Nebi b. Turhan'ın Vahdet-i Vücud Risalesi:
Bismillahirrahmanirrahim
(Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla)
Zalimlerin kendisi hakkında söyledikleri şeylerden münezzeh olan yüce Allaha hamd olsun. Sürekli salat ve selam, hakkı pervasızca haykıran, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v.)e, Ehl-i Beytine, şeriatını koruyan yakınlarına, dinini savunan ashabına olsun.
Asıl konuya gelince, hiçbir şeye muhtaç olmayan yüce Allaha mahtaç olan Nebî bin Turhan b. Turmuş es-Sinabî şu gerçeklere değinmek ister.
Ey inananlar! Şu gerçeği oldukça iyi bilmelisiniz ki, tasavvuf ehlinin mezhebi, batıl, asılsız bir mezheptir. Bunların dalalet ve sapıklıkları, yetmiş iki fırkanın sapıklığından daha tehlikelidir. İşte bu bakımdan tasavvuf ehlinin görüşlerini bilmek gereği vardır. Böylece müminler, tehlikeden kurtulmuş ve sakınmış olsunlar. Hem tasavvuf ehlinden, hem bunların meclislerinden ve hem de bağlı bulundukları görüşten uzak kalabilsinler. Çünkü bunların hem kendileri sapık ve hem de birçoklarını saptırıyorlar. Bizim burada sözünü ettiğimiz görüş, Füsûsul-Hikem adlı kitabın yazarı İbn Arabînin mezhebi ve görüşüdür. Doğrusu onun ortaya koyduğu görüş, büyük bir felaket ve musibettir. Bu bakımdan tertemiz olan şeriata bağlanıp sarılın ki, cehennem ateşinden kurtulmuş olasınız.
Bu öğüdü, konuyu iyice bilenlerden dinleyin ve kabullenin. Çünkü sözünü ettiğimiz görüşün sahipleri kafirdirler. Haktan sapmışlardır. Hem sapa sağlam şeriatten ve dosdoğru yoldan da çıkanlardır. Bunlar hüsrana uğrayan şeytanın tarafında, onun ekibinde yer alanlardır.
Şu gerçeği iyice bilmelisiniz ki, Füsûs adlı eserin sahibi Muhiddîn Arabî, ilk zamanlarda kendi çağının en değerli bilginlerinden, alimlerinden, ileri gelen şeyhlerindendi. Ancak son zamanlarında ise kendisi kafirlerin lideri durumuna geçmiştir. Çünkü ona göre puta tapan ile Allaha ibadet eden arasında hiçbir ayırım yoktur. O bunun için, der ki: Mümkinlerden herhangi bir şeye tapanlar, aslında Allaha ibadet ediyorlar. Nitekim Füsûs adlı kitabında da: Doğrusu münezzeh olan Hak (Allah), müşebbeh olan halkın kendisidir demektedir. Ayrıca puta secde eden kimse, Muhiddin Arabîye göre, putu red ve inkar edenlere göre daha bilgilicedir. Yine kendisi şunları söylüyor: Putlara ibadet etmeyi terketmek aslında cehaletten kaynaklanan bir şeydir. Ayrıca Füsûsunda Hz. Nûh (a.s.)un kavmiyle ilgili olarak şu görüşlere yer veriyor: Eğer onlar Ved, Süva, Yeğûs, Yeûk ve Nesr adlı putlarına ibadeti terketselerdi, terkettikleri ölçüde hakkı bilmez olurlardı. Yine Füsûs kitabında şu ifadelere yer veriyor: Aslında ne kadar puta tapanlar varsa, hepsi Allaha ibadet ediyorlar. Nitekim kendisi yine aynı kitabında Hz. Hûd (a.s.)un kavmiyle ilgili olarak şu ifadeleri zikrediyor: Onlar, kurbten yani yakınlıktan oluştular, böylece arada uzaklık denen şey kalktı. Bunlar için cehennemin adı yok oldu. Dolayısıyla tümü kurb yani Allaha yakınlık nimetleriyle kurtuluşa erdiler. Bu da onların bunu haketleri yönündendir. Yine Füsûsunda diyor ki:
Kim ilahlık davasına kalkışırsa, o bu davasında doğrudur. Evet bu ve benzeri şeriata aykırı bir çok ifadeler kullanmaktadır. Aslında Muhiddîn Arabînin bu gibi ifadeleri kullanmaktan amacı, Vacibul-Vücud olan zat ki o bizzat Allahın kendisidir. İşte bu, aynı zamanda tüm mümkünlerin de vücududur, kendisidir. Evet savunduğu düşünce budur. Eğer savunduğu düşünce bu olmasaydı. O zaman söylediği: Mümkünlerden herhangi bir şeye tapanların tümü, Allaha ibadet etmiştir sözünün bir anlamı kalmazdı. Oysa gayet açıktır ki, mabudun feyzi, tapınılan bir ilah olamaz. Böylesi bir inançtan Allaha sığınırız.
İşte onun bu saçmalıklarından dolayı döneminin şeriat erbabı, onun küfrüne ve ilhadına hükmetmişlerdir. Daha sonra bu yüzden boynu vurulmuştur. Nitekim en değerli âlimlerden, kendi döneminin müftüsü olan Sadi Çelebî de Muhiddîn Arabînin küfrüne ve ilhadına dair fetva vermiştir. Bundan sonra gelen ve yine en değerli alimlerden olan ve bulunduğu dönemin de müftüsü bulunan Çûy zade (Çivizade) de onun küfrüne ve ilhadına ilişkin fetva vermiştir. Yani bizim zamanımızda kim bu türden görüşleri yayar ve onun itikadı gibi inanırsa, bunların da kafirliklerine ilişkin fetva vermiştir. Çünkü Muhiddîn Arabî İslâm dininin yıkmıştır. Her iki dünyada da onun hasmı sadece Allahdır. Dünyada hasmı olduğuna ilişkin kanıt, boynunun vurulması suretiyle kendisinin ortadan kaldırılması, helakidir. Ahirette de yandaşlarıyla birlikte, dostlarıyla beraber en acıklı azapla cezalandırılacaktır. Evet durumu böyle olacaktır eğer, dostları da onun inancı üzere idiyseler. Çünkü vücudiye mezhebini ortaya atan İbn Arabîdir. Nitekim demiştir ki:
Vacibin hakikatı, mutlak vücuttur. O da Allahın zatının aynıdır yani kendisidir. Bu da tüm mümkün varlıkların vücududur. Yani zahirdeki mümkünlerin vücududur. Bu sözden çıkan sonuç şöyle olmaktadır. Mümkünlerden olan her şey vaciptir. Nitekim kendisi bunu kendi sözleriyle Füsûs adlı kitabında söylemiştir. Demiştir ki: Mevcudatta şekil ve suret olarak Hakkın sereyanı, hareket etmesi olmasaydı, şu alemin bir varlığı yani vücudu olmazdı. Yine bu sözden çıkan sonuç şöyle olmaktadır. Vacibin mümkünlerin vücudunda yani varlığında bir tesiri yani etkisi ve fonksiyonu yoktur. Çünkü bu şeyler ona göre bizzat vacibin kendisidir.
Şurası da gayet açıktır ki, bir şeyin kendi nefsine, zatına etkisinin mümteni oluşu yani olamazlığı burada sözkonusu olmaktadır. Yine bu sözden anlaşılan şudur. Sanii, yaratanı tatil etmek, yok saymak, kabul etmemektir. Oysa yüce Allah bu gibi şeylerden yüce ve münezzehtir. Ayrıca tüm peygamberleri de, semavî tüm kitapları da yalanlamak oluyor.
Şurası iyice bilinmelidir ki, hulûliye ve vücudiye gibi tasavvuf mezheplerinin tümü Füsûs sahibi Muhiddîn Arabînin mezhebi gibidir. Çünkü bu, onların en büyük akıl hocalarıdır. (Bkz. Hayatul-Kulûb, Bap: 38)
Salat ve selam Hz. Muhammede, Ehl-i Beytine ve ashabınadır. Bunu tamama erdiren yüce Allaha hamdolsun. Tüm halkların efendisi olan bizim peygamberimiz Muhammede salat ve selam olsun.[5]
(Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla)
Zalimlerin kendisi hakkında söyledikleri şeylerden münezzeh olan yüce Allaha hamd olsun. Sürekli salat ve selam, hakkı pervasızca haykıran, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v.)e, Ehl-i Beytine, şeriatını koruyan yakınlarına, dinini savunan ashabına olsun.
Asıl konuya gelince, hiçbir şeye muhtaç olmayan yüce Allaha mahtaç olan Nebî bin Turhan b. Turmuş es-Sinabî şu gerçeklere değinmek ister.
Ey inananlar! Şu gerçeği oldukça iyi bilmelisiniz ki, tasavvuf ehlinin mezhebi, batıl, asılsız bir mezheptir. Bunların dalalet ve sapıklıkları, yetmiş iki fırkanın sapıklığından daha tehlikelidir. İşte bu bakımdan tasavvuf ehlinin görüşlerini bilmek gereği vardır. Böylece müminler, tehlikeden kurtulmuş ve sakınmış olsunlar. Hem tasavvuf ehlinden, hem bunların meclislerinden ve hem de bağlı bulundukları görüşten uzak kalabilsinler. Çünkü bunların hem kendileri sapık ve hem de birçoklarını saptırıyorlar. Bizim burada sözünü ettiğimiz görüş, Füsûsul-Hikem adlı kitabın yazarı İbn Arabînin mezhebi ve görüşüdür. Doğrusu onun ortaya koyduğu görüş, büyük bir felaket ve musibettir. Bu bakımdan tertemiz olan şeriata bağlanıp sarılın ki, cehennem ateşinden kurtulmuş olasınız.
Bu öğüdü, konuyu iyice bilenlerden dinleyin ve kabullenin. Çünkü sözünü ettiğimiz görüşün sahipleri kafirdirler. Haktan sapmışlardır. Hem sapa sağlam şeriatten ve dosdoğru yoldan da çıkanlardır. Bunlar hüsrana uğrayan şeytanın tarafında, onun ekibinde yer alanlardır.
Şu gerçeği iyice bilmelisiniz ki, Füsûs adlı eserin sahibi Muhiddîn Arabî, ilk zamanlarda kendi çağının en değerli bilginlerinden, alimlerinden, ileri gelen şeyhlerindendi. Ancak son zamanlarında ise kendisi kafirlerin lideri durumuna geçmiştir. Çünkü ona göre puta tapan ile Allaha ibadet eden arasında hiçbir ayırım yoktur. O bunun için, der ki: Mümkinlerden herhangi bir şeye tapanlar, aslında Allaha ibadet ediyorlar. Nitekim Füsûs adlı kitabında da: Doğrusu münezzeh olan Hak (Allah), müşebbeh olan halkın kendisidir demektedir. Ayrıca puta secde eden kimse, Muhiddin Arabîye göre, putu red ve inkar edenlere göre daha bilgilicedir. Yine kendisi şunları söylüyor: Putlara ibadet etmeyi terketmek aslında cehaletten kaynaklanan bir şeydir. Ayrıca Füsûsunda Hz. Nûh (a.s.)un kavmiyle ilgili olarak şu görüşlere yer veriyor: Eğer onlar Ved, Süva, Yeğûs, Yeûk ve Nesr adlı putlarına ibadeti terketselerdi, terkettikleri ölçüde hakkı bilmez olurlardı. Yine Füsûs kitabında şu ifadelere yer veriyor: Aslında ne kadar puta tapanlar varsa, hepsi Allaha ibadet ediyorlar. Nitekim kendisi yine aynı kitabında Hz. Hûd (a.s.)un kavmiyle ilgili olarak şu ifadeleri zikrediyor: Onlar, kurbten yani yakınlıktan oluştular, böylece arada uzaklık denen şey kalktı. Bunlar için cehennemin adı yok oldu. Dolayısıyla tümü kurb yani Allaha yakınlık nimetleriyle kurtuluşa erdiler. Bu da onların bunu haketleri yönündendir. Yine Füsûsunda diyor ki:
Kim ilahlık davasına kalkışırsa, o bu davasında doğrudur. Evet bu ve benzeri şeriata aykırı bir çok ifadeler kullanmaktadır. Aslında Muhiddîn Arabînin bu gibi ifadeleri kullanmaktan amacı, Vacibul-Vücud olan zat ki o bizzat Allahın kendisidir. İşte bu, aynı zamanda tüm mümkünlerin de vücududur, kendisidir. Evet savunduğu düşünce budur. Eğer savunduğu düşünce bu olmasaydı. O zaman söylediği: Mümkünlerden herhangi bir şeye tapanların tümü, Allaha ibadet etmiştir sözünün bir anlamı kalmazdı. Oysa gayet açıktır ki, mabudun feyzi, tapınılan bir ilah olamaz. Böylesi bir inançtan Allaha sığınırız.
İşte onun bu saçmalıklarından dolayı döneminin şeriat erbabı, onun küfrüne ve ilhadına hükmetmişlerdir. Daha sonra bu yüzden boynu vurulmuştur. Nitekim en değerli âlimlerden, kendi döneminin müftüsü olan Sadi Çelebî de Muhiddîn Arabînin küfrüne ve ilhadına dair fetva vermiştir. Bundan sonra gelen ve yine en değerli alimlerden olan ve bulunduğu dönemin de müftüsü bulunan Çûy zade (Çivizade) de onun küfrüne ve ilhadına ilişkin fetva vermiştir. Yani bizim zamanımızda kim bu türden görüşleri yayar ve onun itikadı gibi inanırsa, bunların da kafirliklerine ilişkin fetva vermiştir. Çünkü Muhiddîn Arabî İslâm dininin yıkmıştır. Her iki dünyada da onun hasmı sadece Allahdır. Dünyada hasmı olduğuna ilişkin kanıt, boynunun vurulması suretiyle kendisinin ortadan kaldırılması, helakidir. Ahirette de yandaşlarıyla birlikte, dostlarıyla beraber en acıklı azapla cezalandırılacaktır. Evet durumu böyle olacaktır eğer, dostları da onun inancı üzere idiyseler. Çünkü vücudiye mezhebini ortaya atan İbn Arabîdir. Nitekim demiştir ki:
Vacibin hakikatı, mutlak vücuttur. O da Allahın zatının aynıdır yani kendisidir. Bu da tüm mümkün varlıkların vücududur. Yani zahirdeki mümkünlerin vücududur. Bu sözden çıkan sonuç şöyle olmaktadır. Mümkünlerden olan her şey vaciptir. Nitekim kendisi bunu kendi sözleriyle Füsûs adlı kitabında söylemiştir. Demiştir ki: Mevcudatta şekil ve suret olarak Hakkın sereyanı, hareket etmesi olmasaydı, şu alemin bir varlığı yani vücudu olmazdı. Yine bu sözden çıkan sonuç şöyle olmaktadır. Vacibin mümkünlerin vücudunda yani varlığında bir tesiri yani etkisi ve fonksiyonu yoktur. Çünkü bu şeyler ona göre bizzat vacibin kendisidir.
Şurası da gayet açıktır ki, bir şeyin kendi nefsine, zatına etkisinin mümteni oluşu yani olamazlığı burada sözkonusu olmaktadır. Yine bu sözden anlaşılan şudur. Sanii, yaratanı tatil etmek, yok saymak, kabul etmemektir. Oysa yüce Allah bu gibi şeylerden yüce ve münezzehtir. Ayrıca tüm peygamberleri de, semavî tüm kitapları da yalanlamak oluyor.
Şurası iyice bilinmelidir ki, hulûliye ve vücudiye gibi tasavvuf mezheplerinin tümü Füsûs sahibi Muhiddîn Arabînin mezhebi gibidir. Çünkü bu, onların en büyük akıl hocalarıdır. (Bkz. Hayatul-Kulûb, Bap: 38)
Salat ve selam Hz. Muhammede, Ehl-i Beytine ve ashabınadır. Bunu tamama erdiren yüce Allaha hamdolsun. Tüm halkların efendisi olan bizim peygamberimiz Muhammede salat ve selam olsun.[5]
V harfi
- 3- Küfrü Gerektiren Velâyet:
- Allah'ın Mevlâ ve Vâli Oluşu
- Destur:
- Dostun Nitelikleri
- Hâce, Hâcegân:
- İhvân:
- Nücebâ:
- Tecellî:
- Terim Olarak Vahy
- VÂCİB
- VAHDET-İ KUSUD
- Vakıf Akarlar:
- VAZİFE
- VEKÂLET
- Velî Kavramının Tasavvufî Yorumla Anlaşılmasına Yardımcı Olabilecek Bazı Tasavvufî Kavramlar:
- VELİME
- VİSAL ORUCU
- Abdal:
- Allah'ın Veli Oluşu
- Dörtler:
- Düşmanlıkta Aşırı Gidilmemesi, Düşman Bir Toplumun Bir Gün Dost Olabileceği:
- Hâcib-i Hak:
- İstiğâse:
- Nükabâ:
- Tecessüd:
- Vâcib'in Kısımları
- VAHDET-İ MEVCUD
- Vahiy ve İlham
- Vakıf Yerlerin Kiraya Verilmesi
- VEBÂL