Velî Edinilmesi Yasak Olanlar:
Allahı bırakıp, ya da Onun yanında özellikle kendisine kulluk yapma anlamında velîler (putlar) bulmak câiz değildir. Böyle yapanlar Allaha şirk koşmuş olurlar. Allahtan başkalarını velî (dost-yardımcı) tutanların hali örümceğin yuvasının durumuna benzer. Örümceğin yuvası hem çok zayıftır hem de emniyetli değildir (29/Ankebût, 41).
Müslümanlar da insanlardan bazılarını veli (dost-yardımcı) edinemezler. Çünkü Rabbimiz müslümanlarla diğer insanlar arasında olması gereken velâyetin sınırlarını çiziyor, müminlere kimden fayda, kimden de zarar geleceğini haber veriyor.
1) Kuran, İslâma karşı mücâdele eden ve müslümanlara düşmanlık besleyen kitap ehlinin velî/dost ve sırdaş edinilmesini yasaklıyor (5/Mâide, 80-82).
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri velî olarak tutmayın. Ve eğer inanıyorsanız, Allahtan ittika edin (korkup sakının). (5/Mâide, 57)
Ey iman edenler! Yahûdileri ve hıristiyanları velî edinmeyin, onlar birbirlerinin velîleridir. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır (5/Maide, 51)
2) Müslümanlar, kendi din kardeşlerini bırakıp Kuranın kafir dediği kimseleri velî/dost edinemezler (3/Âl-i İmrân, 28; 18/Kehf, 102 vd.). Hatta müminler, küfrü imana tercih eden, İslâmdan yüz çeviren ana babaları bile olsa onları velî edinemezler (9/Tevbe, 23)
Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri velîler edinmeyin. Kendi aleyhinize Allahtan apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz? (4/Nisâ, 144)
3) Kuran, şeytanın da velî edinilmesini yasaklıyor. Onu velî edinen şüphesiz büyük zarara uğrar (4/Nisâ, 119). Onu velî edinenler Kıyâmet gününde ondan başka velî (yardımcı) bulamazlar (16/Nahl, 63). Şeytan ancak iman etmeyenlerin velîsidir (7/Arâf, 27). Üstelik şeytanlar kendi velîlerine (dostlarına) müminlerle mücâdele etsinler diye telkinde bulunurlar. Müminler, şeytanların dostlarına itaat ederlerse müşriklerden olurlar (6/Enâm, 121).
4) Hiç bir faydası ve zararı olmayan putları velî haline getiren müşrikler büyük bir yanılgı içerisindedirler (13/Rad, 16). Putları velî edinenler, onların şefaatlerini, yardımlarını ve desteklerini beklerler (22/Hacc, 13; 39/Zümer, 3). Buradan hareketle denilebilir ki, putlardan ilâhî yardım, destek ve sevgi, yakınlık ve iyilik beklemek, onları tanrı haline getirmenin göstergesidir. Allaha Velî denilmesi, tıpkı Ona Rab denilmesi gibidir. Çünkü ilâhî yardım, destek, dostluk, yakınlık ancak Ondan gelir, O, bütün insanların işlerinin velîsidir. Bu anlamda velâyet hakkı sadece Onundur.
5) Tapınılmak için uydurulan tanrılar, ya da kendini tanrı yerine koyan, Allahın hükümleri yerine kendi ilkelerini uygulayan tâğutlara veli/dost gözüyle bakılamaz.
Allah, müminlerin velîsidir (dostu ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan nûra çıkarır. Küfredenlerin velîleri ise tâğuttur. O da onları nûrdan karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateşin (cehennemin) arkadaşıdırlar, orada devamlı kalıcıdırlar. (2/Bakara, 257)
Allahın gazap ettiği topluluklarla da velâyet bağı kurulamaz. Çünkü onlar yaptıkları büyük hatalarla yoldan çıkmışlardır ve Allahın gazabını hak etmişlerdir (6/Mümtehıne, 13; 58/Mücâdele, 14-15). Müslümanların düşmanı oldukları gibi, Yüce Allahın ve Onun dininin de düşmanı olan müşrik kimselere velî olunmaz. Allah rızası için yola çıkmış müminler, haktan ayrılmış bu gibilere velî/dost gözüyle bakamazlar (60/Mümtehıne, 1-2). Dinde iki yüzlü davranan münâfıklar da müslümanlara velî olamazlar. Müminler, çevrelerinde münâfıkların zararlı faaliyetlerini gördükleri, onların müslümanları aldatıp çıkar sağladıklarını bildikleri halde onları velî/dost edinemezler. Toplumun velâyetini, yani yönetim yetkisini bu iki dinli kimselere emanet edemezler (4/Nisâ, 88-91).
Farsçada seven, sevgili, yâr anlamındaki dost kelimesinden dilimize geçen dostluk, İslâmî literatürde sadâkat, uhuvvet, meveddet, sohbet gibi değişik kelimelerle ifade edilmiş, ayrıca velî ve rafîk kelimeleri başka anlamları yanında, dost mânâsında da kullanılmıştır. Kurân-ı Kerimde bu anlamda en çok geçen kelime, velîdir. İnsanlar arasındaki samimiyet ve sevgiye dayalı bağlılık haline dostluk diyoruz. Kurân-ı Kerimde dostluk, bütün müminlerin şiarı ve özelliği olarak gösterilir:
Mümin erkekler ve mümin hanımlar birbirlerinin dostudurlar. (9/Tevbe, 71).
Dostluk, ancak Allah içindir. İslâm dışı bir gâye için dostluk kurulmamalıdır.
Sizin dostunuz Allah, Onun elçisi (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. (5/Mâide, 55)
Dostlukların kurulmasında kan bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerekir:
Ey iman edenler! Eğer iman yerine küfrü beğenip tercih etmişlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi bile velî/dost kabul etmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir. (9/Tevbe, 23)
Allahın iman edenlerin dostu olduğunu bildiren âyetlerin çoğunda velî kelimesinden sonra nasîr, şefî, vaak, hamîd , mürşid gibi sıfatlara veya benzer mânâlar ihtivâ eden ifadelere yer verilerek dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı, yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu şekilde dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir. Müminlerin kardeş olduğu (49/Hucurât, 10), vaktiyle onlar birbirine düşman iken Allahın gönüllerini kaynaştırmasıyla dost ve kardeş olduklarını (3/Âl-i İmrân, 103) bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini anlatmaktadır.
Kurân-ı Kerimde yine dostluk anlamında kullanılan hulle kelimesi, sözlüklerde genellikle kalbin derinliklerine nüfuz ederek kökleşen engin dostluk şeklinde açıklanmaktadır. Allahın Hz. İbrâhimi dost (halîl) edindiğini (4/Nisâ, 125), âhirette zâlimlerin keşke falanı dost edinmeseydim! (25/Furkan, 28) şeklindeki pişmanlığını anlatan âyetlere göre hulle kelimesi, ilgili diğer terimlerden daha dar kapsamlı, fakat daha içten, güçlü bir dostluğu ifade etmektedir.
Hadis-i şerifteki Kişi, dostunun (halîl) dini üzeredir. (Tirmizî, Zühd 45, hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178) ifadesi, dostluğun ancak ahlâkî, psikolojik vb. yönlerden uyuşabilenler arasında kurulabileceği şeklindeki görüşün özlü bir ifadesidir. İnsanların farklı tabiat ve karakterlerde yaratılmış olmasının bu uyuşma ve kaynaşmadaki rolünü belirten Ruhlar bir araya getirilmiş gruplar gibidir; tanışıp uyuşanlar birleşir, uyuşmayanlar ayrılır. (Buhârî, Enbiyâ, 3; Müslim, Birr 159) meâlindeki hadis, dikkat çekicidir.[16]
Kuran, kâfirleri dost edinmeyi yasaklar:
Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allahtan ilişiği kesilmiş olur, artık Allahtan hiçbir şey beklemesin. Ancak onlardan (kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden) sakınma haliniz (takıyye) başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş, yalnızca Onadır. De ki: İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye gücü yetendir. (3/Âl-i İmrân, 28-29)
Müfessir Beyzavî, bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: Eğer kalplerinizde kâfirlere karşı bir sevgi ve dostluk meyli varsa, onu saklasanız da, açığa vursanız da Allah bilir. Zira göklerde ve yerde olan her şeyi bilen Allah, elbette sizin gizlinizi de âşikârınızı da bilir. Ayrıca O, kâfirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine de siz bundan vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir. Kısaca, Onun muttalî olmadığı ve cezalandırmaya gücünün yetmediği hiçbir kötülük ve isyan bulunmadığına göre, Onun emrine âsi olmak cüretini göstermeyin.
Allah düşmanlarını sevmek, mümine yakışmaz; zaten kâfirler de müminleri sevmezler:
Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost, sırdaş edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan, size fenâlık etmekten geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır; sînelerinin gizlediği (içlerinde sakladıkları düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz. (3/Âl-i İmrân, 118)
Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. (8/Enfâl, 73).
Müminler, birbirlerine kızıp da kâfirlere yönelemezler:
Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmeyin. (4/Nisâ, 144)
Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur:
İnsan, dostunun dinindedir. Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat etsin. (Riyâzüs-Sâlihîn, 1/398)
İnsan, sevdiği ile beraberdir. (Müslim, Birr 161)
Müminler birbirleriyle dostluk yapmazlarsa ne olur?:
Kâfirler, inkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde büyük fesat/kargaşa, büyük bozgun ve fitne çıkar. (8/Enfâl, 73)
Dünya hayatında her insanın onunla samimi olacağı, duygularını paylaşacağı, seveceği ve sevileceği, görüş birliğinde bulunacağı dostlara ihtiyacı vardır. Dostluklar, Allah rızâsı için ve çıkarsız olursa sürekli olur. Bir müminin genel olarak bütün müminlere dostluk göstermesi gerekir. Ayrıca, fert olarak her müminin en çok sevdiği, bağlandığı dostları, arkadaşları da bulunur. Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki dostluk gibi...
İslâmî dostluk kavramı, batılı hayat tarzındaki dostluk kavramından apayrıdır. Çünkü bu dostluk, yüzeysel bir dostluk olmayıp sorumluluk, ahde vefâ, kendisi için istediğini kardeşi için de istemek gibi derin mânâlara sahiptir. Kurân-ı Kerim velâyet kelimesi ile dostluğu, kâmil anlamda tek kelimede zikreder. Dostluk, velâyetin izahıdır ve müslümanlar velâyeti müslümanlara verirler. Bunun anlamı, dostluğun getirdiği bütün maddî ve mânevî sorumluluktur, birlikteliktir, yardımdır, sevgidir, kardeşliktir.
Dostluğun ikikadî, amelî ve ahlâkî yönleri vardır. Dostluğun itikadî yönlerini, müslümanların tevhid anlayışı belirler. Amel olarak, müslümanların birbirini sevmesi ve birliktelik oluşturmaları zorunludur. Cemaat, Allahın rahmetine, rızâsına, af ve mağfiretine, dünya ve âhiret mutluluğuna sebep olur. Ayrılık ise, yüzleri karartır, Allahın azabını çağrıştırır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Üç konuda müslümanın kalbi kin tutmaz, hıyânet etmez: Amellerde ihlâs, devlet adamlarına nasihat, cemaatten ayrılmama (İbn Mâce, Mukaddime, 18; Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlm 7; Ahmed bin Hanbel, 3/225) Müslümanın sorumlu olduğu haklar ikidir: Allah hakları, kul hakları. Bunlar birbiriyle içiçedir. Dostluğun temeli sevgiye dayanır. Hiç kimse Allahtan başka bir şeyi gerçek ve mutlak anlamda sevemez ve Ondan başkasını mevlâ ve dost edinemez. Dost olarak Allah yeter. Müminler birbirlerini Allah rızâsı için severler.
Kul, Allahtan başkasına güvenirse, sonunda zararlı çıkar. Kim bir insanı bir üstünlüğünden, mevkiinden, güzelliğinden, asâletinden veya zenginliğinden dolayı seviyorsa, bu sevgi çıkar amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızâsı için olmayınca mutlaka bir çıkar içindir ve bu, insanı kötülüklere sürükler. Hz. Peygamber (s.a.s.): Zengine zenginliği için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri (diğer rivâyette, üçte ikisi) gider. buyurmuştur. O halde müminler, en güzel ahlâk üzere olan Rasûlullahı her insandan daha çok sevmedikçe tam mümin olamazlar. Başkalarına bel bağlayan zarardadır. Allahın hoşuna gitmeyeceğini bildiği halde insanlara şirin gözükmeye çalışmak imanın zayıflığındandır.
Allah, sâlih kullarını dost edinir.
Kim, insanların kızması pahasına Allahı dost edinmekle Onu râzı ederse Allah o kimseyi insanların nazarında yüceltir. Kim de Allahın gazabına rağmen insanları râzı ederse, artık onu Allahın azabından hiçbir şekilde kurtarmak mümkün olmaz. (Tirmizî, Zühd 64)
Demek ki, dostluğun itikadî temeli budur. Bazen insanlar birbirlerine karşı haksız ve zâlim olurlar.
Ancak bu şeytan, dostlarını korkulu gösteriyor. (3/Âl-i İmrân, 175)
Şeytana uyanlar düşmanla dostluk kurar ve münâfık olur. Oysa, dostluk için ölmek de vardır:
Nice peygamberler var ki, beraberlerinde rabbânîler savaş yaptılar da başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, güçsüzlük göstermediler, boyun eğmediler. (3/Âl-i İmrân, 146)
Cemaat dostluğu konusunda önemli bir konu da, isim sorunudur. Müslümanın İslâmdan başka bir kimliği, müslümandan başka bir adı yoktur. İsimlendirmeler sebebiyle dostluk göstermek veya düşmanlık yapmak müslümana yakışmaz. Üstünlük, öncelikle takvâ ile ile olduğu gibi, Allah Kuranda müslüman, mümin, Allahın kulları diye ad vermiştir. Bir başka deyişle, müslümanların cehâletleri yüzünden meydana getirdikleri ad sorunu; mezhebe, tâbi olunan imama, ırka, öndere, ideolojilere göre insanları dost-düşman diye ayırma sorunudur. Adı müslüman olmayan hiçbir inanç ve düşünce akımıyla dostluk kurulmaz; dostluk ancak akîde ve inanç birliğinde sözkonusudur.
Müminlerin içinde nefsine uyan öyle kimseler vardır ki, az bir menfaat karşılığında müşriklere meylederler. Müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile böyle câzip dünyevî tekliflerle dostluk kurmak istemişlerdi de Allah onu korumuştu:
Onlar seni sana vahyettiğimizden çevirip başka şeyi uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman seni öz dost edineceklerdi. Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, sen belki onlara biraz meyledecektin. (17/İsrâ, 73-74)
Müşriklerin bu metodu, her zaman İslâm dâvetçilerine uygulanmaktadır. Onlar, her zaman İslâm dâvetçilerine nüfuz edip yolundan saptırmaya, dâvânın kuvvetini bozmaya çalışırlar. Şeytan birçok mümini bu yolla avlar ve bazıları rahatça kendilerini aldatarak müşriklerin dostluğuna yanaşır. Ne yazık ki tevhidden çok uzaklarda bulunan çağdaş müslümanları, kâfirler tek tek avlayarak İslâm ümmetini tümüyle parçalamışlardır. Müslüman, kimle dostluk edecektir? Gerçek dostum! diye hakikaten gösterebileceği kim veya kimler olabilir? Kurân-ı Kerimin hakiki dostun Allah olduğunu belirtmesi, bu dostluğun çerçevesini kesin olarak belirlemiştir.[17]
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler, eğitim ve çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen araçlar, Allah ve Rasûlüne savaş açmış durumdadır. Eğitim ve öğretim, düşünce sistemleri, fikir akımları, ırkçılık, beşerî ideolojiler, misyoner faâliyetleri, dinsizlik propagandaları, Darwinizm, materyalizm, sosyalizm, siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük anlayışı, sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm araçları, dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm ve tüketim alışkanlıkları, insanları fıtratlarından ve Allahın dostu olma özelliklerinden sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytanî araçlar olarak kullanılıyor. Bu kadar çok yönlü ateş altında kalan savunmasız, câhil ve her şeyden önemlisi kâmil imandan mahrum bırakılan halk, elbette Allah'a dostluğa giden yolu bulamıyor, bilinçsiz de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Lâ ilâhe illâllah diyen bir müslümanın, İslâm akîdesi ile çelişen her türlü fikir ve akımdan uzaklaşması, Allahın indirdiğine aykırı her kanun, yasa, nizam, tüzük, düzenleme ve düzenden uzak olduğunu açıkça bildirmesi ve yaşayışıyla göstermesi gerekir ki, gerçekten tüm ilâhları reddetmiş olsun. Pyegamberin amcası Hz. Abbasın dediği gibi, lâ ilâhe illâllah diyen kimse, bu sözüyle bütün (kâfir) dünyaya savaş açmış olduğunu bilmelidir. Kâfirler bütün güçleriyle İslâma ve gerçek müslümanlara saldırırken, müslümanın gündelik işlerle uğraşıp savaşçı olmaması düşünülebilir mi?
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır. (4/Nisâ, 76)
Çağdaş müslümanın öyle bir derdi yok. O işiyle, aşıyla ve keyfiyle meşgul. Bahâneler de çok: İmkânlarımız yok, taşlar da bağlı... Filistinli çocuklardan öğrenin bağlı taşları koparıp fırlatmanın yolunu, imanın en büyük imkân olduğunu, Allahın tarafını seçenin direnişini...
Bugün müslümanların kâfirler arasında bir selin içindeki köpük ve çer-çöp gibi olmasının temel sebeplerinin başında, düşman edinmeleri gereken kâfirleri dost kabul etmeleri yatmaktadır. Dünyada izzetin, onurun, devletin; âhirette cennetin bedeli, Allahı ve Allah taraftarlarını dost; şeytanı ve şeytanın askerlerini düşman kabul etmek ve dostluk ve düşmanlığını ispatlayacak davranışlarda bulunmaktır.
Müslümanlar da insanlardan bazılarını veli (dost-yardımcı) edinemezler. Çünkü Rabbimiz müslümanlarla diğer insanlar arasında olması gereken velâyetin sınırlarını çiziyor, müminlere kimden fayda, kimden de zarar geleceğini haber veriyor.
1) Kuran, İslâma karşı mücâdele eden ve müslümanlara düşmanlık besleyen kitap ehlinin velî/dost ve sırdaş edinilmesini yasaklıyor (5/Mâide, 80-82).
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri velî olarak tutmayın. Ve eğer inanıyorsanız, Allahtan ittika edin (korkup sakının). (5/Mâide, 57)
Ey iman edenler! Yahûdileri ve hıristiyanları velî edinmeyin, onlar birbirlerinin velîleridir. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır (5/Maide, 51)
2) Müslümanlar, kendi din kardeşlerini bırakıp Kuranın kafir dediği kimseleri velî/dost edinemezler (3/Âl-i İmrân, 28; 18/Kehf, 102 vd.). Hatta müminler, küfrü imana tercih eden, İslâmdan yüz çeviren ana babaları bile olsa onları velî edinemezler (9/Tevbe, 23)
Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri velîler edinmeyin. Kendi aleyhinize Allahtan apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz? (4/Nisâ, 144)
3) Kuran, şeytanın da velî edinilmesini yasaklıyor. Onu velî edinen şüphesiz büyük zarara uğrar (4/Nisâ, 119). Onu velî edinenler Kıyâmet gününde ondan başka velî (yardımcı) bulamazlar (16/Nahl, 63). Şeytan ancak iman etmeyenlerin velîsidir (7/Arâf, 27). Üstelik şeytanlar kendi velîlerine (dostlarına) müminlerle mücâdele etsinler diye telkinde bulunurlar. Müminler, şeytanların dostlarına itaat ederlerse müşriklerden olurlar (6/Enâm, 121).
4) Hiç bir faydası ve zararı olmayan putları velî haline getiren müşrikler büyük bir yanılgı içerisindedirler (13/Rad, 16). Putları velî edinenler, onların şefaatlerini, yardımlarını ve desteklerini beklerler (22/Hacc, 13; 39/Zümer, 3). Buradan hareketle denilebilir ki, putlardan ilâhî yardım, destek ve sevgi, yakınlık ve iyilik beklemek, onları tanrı haline getirmenin göstergesidir. Allaha Velî denilmesi, tıpkı Ona Rab denilmesi gibidir. Çünkü ilâhî yardım, destek, dostluk, yakınlık ancak Ondan gelir, O, bütün insanların işlerinin velîsidir. Bu anlamda velâyet hakkı sadece Onundur.
5) Tapınılmak için uydurulan tanrılar, ya da kendini tanrı yerine koyan, Allahın hükümleri yerine kendi ilkelerini uygulayan tâğutlara veli/dost gözüyle bakılamaz.
Allah, müminlerin velîsidir (dostu ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan nûra çıkarır. Küfredenlerin velîleri ise tâğuttur. O da onları nûrdan karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateşin (cehennemin) arkadaşıdırlar, orada devamlı kalıcıdırlar. (2/Bakara, 257)
Allahın gazap ettiği topluluklarla da velâyet bağı kurulamaz. Çünkü onlar yaptıkları büyük hatalarla yoldan çıkmışlardır ve Allahın gazabını hak etmişlerdir (6/Mümtehıne, 13; 58/Mücâdele, 14-15). Müslümanların düşmanı oldukları gibi, Yüce Allahın ve Onun dininin de düşmanı olan müşrik kimselere velî olunmaz. Allah rızası için yola çıkmış müminler, haktan ayrılmış bu gibilere velî/dost gözüyle bakamazlar (60/Mümtehıne, 1-2). Dinde iki yüzlü davranan münâfıklar da müslümanlara velî olamazlar. Müminler, çevrelerinde münâfıkların zararlı faaliyetlerini gördükleri, onların müslümanları aldatıp çıkar sağladıklarını bildikleri halde onları velî/dost edinemezler. Toplumun velâyetini, yani yönetim yetkisini bu iki dinli kimselere emanet edemezler (4/Nisâ, 88-91).
Farsçada seven, sevgili, yâr anlamındaki dost kelimesinden dilimize geçen dostluk, İslâmî literatürde sadâkat, uhuvvet, meveddet, sohbet gibi değişik kelimelerle ifade edilmiş, ayrıca velî ve rafîk kelimeleri başka anlamları yanında, dost mânâsında da kullanılmıştır. Kurân-ı Kerimde bu anlamda en çok geçen kelime, velîdir. İnsanlar arasındaki samimiyet ve sevgiye dayalı bağlılık haline dostluk diyoruz. Kurân-ı Kerimde dostluk, bütün müminlerin şiarı ve özelliği olarak gösterilir:
Mümin erkekler ve mümin hanımlar birbirlerinin dostudurlar. (9/Tevbe, 71).
Dostluk, ancak Allah içindir. İslâm dışı bir gâye için dostluk kurulmamalıdır.
Sizin dostunuz Allah, Onun elçisi (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. (5/Mâide, 55)
Dostlukların kurulmasında kan bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerekir:
Ey iman edenler! Eğer iman yerine küfrü beğenip tercih etmişlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi bile velî/dost kabul etmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir. (9/Tevbe, 23)
Allahın iman edenlerin dostu olduğunu bildiren âyetlerin çoğunda velî kelimesinden sonra nasîr, şefî, vaak, hamîd , mürşid gibi sıfatlara veya benzer mânâlar ihtivâ eden ifadelere yer verilerek dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı, yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu şekilde dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir. Müminlerin kardeş olduğu (49/Hucurât, 10), vaktiyle onlar birbirine düşman iken Allahın gönüllerini kaynaştırmasıyla dost ve kardeş olduklarını (3/Âl-i İmrân, 103) bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini anlatmaktadır.
Kurân-ı Kerimde yine dostluk anlamında kullanılan hulle kelimesi, sözlüklerde genellikle kalbin derinliklerine nüfuz ederek kökleşen engin dostluk şeklinde açıklanmaktadır. Allahın Hz. İbrâhimi dost (halîl) edindiğini (4/Nisâ, 125), âhirette zâlimlerin keşke falanı dost edinmeseydim! (25/Furkan, 28) şeklindeki pişmanlığını anlatan âyetlere göre hulle kelimesi, ilgili diğer terimlerden daha dar kapsamlı, fakat daha içten, güçlü bir dostluğu ifade etmektedir.
Hadis-i şerifteki Kişi, dostunun (halîl) dini üzeredir. (Tirmizî, Zühd 45, hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178) ifadesi, dostluğun ancak ahlâkî, psikolojik vb. yönlerden uyuşabilenler arasında kurulabileceği şeklindeki görüşün özlü bir ifadesidir. İnsanların farklı tabiat ve karakterlerde yaratılmış olmasının bu uyuşma ve kaynaşmadaki rolünü belirten Ruhlar bir araya getirilmiş gruplar gibidir; tanışıp uyuşanlar birleşir, uyuşmayanlar ayrılır. (Buhârî, Enbiyâ, 3; Müslim, Birr 159) meâlindeki hadis, dikkat çekicidir.[16]
Kuran, kâfirleri dost edinmeyi yasaklar:
Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allahtan ilişiği kesilmiş olur, artık Allahtan hiçbir şey beklemesin. Ancak onlardan (kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden) sakınma haliniz (takıyye) başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş, yalnızca Onadır. De ki: İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye gücü yetendir. (3/Âl-i İmrân, 28-29)
Müfessir Beyzavî, bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: Eğer kalplerinizde kâfirlere karşı bir sevgi ve dostluk meyli varsa, onu saklasanız da, açığa vursanız da Allah bilir. Zira göklerde ve yerde olan her şeyi bilen Allah, elbette sizin gizlinizi de âşikârınızı da bilir. Ayrıca O, kâfirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine de siz bundan vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir. Kısaca, Onun muttalî olmadığı ve cezalandırmaya gücünün yetmediği hiçbir kötülük ve isyan bulunmadığına göre, Onun emrine âsi olmak cüretini göstermeyin.
Allah düşmanlarını sevmek, mümine yakışmaz; zaten kâfirler de müminleri sevmezler:
Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost, sırdaş edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan, size fenâlık etmekten geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır; sînelerinin gizlediği (içlerinde sakladıkları düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz. (3/Âl-i İmrân, 118)
Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. (8/Enfâl, 73).
Müminler, birbirlerine kızıp da kâfirlere yönelemezler:
Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmeyin. (4/Nisâ, 144)
Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur:
İnsan, dostunun dinindedir. Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat etsin. (Riyâzüs-Sâlihîn, 1/398)
İnsan, sevdiği ile beraberdir. (Müslim, Birr 161)
Müminler birbirleriyle dostluk yapmazlarsa ne olur?:
Kâfirler, inkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde büyük fesat/kargaşa, büyük bozgun ve fitne çıkar. (8/Enfâl, 73)
Dünya hayatında her insanın onunla samimi olacağı, duygularını paylaşacağı, seveceği ve sevileceği, görüş birliğinde bulunacağı dostlara ihtiyacı vardır. Dostluklar, Allah rızâsı için ve çıkarsız olursa sürekli olur. Bir müminin genel olarak bütün müminlere dostluk göstermesi gerekir. Ayrıca, fert olarak her müminin en çok sevdiği, bağlandığı dostları, arkadaşları da bulunur. Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki dostluk gibi...
İslâmî dostluk kavramı, batılı hayat tarzındaki dostluk kavramından apayrıdır. Çünkü bu dostluk, yüzeysel bir dostluk olmayıp sorumluluk, ahde vefâ, kendisi için istediğini kardeşi için de istemek gibi derin mânâlara sahiptir. Kurân-ı Kerim velâyet kelimesi ile dostluğu, kâmil anlamda tek kelimede zikreder. Dostluk, velâyetin izahıdır ve müslümanlar velâyeti müslümanlara verirler. Bunun anlamı, dostluğun getirdiği bütün maddî ve mânevî sorumluluktur, birlikteliktir, yardımdır, sevgidir, kardeşliktir.
Dostluğun ikikadî, amelî ve ahlâkî yönleri vardır. Dostluğun itikadî yönlerini, müslümanların tevhid anlayışı belirler. Amel olarak, müslümanların birbirini sevmesi ve birliktelik oluşturmaları zorunludur. Cemaat, Allahın rahmetine, rızâsına, af ve mağfiretine, dünya ve âhiret mutluluğuna sebep olur. Ayrılık ise, yüzleri karartır, Allahın azabını çağrıştırır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Üç konuda müslümanın kalbi kin tutmaz, hıyânet etmez: Amellerde ihlâs, devlet adamlarına nasihat, cemaatten ayrılmama (İbn Mâce, Mukaddime, 18; Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlm 7; Ahmed bin Hanbel, 3/225) Müslümanın sorumlu olduğu haklar ikidir: Allah hakları, kul hakları. Bunlar birbiriyle içiçedir. Dostluğun temeli sevgiye dayanır. Hiç kimse Allahtan başka bir şeyi gerçek ve mutlak anlamda sevemez ve Ondan başkasını mevlâ ve dost edinemez. Dost olarak Allah yeter. Müminler birbirlerini Allah rızâsı için severler.
Kul, Allahtan başkasına güvenirse, sonunda zararlı çıkar. Kim bir insanı bir üstünlüğünden, mevkiinden, güzelliğinden, asâletinden veya zenginliğinden dolayı seviyorsa, bu sevgi çıkar amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızâsı için olmayınca mutlaka bir çıkar içindir ve bu, insanı kötülüklere sürükler. Hz. Peygamber (s.a.s.): Zengine zenginliği için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri (diğer rivâyette, üçte ikisi) gider. buyurmuştur. O halde müminler, en güzel ahlâk üzere olan Rasûlullahı her insandan daha çok sevmedikçe tam mümin olamazlar. Başkalarına bel bağlayan zarardadır. Allahın hoşuna gitmeyeceğini bildiği halde insanlara şirin gözükmeye çalışmak imanın zayıflığındandır.
Allah, sâlih kullarını dost edinir.
Kim, insanların kızması pahasına Allahı dost edinmekle Onu râzı ederse Allah o kimseyi insanların nazarında yüceltir. Kim de Allahın gazabına rağmen insanları râzı ederse, artık onu Allahın azabından hiçbir şekilde kurtarmak mümkün olmaz. (Tirmizî, Zühd 64)
Demek ki, dostluğun itikadî temeli budur. Bazen insanlar birbirlerine karşı haksız ve zâlim olurlar.
Ancak bu şeytan, dostlarını korkulu gösteriyor. (3/Âl-i İmrân, 175)
Şeytana uyanlar düşmanla dostluk kurar ve münâfık olur. Oysa, dostluk için ölmek de vardır:
Nice peygamberler var ki, beraberlerinde rabbânîler savaş yaptılar da başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, güçsüzlük göstermediler, boyun eğmediler. (3/Âl-i İmrân, 146)
Cemaat dostluğu konusunda önemli bir konu da, isim sorunudur. Müslümanın İslâmdan başka bir kimliği, müslümandan başka bir adı yoktur. İsimlendirmeler sebebiyle dostluk göstermek veya düşmanlık yapmak müslümana yakışmaz. Üstünlük, öncelikle takvâ ile ile olduğu gibi, Allah Kuranda müslüman, mümin, Allahın kulları diye ad vermiştir. Bir başka deyişle, müslümanların cehâletleri yüzünden meydana getirdikleri ad sorunu; mezhebe, tâbi olunan imama, ırka, öndere, ideolojilere göre insanları dost-düşman diye ayırma sorunudur. Adı müslüman olmayan hiçbir inanç ve düşünce akımıyla dostluk kurulmaz; dostluk ancak akîde ve inanç birliğinde sözkonusudur.
Müminlerin içinde nefsine uyan öyle kimseler vardır ki, az bir menfaat karşılığında müşriklere meylederler. Müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile böyle câzip dünyevî tekliflerle dostluk kurmak istemişlerdi de Allah onu korumuştu:
Onlar seni sana vahyettiğimizden çevirip başka şeyi uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman seni öz dost edineceklerdi. Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, sen belki onlara biraz meyledecektin. (17/İsrâ, 73-74)
Müşriklerin bu metodu, her zaman İslâm dâvetçilerine uygulanmaktadır. Onlar, her zaman İslâm dâvetçilerine nüfuz edip yolundan saptırmaya, dâvânın kuvvetini bozmaya çalışırlar. Şeytan birçok mümini bu yolla avlar ve bazıları rahatça kendilerini aldatarak müşriklerin dostluğuna yanaşır. Ne yazık ki tevhidden çok uzaklarda bulunan çağdaş müslümanları, kâfirler tek tek avlayarak İslâm ümmetini tümüyle parçalamışlardır. Müslüman, kimle dostluk edecektir? Gerçek dostum! diye hakikaten gösterebileceği kim veya kimler olabilir? Kurân-ı Kerimin hakiki dostun Allah olduğunu belirtmesi, bu dostluğun çerçevesini kesin olarak belirlemiştir.[17]
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler, eğitim ve çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen araçlar, Allah ve Rasûlüne savaş açmış durumdadır. Eğitim ve öğretim, düşünce sistemleri, fikir akımları, ırkçılık, beşerî ideolojiler, misyoner faâliyetleri, dinsizlik propagandaları, Darwinizm, materyalizm, sosyalizm, siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük anlayışı, sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm araçları, dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm ve tüketim alışkanlıkları, insanları fıtratlarından ve Allahın dostu olma özelliklerinden sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytanî araçlar olarak kullanılıyor. Bu kadar çok yönlü ateş altında kalan savunmasız, câhil ve her şeyden önemlisi kâmil imandan mahrum bırakılan halk, elbette Allah'a dostluğa giden yolu bulamıyor, bilinçsiz de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Lâ ilâhe illâllah diyen bir müslümanın, İslâm akîdesi ile çelişen her türlü fikir ve akımdan uzaklaşması, Allahın indirdiğine aykırı her kanun, yasa, nizam, tüzük, düzenleme ve düzenden uzak olduğunu açıkça bildirmesi ve yaşayışıyla göstermesi gerekir ki, gerçekten tüm ilâhları reddetmiş olsun. Pyegamberin amcası Hz. Abbasın dediği gibi, lâ ilâhe illâllah diyen kimse, bu sözüyle bütün (kâfir) dünyaya savaş açmış olduğunu bilmelidir. Kâfirler bütün güçleriyle İslâma ve gerçek müslümanlara saldırırken, müslümanın gündelik işlerle uğraşıp savaşçı olmaması düşünülebilir mi?
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır. (4/Nisâ, 76)
Çağdaş müslümanın öyle bir derdi yok. O işiyle, aşıyla ve keyfiyle meşgul. Bahâneler de çok: İmkânlarımız yok, taşlar da bağlı... Filistinli çocuklardan öğrenin bağlı taşları koparıp fırlatmanın yolunu, imanın en büyük imkân olduğunu, Allahın tarafını seçenin direnişini...
Bugün müslümanların kâfirler arasında bir selin içindeki köpük ve çer-çöp gibi olmasının temel sebeplerinin başında, düşman edinmeleri gereken kâfirleri dost kabul etmeleri yatmaktadır. Dünyada izzetin, onurun, devletin; âhirette cennetin bedeli, Allahı ve Allah taraftarlarını dost; şeytanı ve şeytanın askerlerini düşman kabul etmek ve dostluk ve düşmanlığını ispatlayacak davranışlarda bulunmaktır.
V harfi
- 3- Küfrü Gerektiren Velâyet:
- Allah'ın Mevlâ ve Vâli Oluşu
- Destur:
- Dostun Nitelikleri
- Hâce, Hâcegân:
- İhvân:
- Nücebâ:
- Tecellî:
- Terim Olarak Vahy
- VÂCİB
- VAHDET-İ KUSUD
- Vakıf Akarlar:
- VAZİFE
- VEKÂLET
- Velî Kavramının Tasavvufî Yorumla Anlaşılmasına Yardımcı Olabilecek Bazı Tasavvufî Kavramlar:
- VELİME
- VİSAL ORUCU
- Abdal:
- Allah'ın Veli Oluşu
- Dörtler:
- Düşmanlıkta Aşırı Gidilmemesi, Düşman Bir Toplumun Bir Gün Dost Olabileceği:
- Hâcib-i Hak:
- İstiğâse:
- Nükabâ:
- Tecessüd:
- Vâcib'in Kısımları
- VAHDET-İ MEVCUD
- Vahiy ve İlham
- Vakıf Yerlerin Kiraya Verilmesi
- VEBÂL