İmâmetin Önemi
İmamsız ümmet, başsız beden gibidir. Organizmanın canlılığı, ruhu ne ise; ümmet için imam da odur. İmamsız toplum, bir cesetten farksızdır. Ümmetin başına gelenler, imâmetin başına gelenlerle doğru orantılıdır. Kuranda ümmet ile imâmet kavramları birbiriyle yakın irtibat halindedir. Allah İbrâhim (a.s.)i insanlara imam yapmıştır.[505] O imamların başıdır. Aynı zamanda o, imamların kendisinden geldiği bir ümmettir.[505] Dolayısıyla Hz. İbrâhim'in şahsında imâmet ve ümmet kavramları birlikte gündeme gelmişlerdir. O yüzden rahatlıkla şu hükme varılabilir: Ümmet; tek bir imama beyat ederek bağlı olan müminler topluluğudur. İmama bağlı olmadan ümmet teşekkül edemez. Ümmetsiz imam, imamsız ümmet olmaz.
Gerçek şu ki sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana ibâdet/kulluk edin. (Enbiyâ: 21/92)
Müminler olarak hepimiz Allahın huzurunda tek ümmet inancını ve şuurunu koruyup korumadığımız hususunda hesap vereceğiz. İslâm ümmeti, tektir, birdir; küfür ümmeti ise sayısız denecek kadar çok olabilir. Tek ümmet inancının saptırılmadan devam etmesi, tek imamın varlığına bağlıdır. Esasen imâmet, bir ümmet sorunudur. Ümmet olmadan imâmet de olmaz. İmâmetin ihyâsı, ümmetin varlığına bağlanmıştır. Çünkü İslâmda tek ümmet ve tek imam esastır.[505]
İmâmet; din ve dünya işlerinde Rasûlullaha niyâbeten (vekil olarak) başkanlık, devlet reisliği diye tanımlanmıştır. Dinin uygulanması, dinin sınırlarının korunması konusunda, ümmetin tümünün kendisine uyması vâcip olmak üzere Râsûlullahın halîfeliğini yapmak diye de ifade edilmiştir.[505] Mâverdî de şöyle diyor: İmâmet; dinin bekçiliği ve dünya siyaseti konularında peygamberliğe halef olarak konulmuş ve kabul edilmiş bir müessesedir.[505] İbn Hümam; Müminlerin, kendi içlerinden imam seçmelerinin sebebi, İslâmın hükümlerini hakkı ile edâ etmek içindir[505] diyerek önemli bir noktaya işaret ediyor. İmam Ebû Muin en-Nesefî de bu konuda şöyle der: Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı görmeden bir günün geçmesi câiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halîfedir. İmâmetin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının farz olması, ancak imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek... gibi. İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur.[505]
Siyerle ilgili kaynaklarda Rasûl-i Ekremin vefatından sonra sahâbenin, daha Rasûlullahı defnetmeden önce imam/halife seçme hususunda titiz davrandığı kaydedilir. İbn Âbidin, bu konuyla ilgili şunları zikreder: Rasûlullah (s.a.s.) pazartesi günü vefat etmiş, çarşamba günü defnedilmiştir. Bu arada ashâb-ı kiram, her şeyden evvel müslümanların başına bir halife seçmekle meşgul olmuşlardır. Bu sünnet, bugüne kadar devam edegelmiştir. Bir imam vefat ettimi, onun yerine başkası seçilmedikçe defnedilmez. İmamın, müslüman ve hür/özgür olması şarttır. Zira kâfir, müslüman üzerine velî olamaz. Köleden de halife olmaz. Çünkü onun kendine velî olmaya bile gücü yokken, nasıl başkasına velî olabilir? Sabî ve köle de deli gibidir. İmam, muktedir, yani hükümleri yürütebilir, mazlumun hakkını zâlimden almağa, sınırları ve memleketi korumağa, asker sevkine vs. gücü yeter olmalıdır.[505]
Kâfirlerin (tâğutî güçlerin); Allahın indirdiği hükümlere mukabil/alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere koydukları hükümleri reddetmek farzdır. Onların, müminler üzerinde velâyet hakkının bulunmayacağı hususu kesindir.[505] Dolayısıyla müminler; kâfirlerin veya mürtedlerin istilâsına/işgâline uğrarlarsa, zor gücüyle başlarına geçen bu yönetimi kabul etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayın olduğunu bilirler. Nitekim İmam Serahsî; Cihaddan maksat; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalarıdır[505] diyerek, hassas bir noktaya işaret eder. İşgal altında iken dahi; müminlerin (müstevlîlerin liderine itaat etmeyip) kendi içlerinden bir imam seçmeleri vâciptir. Nitekim İbn Âbidin bu konuyu şu şekilde izah etmektedir: Eğer görev verecek sultan yoksa veya kendisinden görev alacak bir yetkili bulunmazsa (ki bazı müslümanların yaşadığı bölgelerde olduğu gibi) o bölgelerde gayr-ı müslimler hâkim olmuşlar, müslümanlar bir bakıma azınlıkta kalmışlar veya müslümanlar mahkûm durumda, gayr-ı müslimler ise hâkim durumdadırlar. Kurtubada (İspanyada) bugün (yazarın yaşadığı tarihlerde) olduğu gibi. Bu durumda ne yapılmalıdır? Gerekli (vâcip) olan, müslümanların kendi aralarından birine bu görevi (imâmeti) vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vâciptir. Onu kendilerine imam/idareci olarak seçerler, o da kadı tâyin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hâdiselerin yargı organlarına (mahkemeye) aktarılması sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bir imam nasbederler. İnsanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir.[505] Kâfir oldukları; kendi ikrarları ve beyyine ile sâbit olan işgalcilerin tâyin ettiği kadı kabul edilemez. Çünkü velâyet hakkı, kati nasslarla sâbittir.[505]
İçinizden hayra çağıran ve marûfu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır. (Âl-i İmrân: 3/104)
Bu âyeti tefsir ederken Elmalılı Hamdi Yazır şunları söyler: Ümmet, öne düşen, çeşitli insan gruplarını toplayan, kendilerine uyulan bir topluluk demektir ki, hepsinin önünde imam bulunur. Cemaat ile namazlar, bu muntazam ve hayırlı sosyal tertibin görüntüsünü ifade eden gözle görülür şeklidir. Bu şekilde hayra dâvet ve emr-i bil-maruf, nehy-i anil-münker yapacak bir ümmet ve imâmet teşkili, müslümanların imandan sonra ilk dinî farîzalarıdır. (Farîza; İslâm açısından yapılması mecburî olan, farz, Allahın emri demektir.) Bu farîzayı yerine getirebilen müslümanlar âyetin açık hükmü gereğince kâmil (tam) kurtuluşa ererler.[505]
Devletsiz toplum, toplumsuz birey olmaz. Fert olarak insanın yaratılış maksadı Allaha kulluktur. Bu gâyenin gerçekleşebilmesi için ferdin canı, malı, dini, aklı, nesli ve şerefi korunmalıdır. Korunma ancak düzen içinde olur; düzen ise devlettir, kanun hâkimiyetidir. Yönetimsiz devlet, başkansız yönetim olmayacağına göre, devlete bir başkan gereklidir. İslâm'da bu başkana, halîfe ve emîrul-müminîn sıfatlarının yanı sıra, imam denilmiştir. Birçok hadis-i şerif, müslümanlara, İslâm devletinin müslüman ve ehil başkanını tanımalarını, ona beyat ve itaat etmelerini; beyat şartlı itaat sözü ve vekâlet mâhiyetinde olduğu için, imam, şartlara riâyet etmediği veya liyâkat vasfını kaybettiği takdirde ona itaat etmemelerini (değiştirip yerine lâyık olanı getirmelerini) emretmektedir.
Her sosyal hareket gibi, İslâmî hareketin de rehberlere ve baş rehbere (imam/önder) ihtiyacı vardır. Hareket, İslâmî olunca, İslâmın hayata hâkim kılınması gibi bir hedefe yönelince rehberlerin de İslâm âlimi, İslâmı iyi bildiği kadar iyi yaşayan kimseler olması zarûret haline gelmektedir. Tesbihin başlangıç ve bitiş yerini belirleyen, tesbihi boncuk dizisinden ayırıp tesbih yapan şeyin adına imâme denir. Tesbih bile imâmesiz olmadığına göre, ümmetin imamsız olması elbette mümkün değildir.
İpi kopan tesbihim,
Dağılmış tane tane;
Acı ama, tesbihim
Hani nerde imâme?[505]
Gerçek şu ki sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana ibâdet/kulluk edin. (Enbiyâ: 21/92)
Müminler olarak hepimiz Allahın huzurunda tek ümmet inancını ve şuurunu koruyup korumadığımız hususunda hesap vereceğiz. İslâm ümmeti, tektir, birdir; küfür ümmeti ise sayısız denecek kadar çok olabilir. Tek ümmet inancının saptırılmadan devam etmesi, tek imamın varlığına bağlıdır. Esasen imâmet, bir ümmet sorunudur. Ümmet olmadan imâmet de olmaz. İmâmetin ihyâsı, ümmetin varlığına bağlanmıştır. Çünkü İslâmda tek ümmet ve tek imam esastır.[505]
İmâmet; din ve dünya işlerinde Rasûlullaha niyâbeten (vekil olarak) başkanlık, devlet reisliği diye tanımlanmıştır. Dinin uygulanması, dinin sınırlarının korunması konusunda, ümmetin tümünün kendisine uyması vâcip olmak üzere Râsûlullahın halîfeliğini yapmak diye de ifade edilmiştir.[505] Mâverdî de şöyle diyor: İmâmet; dinin bekçiliği ve dünya siyaseti konularında peygamberliğe halef olarak konulmuş ve kabul edilmiş bir müessesedir.[505] İbn Hümam; Müminlerin, kendi içlerinden imam seçmelerinin sebebi, İslâmın hükümlerini hakkı ile edâ etmek içindir[505] diyerek önemli bir noktaya işaret ediyor. İmam Ebû Muin en-Nesefî de bu konuda şöyle der: Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı görmeden bir günün geçmesi câiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halîfedir. İmâmetin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının farz olması, ancak imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek... gibi. İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur.[505]
Siyerle ilgili kaynaklarda Rasûl-i Ekremin vefatından sonra sahâbenin, daha Rasûlullahı defnetmeden önce imam/halife seçme hususunda titiz davrandığı kaydedilir. İbn Âbidin, bu konuyla ilgili şunları zikreder: Rasûlullah (s.a.s.) pazartesi günü vefat etmiş, çarşamba günü defnedilmiştir. Bu arada ashâb-ı kiram, her şeyden evvel müslümanların başına bir halife seçmekle meşgul olmuşlardır. Bu sünnet, bugüne kadar devam edegelmiştir. Bir imam vefat ettimi, onun yerine başkası seçilmedikçe defnedilmez. İmamın, müslüman ve hür/özgür olması şarttır. Zira kâfir, müslüman üzerine velî olamaz. Köleden de halife olmaz. Çünkü onun kendine velî olmaya bile gücü yokken, nasıl başkasına velî olabilir? Sabî ve köle de deli gibidir. İmam, muktedir, yani hükümleri yürütebilir, mazlumun hakkını zâlimden almağa, sınırları ve memleketi korumağa, asker sevkine vs. gücü yeter olmalıdır.[505]
Kâfirlerin (tâğutî güçlerin); Allahın indirdiği hükümlere mukabil/alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere koydukları hükümleri reddetmek farzdır. Onların, müminler üzerinde velâyet hakkının bulunmayacağı hususu kesindir.[505] Dolayısıyla müminler; kâfirlerin veya mürtedlerin istilâsına/işgâline uğrarlarsa, zor gücüyle başlarına geçen bu yönetimi kabul etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayın olduğunu bilirler. Nitekim İmam Serahsî; Cihaddan maksat; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalarıdır[505] diyerek, hassas bir noktaya işaret eder. İşgal altında iken dahi; müminlerin (müstevlîlerin liderine itaat etmeyip) kendi içlerinden bir imam seçmeleri vâciptir. Nitekim İbn Âbidin bu konuyu şu şekilde izah etmektedir: Eğer görev verecek sultan yoksa veya kendisinden görev alacak bir yetkili bulunmazsa (ki bazı müslümanların yaşadığı bölgelerde olduğu gibi) o bölgelerde gayr-ı müslimler hâkim olmuşlar, müslümanlar bir bakıma azınlıkta kalmışlar veya müslümanlar mahkûm durumda, gayr-ı müslimler ise hâkim durumdadırlar. Kurtubada (İspanyada) bugün (yazarın yaşadığı tarihlerde) olduğu gibi. Bu durumda ne yapılmalıdır? Gerekli (vâcip) olan, müslümanların kendi aralarından birine bu görevi (imâmeti) vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vâciptir. Onu kendilerine imam/idareci olarak seçerler, o da kadı tâyin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hâdiselerin yargı organlarına (mahkemeye) aktarılması sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bir imam nasbederler. İnsanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir.[505] Kâfir oldukları; kendi ikrarları ve beyyine ile sâbit olan işgalcilerin tâyin ettiği kadı kabul edilemez. Çünkü velâyet hakkı, kati nasslarla sâbittir.[505]
İçinizden hayra çağıran ve marûfu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır. (Âl-i İmrân: 3/104)
Bu âyeti tefsir ederken Elmalılı Hamdi Yazır şunları söyler: Ümmet, öne düşen, çeşitli insan gruplarını toplayan, kendilerine uyulan bir topluluk demektir ki, hepsinin önünde imam bulunur. Cemaat ile namazlar, bu muntazam ve hayırlı sosyal tertibin görüntüsünü ifade eden gözle görülür şeklidir. Bu şekilde hayra dâvet ve emr-i bil-maruf, nehy-i anil-münker yapacak bir ümmet ve imâmet teşkili, müslümanların imandan sonra ilk dinî farîzalarıdır. (Farîza; İslâm açısından yapılması mecburî olan, farz, Allahın emri demektir.) Bu farîzayı yerine getirebilen müslümanlar âyetin açık hükmü gereğince kâmil (tam) kurtuluşa ererler.[505]
Devletsiz toplum, toplumsuz birey olmaz. Fert olarak insanın yaratılış maksadı Allaha kulluktur. Bu gâyenin gerçekleşebilmesi için ferdin canı, malı, dini, aklı, nesli ve şerefi korunmalıdır. Korunma ancak düzen içinde olur; düzen ise devlettir, kanun hâkimiyetidir. Yönetimsiz devlet, başkansız yönetim olmayacağına göre, devlete bir başkan gereklidir. İslâm'da bu başkana, halîfe ve emîrul-müminîn sıfatlarının yanı sıra, imam denilmiştir. Birçok hadis-i şerif, müslümanlara, İslâm devletinin müslüman ve ehil başkanını tanımalarını, ona beyat ve itaat etmelerini; beyat şartlı itaat sözü ve vekâlet mâhiyetinde olduğu için, imam, şartlara riâyet etmediği veya liyâkat vasfını kaybettiği takdirde ona itaat etmemelerini (değiştirip yerine lâyık olanı getirmelerini) emretmektedir.
Her sosyal hareket gibi, İslâmî hareketin de rehberlere ve baş rehbere (imam/önder) ihtiyacı vardır. Hareket, İslâmî olunca, İslâmın hayata hâkim kılınması gibi bir hedefe yönelince rehberlerin de İslâm âlimi, İslâmı iyi bildiği kadar iyi yaşayan kimseler olması zarûret haline gelmektedir. Tesbihin başlangıç ve bitiş yerini belirleyen, tesbihi boncuk dizisinden ayırıp tesbih yapan şeyin adına imâme denir. Tesbih bile imâmesiz olmadığına göre, ümmetin imamsız olması elbette mümkün değildir.
İpi kopan tesbihim,
Dağılmış tane tane;
Acı ama, tesbihim
Hani nerde imâme?[505]
İMAM
- İmam; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'ân-ı Kerim'de İmam Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde İmam Kavramı
- İmam-ı Muntazar
- İmâmet-i Kübrâ
- İmamet-i Kübra'da Aranan Şartlar:
- 1- İlim:
- 2- Adâlet:
- 3- İktidar ve Ehliyet:
- 4- Bünyesinin Sağlam ve Ârızasız Olması:
- 5- Kureyşli Olması:
- İmâmet Sisteminin Temel Özellikleri
- İmâmetin Önemi
- İzinden Gidilen Önderler; Takvâ İmamları ve Küfür İmamları
- İmam ve Ümmet Münâsebeti:
- Zâlim ve Fâsığın İmâmeti
- Zâlim ve Fâsık İmama Karşı Kıyam Hakkı
- Cemaat/Teşkilât İmamlığı
- 1- Sağlam Bir İman ve İstikamet:
- 2- Zihnî Yetenek ve Kültür:
- 3- Sosyal Kabiliyet:
- 4- İstişâre ve Adâlet:
- 5- Kararlılık, Cesâret ve Metânet:
- 6- Problem Çözmede Mârifet:
- 7- İletişim ve Hitâbet:
- 8- İktisat, Kanaat:
- 9- Hürmet ve Muhabbet:
- Namaz İmamlığı
- İmam Olmanın Şartları:
- Kimler İmam Olabilir?