Her Din Ve İdeolojinin Dostluk Ve Düşmanlık Anlayışı Kendine Hastır:
Komünizmin, enternasyonalizmin, hümanizmin dost-düşman anlayışı kendi bâtıl dinleri, yani ideolojileriyle ilgilidir. Kendi yoldaşları onlar için sınır tanımaz dost; kendi ulusu, farklı ideolojiye mensupsa düşmandır. Nâzım Hikmetin deyişiyle Vatanım rûy-ı zemîn, milletim nev-i beşer anlayışı. (Müslümanın vatanı, İslâmın hâkim olduğu yer, yani dârul-İslâm; milleti, bütün Muhammed ümmeti, yani tüm müslümanlar olmalı.) Batı dünyasının ve özellikle ABDnin dostluğu düşmanlığı yok, çıkarları, ülke menfaatleri vardır. Ama, bununla beraber, onları bizden ve hatta onlardan iyi tanıyan Rabbimizin hükmü:
Onların milletine/dinine uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da senden asla râzı olmayacaklardır. (2/Bakara, 120).
Batıyı örnek almaya çalıştığı halde ne batılı olabilen ne doğulu kalabilen ülkelerdeki dostluk-düşmanlık anlayışı da kaypak mı kaypaktır. Tarih kitaplarına bile bu renksiz ve kimliksiz bakış yansır. Düşmanlar, ülkeyi işgal etti, düşmanlar şunları yaptı... Ama, düşmanların kim olduğu net değildir. Kurtarıcılar, ülkeyi düşmanlardan kurtardılarsa, düşmanların işgal ettiğinde uygulayacakları kanun, ahlâk, eğitim vb. icraat niye onlardan daha katı ve baskıcı şekilde uygulanır ve İslâm birinci tehlike ve büyük düşman ilân edilir? Bu kimliksiz yaklaşım, hangi ülkelerle dost, hangileriyle düşman olunduğu belli olmayacak zikzaklar çizen tavırları getirir... Irkçı milliyetçilere göre dostluğun ölçüsünü kan belirleyecektir. Düşman da başka ırklardır: Türke Türkten başka dost yoktur!, her şey Türk için, Türke göre, Türk tarafından!, Tanrı Türkü korusun!
Mümin için ölçü nettir: Allah için sevgi, Allah için buğz; Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık. Dost, gerçek Velîye, ölümsüz Dosta bizi yaklaştıran; düşman da, bizi Ondan uzaklaştırandır. Allahı gerçek anlamda tek dost kabul eden, hiç Onun düşmanlarını, Ona dost olamayanları sevebilir mi?!
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allahın dilediğine verdiği lütfudur. Allahın lütfu ve ilmi geniştir. (5/Mâide, 54)
Muhammed Allahın rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler... (48/Fetih, 29)
Günümüz müslümanlarının önemli bir kesimi, dostluk ve düşmanlıktaki ölçüyü unutup farklı görüşteki müslümanlara düşman gibi davranıp onları itiyor; kendilerine şimdilik dokunmayan ılımlı kabul ettikleri kâfirlere sempati besleyerek dost gibi yaklaşabiliyor. İctihadî yorumlar ve göreceli doğrular, grup taassubundan dolayı mutlak doğru kabul edilip farklı müslümanlara düşmanca tavırlar, şiddetli eleştiriler, hatta haksız tekfirler ve onlarla dostluğa tenezzül etmemeye varan bağnazlıklar sergilenebiliyor. Bütün müslümanlarla samimi olmayabiliriz; ama samimi olduklarımız, mutlaka samimi müslümanlardan olmalı. Bütün kâfirlerle ilişkimizi koparmayabiliriz, ama onlarla gönül dostu olmamız onlardan olmak, onların dinine girmek kabul edilmeli. Dost, imandaştır, gönüldaştır, fikirdaştır çünkü.
Kişi, dostunun dini üzeredir. (Tirmizî, Zühd 45; Ahmed bin Hanbel, 16/178).
Ve dostluk, sevgi kuru bir iddia değildir. Allah'a dost olmak, Allahı sevmek, davranışla isbatlanmadıkça, kuru bir iddiadan, insanı kurtarmayan bir avuntudan ibarettir. Allahla ve müslümanlarla dost olduğumuzu, dillendirmekten öte davranışımızla göstermeliyiz.
Rasûlüm! De ki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. (3/Âl-i İmrân, 31)
Düşmanlık da dostluk da; bedeli olan, ispatlanması gereken bir bağlılık ya da red; ilişki veya bağları koparmaktır.
Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. (49/Hucurât, 7)
Hep birlikte Allahın ipine (Kurana, İslâma) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allahın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve Onun nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. (3/Âli- İmrân, 103)
Sevgi ve dostluğun gerekleri vardır. Bunları şöyle sayabiliriz: Allah için yardım, ikram, saygı, gerek kalple ve gerek dış görünüş ve tavırlarla kişinin sevdiğiyle beraber olması. Hayatın zorluklarına ve kâfirlerin baskılarına karşı ona destek olup moral vermek, onu küfre ve kâfirlere karşı güçlü ve hâkim kılmak, üzüntüsüne ve sevincine ortak olmak. Allahı sevmek ve Allahla dost olmak demek; Allahın dostlarını sevmek, onlara yardımcı olmak, onların yanında yer almak, Allahın dinine yardım etmek demektir.
Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin! (Tirmizî, Zühd hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178)
Kuran, dostlukları ve dostları ikiye ayırır: Allahın dostları ve şeytanın dostları. Her insan, bu iki sınıftan birine mensuptur. Allahın velîsi/dostu, yani evliyâullah ol(a)mayan, mutlaka şeytanın velîsi/dostu, yani evliyâuş-şeytan dır; üçüncü bir grup yoktur.
Allah iman edenlerin velîsi (dostu ve yardımcısı)dır. Onları küfrün karanlıklarından (kurtarıp iman) nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin dostları ise tâğuttur. O da onları (insanî fıtratları olan İslâmın) nûrundan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar. (2/Bakara, 257) İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar da tâğut yolunda savaşırlar. (Ey müminler!) siz şeytanın evliyâsı (velîleri, dost ve yandaşları, ordusu olan kâfirlerle) savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır. (4/Nisâ, 76)
Eğer onlar Allaha, Peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları (müşrik, kâfir, hıristiyan, yahûdi ve münâfıkları) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fâsıktır, yoldan çıkmışlardır. (5/Mâide, 81) ...İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır! (5/Mâide, 51)
Kâfirleri dost kabul etmek, iman ile çelişmektedir. Hem iman, hem de onları dost edinme olayı, ikisi beraber bir kalpte toplanamazlar. İman, onları dost edinmemeyi gerektirmektedir. Düşmanlık ve dostluğun imanla ilgisi değerlendirilmediğinden, bugün müslümanların çoğunluğu açısından dost-düşman karışmış, düşmanlarının oyununa gelen müslüman yığınlar, bunca zararlarına rağmen hâlâ Allahın düşmanlarının ve kendisinin düşman olması gerekenlerin yardımcısı, destekleyicisi, emrindeki memuru, hizmetçisi, kulu-kölesi, askeri... olabilmektedir. Müslümanım! diyen nice insan, kâfirlerin koyduğu küfür kanunlarına, onların ortaya attığı felsefî düşünce ve dünya görüşlerine, ideolojilerine sevgi besleyebilmekte, onlara gönül rızâsıyla uyup teslim olabilmekteler. Hanımlarını, kâfirlerin hanımlarına benzetebilmekte, onlar gibi giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik ve çağdaşlık kabul edebilmekteler. Allah ve Rasûlüyle savaş demek olan fâiz (2/Bakara, 279) olmaksızın ticarî hayatı düşünememekteler...
Bazı kâfirlere, dost olmanın ötesinde, hatta hayranlık duyanlar, destekleyip alkışlayanlar, onları velî kabul ederek seçip işbaşına getiren, yetki verenler, onların izini takip eden, itaat eden, onları örnek alanlara ne demeli!? Keler deliğine girseler bile onlara imrenip taklit etmeye çalışan, onları model kabul edip modalarına uyanlara nasıl bir sıfat bulmalı!?
(İnançta ve amelde) Bizden başkasına benzeyen Bizden değildir. (Tirmizî, hadis no: 2696; Mişkâtul-Mesâbih, hadis no: 5347) diyen Rasûlün onları reddettiğini, daha doğrusu onların bu davranışlarıyla Rasûlün yolunu reddetmiş olduklarını görmek zorundayız. Bu tesbit, câhil müslümanları dışlayıp tekfir etmek, onları kendi hallerine terketmek için değil; muhâtaplarımızı tanımak, hastalığı teşhis edip tedavi için bize çok şeyler düştüğünü, görevimizin ve sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu kabullenmek için olmalı. Bu değerlendirme, konum tesbiti açısından önemli; çevremizde bize ve yakınlarımıza da sirâyet etme ihtimali olan bulaşıcı şirk mikroplarının tanınması ve tedbir alınması için...
Gerçek mümin, İslâm şahsiyetini ve müslüman kimliğini yüce ve aziz tanımak, bütün kâfirleri ve münâfıkları zelîl/aşağılık bilmek; bu sebeple onlara karşı onurlu ve zorlu olmak mecbûriyetindedir.
İzzet (yücelik, kuvvet ve hâkimiyet) yalnız Allahın, Onun Peygamberinin ve gerçek müminlerindir. Ne var ki, münâfıklar bu gerçeği bilmez, anlayamazlar. (63/Münâfıkûn, 8)
Mümin, İslâm şahsiyetinin yüceliğine inanmak zorunda olduğu gibi, bütün kâfirlerin aşağılık olduklarına, hayvanlardan daha sapık ve pislik olduklarına inanmakla da yükümlüdür.
(Ey Peygamber!) Sen onların çoğunluğunu (Hakkı) dinler, akıllarını kullanır mı sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidirler; hatta yolca daha da sapıktırlar. (25/Furkan, 44)
Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir... (9/Tevbe, 28)
Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allaha ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allahtan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır, Allahın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allahın tarafında olanlardır. (58/Mücâdele, 22)
Bu âyet-i kerime, Allah taraftarlarıyla şeytan yandaşları arasında tam ve kesin bir ayrılığın olması gerektiğini ortaya koymuş oluyor. Müminin her türlü câzibeden ve her çeşit tarafgirlikten sıyrılarak müslümanların safında yer alması, bir tek kulpa sarılması ve bir tek ipe bağlanması gerekir. İslâmın olduğu yerde ırkçılık, nesebcilik, akraba savunuculuğu, aile asabiyeti ve yakınlık dâvâsı yok; vatan, cins, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik vb. bir şey yok. Allahın istediği şeylerin dışında hiçbir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece ve sadece akîde ve onun bayrağı altında durmak vardır.
Kâfirlerle dostluk kurmanın tehlikesi bütün müslümanlaradır. Böyle bütün müslümanlara zarar getiren bir olay, bir kimsenin sadece kendisinin kâfir olmasından da büyük bir tehlike ortaya koyar. Birinin zararı, topyekün müslümanlara iken, diğerinin sadece kendisinedir. Kâfirlere karşı olan dostluğun özellikleri şunlardır: Kâfirlerin küfrüne rızâ göstermek, onları tekfir etmemek, onların bâtıl dünya görüşlerini tasdik etmek, onları velî, yani dost ve yönetici olarak kabul etmek, onları işbaşına geçirmek, onları sevmek, onlara uyup itaat etmek. İşte bütün bunlar, kişinin kâfirleri dost kabul ettiğini, yetkisini onlara verdiğini göstermektedir. Kişi, dostluk, sevgi ve rızâyı kâfirlere gösterirse, bu küfrü gerektirir. Şayet sevgi ve rızâ, müminlere karşı ise, bu da imanın gereğidir.
İman, kabul etmeye ve sözleşmeye dayalı bir dostluk simgesidir. Bunun neticesi de Yaratıcıya teslim olmaktır. Bu teslimiyet, ahd, mîsak ve velâ kavramlarıyla ifade edilir. İnsan, dostunu ve düşmanını tanımak zorundadır. Hz. Âdem ve Havvâya, yaratıldıkları ilk zamanlarda Allah düşmanlarını tanıttı, onları uyardı.
Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsın ve sıcaktan bunalmazsın. (20/Tâhâ, 117-119)
İnsanın ilk yanlışı, düşmanını dost zannetmesiyle oldu; İnsanın cenneti kaybetmesinin sebebi, düşmanına karşı tedbir almayışı, onun hile ve tuzaklarına kanmasıdır. Bırakın insanı, hayvanlar bile düşmanlarını bilir; kendisini ve neslini düşmanından korumaya çalışır. Bir tavuk, özellikle yavrusunu düşmanından sakınmak için, nasıl fedâkârlık ve kahramanlık yapar, gözleyenler bilir.
Dostluk-düşmanlık konusunda hatırımızdan çıkarmamamız gereken özelliklerden biri de, gâvurun atına binen, onun kılıcını kuşanır atasözünün ve bugün yardım alan, yarın emir alır vecîzesinin gerekleridir. Hırsızı yakaladığımızı zannederken, hırsız tarafından yakalanan konumuna düşmemeli, ava giderken kendimiz avlanmamak için tedbirler almalıyız.
Onların milletine/dinine uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da senden asla râzı olmayacaklardır. (2/Bakara, 120).
Batıyı örnek almaya çalıştığı halde ne batılı olabilen ne doğulu kalabilen ülkelerdeki dostluk-düşmanlık anlayışı da kaypak mı kaypaktır. Tarih kitaplarına bile bu renksiz ve kimliksiz bakış yansır. Düşmanlar, ülkeyi işgal etti, düşmanlar şunları yaptı... Ama, düşmanların kim olduğu net değildir. Kurtarıcılar, ülkeyi düşmanlardan kurtardılarsa, düşmanların işgal ettiğinde uygulayacakları kanun, ahlâk, eğitim vb. icraat niye onlardan daha katı ve baskıcı şekilde uygulanır ve İslâm birinci tehlike ve büyük düşman ilân edilir? Bu kimliksiz yaklaşım, hangi ülkelerle dost, hangileriyle düşman olunduğu belli olmayacak zikzaklar çizen tavırları getirir... Irkçı milliyetçilere göre dostluğun ölçüsünü kan belirleyecektir. Düşman da başka ırklardır: Türke Türkten başka dost yoktur!, her şey Türk için, Türke göre, Türk tarafından!, Tanrı Türkü korusun!
Mümin için ölçü nettir: Allah için sevgi, Allah için buğz; Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık. Dost, gerçek Velîye, ölümsüz Dosta bizi yaklaştıran; düşman da, bizi Ondan uzaklaştırandır. Allahı gerçek anlamda tek dost kabul eden, hiç Onun düşmanlarını, Ona dost olamayanları sevebilir mi?!
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allahın dilediğine verdiği lütfudur. Allahın lütfu ve ilmi geniştir. (5/Mâide, 54)
Muhammed Allahın rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler... (48/Fetih, 29)
Günümüz müslümanlarının önemli bir kesimi, dostluk ve düşmanlıktaki ölçüyü unutup farklı görüşteki müslümanlara düşman gibi davranıp onları itiyor; kendilerine şimdilik dokunmayan ılımlı kabul ettikleri kâfirlere sempati besleyerek dost gibi yaklaşabiliyor. İctihadî yorumlar ve göreceli doğrular, grup taassubundan dolayı mutlak doğru kabul edilip farklı müslümanlara düşmanca tavırlar, şiddetli eleştiriler, hatta haksız tekfirler ve onlarla dostluğa tenezzül etmemeye varan bağnazlıklar sergilenebiliyor. Bütün müslümanlarla samimi olmayabiliriz; ama samimi olduklarımız, mutlaka samimi müslümanlardan olmalı. Bütün kâfirlerle ilişkimizi koparmayabiliriz, ama onlarla gönül dostu olmamız onlardan olmak, onların dinine girmek kabul edilmeli. Dost, imandaştır, gönüldaştır, fikirdaştır çünkü.
Kişi, dostunun dini üzeredir. (Tirmizî, Zühd 45; Ahmed bin Hanbel, 16/178).
Ve dostluk, sevgi kuru bir iddia değildir. Allah'a dost olmak, Allahı sevmek, davranışla isbatlanmadıkça, kuru bir iddiadan, insanı kurtarmayan bir avuntudan ibarettir. Allahla ve müslümanlarla dost olduğumuzu, dillendirmekten öte davranışımızla göstermeliyiz.
Rasûlüm! De ki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. (3/Âl-i İmrân, 31)
Düşmanlık da dostluk da; bedeli olan, ispatlanması gereken bir bağlılık ya da red; ilişki veya bağları koparmaktır.
Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. (49/Hucurât, 7)
Hep birlikte Allahın ipine (Kurana, İslâma) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allahın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve Onun nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. (3/Âli- İmrân, 103)
Sevgi ve dostluğun gerekleri vardır. Bunları şöyle sayabiliriz: Allah için yardım, ikram, saygı, gerek kalple ve gerek dış görünüş ve tavırlarla kişinin sevdiğiyle beraber olması. Hayatın zorluklarına ve kâfirlerin baskılarına karşı ona destek olup moral vermek, onu küfre ve kâfirlere karşı güçlü ve hâkim kılmak, üzüntüsüne ve sevincine ortak olmak. Allahı sevmek ve Allahla dost olmak demek; Allahın dostlarını sevmek, onlara yardımcı olmak, onların yanında yer almak, Allahın dinine yardım etmek demektir.
Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin! (Tirmizî, Zühd hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178)
Kuran, dostlukları ve dostları ikiye ayırır: Allahın dostları ve şeytanın dostları. Her insan, bu iki sınıftan birine mensuptur. Allahın velîsi/dostu, yani evliyâullah ol(a)mayan, mutlaka şeytanın velîsi/dostu, yani evliyâuş-şeytan dır; üçüncü bir grup yoktur.
Allah iman edenlerin velîsi (dostu ve yardımcısı)dır. Onları küfrün karanlıklarından (kurtarıp iman) nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin dostları ise tâğuttur. O da onları (insanî fıtratları olan İslâmın) nûrundan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar. (2/Bakara, 257) İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfir olanlar da tâğut yolunda savaşırlar. (Ey müminler!) siz şeytanın evliyâsı (velîleri, dost ve yandaşları, ordusu olan kâfirlerle) savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır. (4/Nisâ, 76)
Eğer onlar Allaha, Peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları (müşrik, kâfir, hıristiyan, yahûdi ve münâfıkları) dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fâsıktır, yoldan çıkmışlardır. (5/Mâide, 81) ...İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır! (5/Mâide, 51)
Kâfirleri dost kabul etmek, iman ile çelişmektedir. Hem iman, hem de onları dost edinme olayı, ikisi beraber bir kalpte toplanamazlar. İman, onları dost edinmemeyi gerektirmektedir. Düşmanlık ve dostluğun imanla ilgisi değerlendirilmediğinden, bugün müslümanların çoğunluğu açısından dost-düşman karışmış, düşmanlarının oyununa gelen müslüman yığınlar, bunca zararlarına rağmen hâlâ Allahın düşmanlarının ve kendisinin düşman olması gerekenlerin yardımcısı, destekleyicisi, emrindeki memuru, hizmetçisi, kulu-kölesi, askeri... olabilmektedir. Müslümanım! diyen nice insan, kâfirlerin koyduğu küfür kanunlarına, onların ortaya attığı felsefî düşünce ve dünya görüşlerine, ideolojilerine sevgi besleyebilmekte, onlara gönül rızâsıyla uyup teslim olabilmekteler. Hanımlarını, kâfirlerin hanımlarına benzetebilmekte, onlar gibi giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik ve çağdaşlık kabul edebilmekteler. Allah ve Rasûlüyle savaş demek olan fâiz (2/Bakara, 279) olmaksızın ticarî hayatı düşünememekteler...
Bazı kâfirlere, dost olmanın ötesinde, hatta hayranlık duyanlar, destekleyip alkışlayanlar, onları velî kabul ederek seçip işbaşına getiren, yetki verenler, onların izini takip eden, itaat eden, onları örnek alanlara ne demeli!? Keler deliğine girseler bile onlara imrenip taklit etmeye çalışan, onları model kabul edip modalarına uyanlara nasıl bir sıfat bulmalı!?
(İnançta ve amelde) Bizden başkasına benzeyen Bizden değildir. (Tirmizî, hadis no: 2696; Mişkâtul-Mesâbih, hadis no: 5347) diyen Rasûlün onları reddettiğini, daha doğrusu onların bu davranışlarıyla Rasûlün yolunu reddetmiş olduklarını görmek zorundayız. Bu tesbit, câhil müslümanları dışlayıp tekfir etmek, onları kendi hallerine terketmek için değil; muhâtaplarımızı tanımak, hastalığı teşhis edip tedavi için bize çok şeyler düştüğünü, görevimizin ve sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu kabullenmek için olmalı. Bu değerlendirme, konum tesbiti açısından önemli; çevremizde bize ve yakınlarımıza da sirâyet etme ihtimali olan bulaşıcı şirk mikroplarının tanınması ve tedbir alınması için...
Gerçek mümin, İslâm şahsiyetini ve müslüman kimliğini yüce ve aziz tanımak, bütün kâfirleri ve münâfıkları zelîl/aşağılık bilmek; bu sebeple onlara karşı onurlu ve zorlu olmak mecbûriyetindedir.
İzzet (yücelik, kuvvet ve hâkimiyet) yalnız Allahın, Onun Peygamberinin ve gerçek müminlerindir. Ne var ki, münâfıklar bu gerçeği bilmez, anlayamazlar. (63/Münâfıkûn, 8)
Mümin, İslâm şahsiyetinin yüceliğine inanmak zorunda olduğu gibi, bütün kâfirlerin aşağılık olduklarına, hayvanlardan daha sapık ve pislik olduklarına inanmakla da yükümlüdür.
(Ey Peygamber!) Sen onların çoğunluğunu (Hakkı) dinler, akıllarını kullanır mı sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidirler; hatta yolca daha da sapıktırlar. (25/Furkan, 44)
Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir... (9/Tevbe, 28)
Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allaha ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allahtan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır, Allahın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allahın tarafında olanlardır. (58/Mücâdele, 22)
Bu âyet-i kerime, Allah taraftarlarıyla şeytan yandaşları arasında tam ve kesin bir ayrılığın olması gerektiğini ortaya koymuş oluyor. Müminin her türlü câzibeden ve her çeşit tarafgirlikten sıyrılarak müslümanların safında yer alması, bir tek kulpa sarılması ve bir tek ipe bağlanması gerekir. İslâmın olduğu yerde ırkçılık, nesebcilik, akraba savunuculuğu, aile asabiyeti ve yakınlık dâvâsı yok; vatan, cins, asabiyet ve kavmiyetçilik, bölgecilik vb. bir şey yok. Allahın istediği şeylerin dışında hiçbir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece ve sadece akîde ve onun bayrağı altında durmak vardır.
Kâfirlerle dostluk kurmanın tehlikesi bütün müslümanlaradır. Böyle bütün müslümanlara zarar getiren bir olay, bir kimsenin sadece kendisinin kâfir olmasından da büyük bir tehlike ortaya koyar. Birinin zararı, topyekün müslümanlara iken, diğerinin sadece kendisinedir. Kâfirlere karşı olan dostluğun özellikleri şunlardır: Kâfirlerin küfrüne rızâ göstermek, onları tekfir etmemek, onların bâtıl dünya görüşlerini tasdik etmek, onları velî, yani dost ve yönetici olarak kabul etmek, onları işbaşına geçirmek, onları sevmek, onlara uyup itaat etmek. İşte bütün bunlar, kişinin kâfirleri dost kabul ettiğini, yetkisini onlara verdiğini göstermektedir. Kişi, dostluk, sevgi ve rızâyı kâfirlere gösterirse, bu küfrü gerektirir. Şayet sevgi ve rızâ, müminlere karşı ise, bu da imanın gereğidir.
İman, kabul etmeye ve sözleşmeye dayalı bir dostluk simgesidir. Bunun neticesi de Yaratıcıya teslim olmaktır. Bu teslimiyet, ahd, mîsak ve velâ kavramlarıyla ifade edilir. İnsan, dostunu ve düşmanını tanımak zorundadır. Hz. Âdem ve Havvâya, yaratıldıkları ilk zamanlarda Allah düşmanlarını tanıttı, onları uyardı.
Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsın ve sıcaktan bunalmazsın. (20/Tâhâ, 117-119)
İnsanın ilk yanlışı, düşmanını dost zannetmesiyle oldu; İnsanın cenneti kaybetmesinin sebebi, düşmanına karşı tedbir almayışı, onun hile ve tuzaklarına kanmasıdır. Bırakın insanı, hayvanlar bile düşmanlarını bilir; kendisini ve neslini düşmanından korumaya çalışır. Bir tavuk, özellikle yavrusunu düşmanından sakınmak için, nasıl fedâkârlık ve kahramanlık yapar, gözleyenler bilir.
Dostluk-düşmanlık konusunda hatırımızdan çıkarmamamız gereken özelliklerden biri de, gâvurun atına binen, onun kılıcını kuşanır atasözünün ve bugün yardım alan, yarın emir alır vecîzesinin gerekleridir. Hırsızı yakaladığımızı zannederken, hırsız tarafından yakalanan konumuna düşmemeli, ava giderken kendimiz avlanmamak için tedbirler almalıyız.
V harfi
- 3- Küfrü Gerektiren Velâyet:
- Allah'ın Mevlâ ve Vâli Oluşu
- Destur:
- Dostun Nitelikleri
- Hâce, Hâcegân:
- İhvân:
- Nücebâ:
- Tecellî:
- Terim Olarak Vahy
- VÂCİB
- VAHDET-İ KUSUD
- Vakıf Akarlar:
- VAZİFE
- VEKÂLET
- Velî Kavramının Tasavvufî Yorumla Anlaşılmasına Yardımcı Olabilecek Bazı Tasavvufî Kavramlar:
- VELİME
- VİSAL ORUCU
- Abdal:
- Allah'ın Veli Oluşu
- Dörtler:
- Düşmanlıkta Aşırı Gidilmemesi, Düşman Bir Toplumun Bir Gün Dost Olabileceği:
- Hâcib-i Hak:
- İstiğâse:
- Nükabâ:
- Tecessüd:
- Vâcib'in Kısımları
- VAHDET-İ MEVCUD
- Vahiy ve İlham
- Vakıf Yerlerin Kiraya Verilmesi
- VEBÂL