bağlı ve Allahlı olduğu gibi her türlü bilgileri de Allaha bağlıdır ve asla Alahsız değildir. Onlar, Allah ve Allahın ibret ve alametleri konularında gayesiz vehedefsiz olarak fikir yürütmezler. Allahın kainatta sergilediği ibret levhaları önünde durur, düşünür ve hemen hedeflerine ulaşarak: Ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın. Demek suretiyle aniden Onun hak, yanılmaz hak olduğunu kavrayıverirler. Görülüyor ki Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede, düşünce ile düşüncenin sonunun birbirinden ayırmamıştır. Değil düşünceyi düşüncenin sonucundan ayırmak; derler anlamındaki ekulune kelimesini bile düşünürler anlamındaki yekulune kelimesini bile düşünürler anlamında ve ayeti-i kerimedeki yetefekkerune, mealini verirken parantez içerisine alınan: şöyle derler in yerini tutmuştur. Böylece düşünce ile düşüncenin sonucu olan, hükmü söyleme birleştirilmiş ve bunlar, birbirine bitişik ve birbirinden ayrılmaz kabul edilmiştir. Dahası var... Salim akıl sahipleri, düşüncenin bitimi demek olan bu zihni sonuçta da durmazlar. Ayrıca bu zihni sonucu adam akıllı tanıyarak, sonuç hakkındaki bilgilerini irfan derecesine yükseltirler. Tabi, bu kimseler bilgilerine bir irfan, bir marifet niteliği kazandırdıktan sonra, bu marifetin gayesiz ve hedefsiz olarak kalmasına da meydan vermezler. Zira marifet, herhangi bir şeyi ifa etmedikçe, insan hayatında eli başla bir gayeyi gerçekleştirmedikçe, onun varlığı ile yokluğu arasında hiç bir fark yoktur. Yoksa, kainatta mvcut pek çok hakikatler vardır. Ama, insan bu hakikatlerle kucak kucağa gelse bile, bunlarla olan münasebetinden, dünyada, gerçek hayatında faydalanacağı bazı şeyleri elde edip kullansa bile, bu hakikatlar insana nisbetle yoktur. Bunun için salim akıl sahipleri, zihni marifet noktasında da durmazlar. Bu noktaya gelince de, kalpleri ve ruhları derhal tesbihe, Cenab-ı Hakkın yüceliklerini anmaya koyulur ve ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın, seni bu (ve benzeri noksanlık) lardan tenzih eder, (arılar) ız. derler.
Sonra, bu akıl sahipleri sırf tesbihle, yalnız Allaha inanmak ve Onu zikretmekle de kalmazlar. Onlar, gerçekleştirdikleri bu merhalelerden, bütün hayatın, her çeşit iş, duygu vedüşünceleri içerisine alan, dünya üzerinde birlikte yaşadıkları, hayatın gerçeklerine uyguladıkları ve uğrunda kavga ve cihad ettikleri kamil bir imana kavuşur ve Kuran-ı Kerimin muciz beyanı ile şöyle derler:
Ey Rabbımız, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pak ve münezzehsin, bizi ateşin azabından koru. Ey Rabbımız, hakikat sen kimi o ateşe sokarsan şüphesiz onu rezil ve rüsvay edersin. (Orada) zalimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur. Ey Rabbımız, doğrusu biz, Rabbınıza inanın... diye (insanları) imana çağıran bir davetçi işitip hemen imana geldik. Ey Rabbımız, artık bizim günahlarımızı affet kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabbımız, senin peygamberlerine karşı bize vad ettiklerini ver bize. Kıyamet gününde yüzümüzü kara çıkarma. Şüphe yok ki sen asla sözünden dönmezsin. Nihayet Rabları onlar (ın dualarına) a (şöyle)icabet etti: -İçinizde gerek erkek gerek kadın ki kimizin kiminizden (meydana gelmedir) (hayırlı) bir iş yapanın amelini ben elbette boşa çıkarmıyacağım. İşte hicretedenlerin, yurtlarından çıkarılanların benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyana uğrayanların, muharebe edenleri ve öldürülenlerin de, yemin olsun suçlarını örteceğim. Ve yemin olsun, Alah katından bir mükafatolmak üzere, onları altından ırmaklar akan cennetlere de sokacağım (Daha büyük ve)güzel) güzel mükafat ise Allahınyanındadır. (Ali İmran: 3/190-195)
Bu ayet-i kerimeler, Allahın mülkü ve yaratıkları hakkında yürütülecek İslami düşüncenin tam ve mükemmel bir programını teşkil ederler. Aklın görevlerinden ilki ve en önemlisi olan, akla en doğru yönü veren ayetler... Allahın kainattaki ibret ve delillerini düşünme görevini en veciz şekilde ifade eden ayetler...
Bu ayet-i kerimelere, düşünme ile başlamakta ve işle sona ermektedir. Kuran-ı Kerimin inzal buyurulduğu HAK prensibi uyarınca iş yapmakla... Bu prensibin gerçekleştirilip yerleştirilmesi uğrunda cihad yapmakla... Hayat gemisinin dümenini Onun program ve şeriatı yönüne kırıp o yönde yürütmekle son bulmaktadır. Neticede ayet-i kerimeler, en üstün gayaye erer. Dünyada yapılan işlerin, ahirette gereğince karşılıklandırılmaları; karşılık ceza ise, cezanın; mükafatsa, alasının verilmesini kadar varır. Arzı semaya kavuşturur. Dünyayı ahirete eriştirir. Velhasıl, beşeri Allaha ulaştırır.
Ne inceliği, ne gelişmesi, ne parlaklığı ve ne de yön verişinde hiçbir şeyin sıyırılıp kaçamadığı müthiş program... Tümü ile ayet çiresine sığdırılmış...
İnsan, Allahın hikmet ve tedbirini düşünmek konusunda, akıl güvüne tevcih edilen böylesine bir yön verişi, terbiye ve eğitimini proglamlayan bu ayet-i kerimeleri, eski yeni felsefe ile, felsefenin sürülerle ortaya atmış olduğu fikir yığınlarından gelen zihni çatışmalarla karşılaştıracak olsa, İslamın akıl terbiyesiyle, İslam dışı sürülerle terbiye görüşü arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu insan aklının terbiyesinde ilahi programın oynadığı rolün ne kadar üstün bir değer taşıdığını hemen anlayacak ve bilecektir ki, Cenab-ı Hak her şeyi HAK ileyaratmıştır. Hak üzere yaratmıştır ve HAK olarak yaratmıştır. Kuran-ı Kerimi de Hakkın hayatta bilfiil yürürlükte tutulmasını sağlamak için konulmuş bir temel program, bir ana düstur kılmıştır.
E harfi
- 8. Hususi Memur (Muhtesib) Tâyini:
- D - İdeal İnsan İslami Ölçülere Uyma Oranında Gerçekleşir.
- E - Kur'an-ı Kerim İnsan Ruhunu Kainata Çevirir. Tabiat İlimleri İnkara Değil; İmana Davet Eder
- EBABİL KUŞLARI
- ECR-İ MÜSEMMA
- EHLÎ HAYVANLAR
- EL-IYÂZU BİLLAH
- ENFÛS
- EVS
- İrşâd Ederken Korkmamak, Yılmamak:
- J - Sonuç.
- M - Allah Düşmanı İlim, Ruh Düşmanı Madde Ve İslam.
- 9. Emr Ve Nehiyde Tarz:
- Akil Terbiyesi
- Beden Terbiyesi
- E- Hedef, Kayıtsız Şartsız Allah'a Bağli Kalmak Ve O'na Dönüşü Unutmamaktır.
- EBÂN B. SAİD B. el-AS
- EDA
- EHL-İ HİBRE
- EMÂN
- ENSÂR
- EVTAS OLAYI
- F- Allah'ın Altalanmaz Kudreti Karşısında İnsan Kalbi...
- Gemiyi Delenler:
- 10. İrşadda Haddini Bilmek:
- A - Giriş:
- A - İslam Ve Beden: Genel
- EBCED
- EDEB MAHALLİ
- EHL-İ KIBLE