Allah'ın Halifesi Olur mu?
Allah'ın bir halifesi olamaz. Nitekim Hz. Ebu Bekir'e "Ey Allah'ın halifesi!" denildiğinde, "Ben Allah'ın halifesi değilim; ben ancak Rasulullah (s)'ın halifesiyim ve bu bana yeter" (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/10-11) demiştir. İbn Teymiyyeye göre, tanım gereği; ölen, orada hazır bulunmayan, ya da işinde âciz olan biri için halife söz konusudur. Allah hakkında ise bu tür durumlar mümkün değildir. Allahın ne bir benzeri, ne de dengi mümkündür. Âlemlerden müstağni olan Allahın halifeye/vekile ihtiyacı yoktur. İbn Teymiyye, vahdet-i vücutçuların insanı ulûhiyet makamına yükseltmek istediklerini, bu yüzden İbn Arabinin insanın Allahın halifesi olduğunu iddia ettiğini söyler. Vahdet-i vücutçular, insanın birtakım mertebelerle Allahla bütünleşebileceğini iddia ederken, Allahın halifesi gibi görünüşte Kuranî bir dayanak ileri sürerler. (3)
Aynı şekilde hilâfet makamına geçtiğinde Hz. Ömer'e de, "Allah'ın halifesi" şeklinde hitap edilmesi kendisine teklif edilmiş, kendisi bunu reddetmiştir. "Allah'ın halifesi" şeklinde bir ifadeye ne bir ayet ve ne de sahih herhangi bir hadiste rastlıyoruz. Ayetteki "halife" kelimesiyle nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Bu görüş, aynı zamanda İbn Kesir (1/99),Taberi (1/200), Maturidi gibi nice âlimlerin kabul ettiği bir yorumdur. Bu görüş, "halife" kelimesinin kelime anlamına da aykırı değildir. Çünkü "halife" kelimesi, hem ism-i fâil ve hem de ism-i mef'ûl olarak alınabilir. İsm-i fâil olarak alındığında, başkasının yerine geçen; ism-i mef'ûl olarak alındığında da başkası ona halef olan anlamındadır. Halife'nin, hâkim olan ve yöneten şeklindeki tefsirine gelince, yukarıdaki bütün anlamlarla birlikte zikredilmesi gereken bir görüştür. Hz. Adem'in devraldığı iş, yönetme işidir. (4)
Oysa Allahın temsil edilebilir bir varlık olarak algılanması, Hz. İsayı enkarne olmuş (et giymiş -Allahın oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir düşünce idi. İslâmı istismar ederek, İslâmın öngörmediği usullerle işbaşına geçen zâlim yöneticiler, İslâmı kullanarak dini siyasete âlet etmek için Allahın halifesi , Allahın yeryüzündeki gölgesi vasıflarını kendileri için uygun bir ünvan olarak gördüler. Kötülük ve adaletsizliklerini örtbas etmek için kendilerine tanrısal bir statü vermeleri, müstekbirlerin geleneksel tavrı olsa gerek. Bunlar, ilâhî tayinle iktidar oldukları iddiasını sürekli tekrarlamışlardır. Firavunlar, zaman zaman kendilerini tanrının oğlu (Ra tanrısının, güneşin oğlu), hatta zaman zaman da tanrının kendisi olarak sunarlar. Japon imparatorlarına yirminci asra kadar hâlâ güneşin oğlu deniliyordu. İnsan, tarih boyunca, ilâhî adalete aykırı olarak, hak etmediği vasıflara sahip çıkmaktadır. Bu olumsuz tavrı gösterenler arasında, vahye muhatap olmuş ama onun kadrini kıymetini bilememiş ve tahrif etmiş yahudi ve hıristiyanlar, ümmî Kureyşliler de vardı.
Yahudi ve hıristiyanlar: Biz Allahın oğulları ve sevgilileriyiz. (5/Mâide, 18) sözü ile Allah tarafından seçilmiş ırk görüşünü savunurlar. Fil olayının sonucunu kendi üstünlüklerine yoran Kureyşliler de, kendilerinin Mescid-i Harama daha lâyık olduklarını ileri sürerek (8/Enfâl, 34) hak etmedikleri bir imtiyazla (9/Tevbe, 19) bütün kabilelerin Kureyşe tazimini sağlamaya çalışmışlardır. Görüldüğü gibi zulüm iktidarları kendi meşruiyetlerini garanti altına almak için insan fıtratında vazgeçilmez bir olgu olarak yer alan Allah'a inanma eğilimini kullanarak Allah adına hareket ettikleri iddiasıyla, mazlumları etki ve yetki altına almaya çalışmışlardır. Cahilî zihniyet, kendi iddialarına göre risâletten önce Allahın yakınlarıdır (8/Enfâl, 34; 9/Tevbe, 19) Risâletten sonra Emeviler döneminde ise Allahın halifesidir. İslâm düşüncesinin değişime uğradığı tarihin daha geç dönemlerinde ise zıllullahtır; yani Allahın gölgesi. Artık sultanın yaptığı zulümden vazgeçmesi isteniyorsa o zaman yapılacak tek şey vardır: Oturup dua etmek! Çünkü her haliyle yeryüzünde Allahın gölgesi olan sultana isyan en büyük günahtır(!)
Hz. Ebu Bekir ve Ömerin kabul etmediği Allahın halifeliği sıfatına zulümlerine meşrûluk vermek için zalim yöneticiler can simidi gibi sarılıyorlar. Rasulullah için Kuran ısrarla kul vasfını verdiği, Allahın halifesi gibi ifadeler Onun için bile söylenmediği halde, Emevilerden itibaren sözde halifeler için, Rasülüllahın halifesi, müminlerin emîri, müslümanların halifesi gibi sıfatlar yeterli gelmiyor, cılız kabul ediliyordu. Allahın yeryüzündeki temsilcileri ilan edilen bu müstağni liderler, Allahın kulluğuna değil; vekilliğine soyunuyor. Ortaya koydukları siyasete/pratiğe göre de dini yorumlayıp zulümlerine kılıf geçiriyorlar. Böylece dokunulmazlıkları olan küçük yeryüzü ilahlıkları, rahatlıkla sömürü düzenlerini devam ettirecek; ama asla eleştirilemeyeceklerdir. Çünkü sultaları Allahın takdiridir(!) Cebr ve İrcâ akidesi imdatlarına yetişir. (5)
İlk dönem İslâm tarihinde halifenin kavramsal olarak yerleşmediğini ve öncü sahabenin bu kelimenin Allah'a nisbet edilmesine kesinlikle karşı çıktığını görüyoruz. İlk dönem İslam öncüleri, Rasülün ve Kuranın yönetim için kavramlaştırdığı emr kelimesini kullanmışlar, kendilerini emîr olarak görmüşlerdir. Kuran, yöneticilere Ülül-Emr ve Veliyyül-Emr (4/Nisâ, 83) terkibini tercih eder.
Kuran, halife kelimesini açık bir şekilde arza izafeten kullanıyor; Allah'a izafeten hiçbir yerde kullanmıyor. Bakara suresi 30. ayetten sonraki ayetlerdeki, meleklerin yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi, (yaratıcısını överek tesbih edeceğine) yeryüzünde fesat/kargaşa çıkaran, kan döken biri Allahın temsilcisi olabilir mi? Bir temsilci, temsil ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci olmaktan çıkacağına göre, belli bir iradî alanda istemlerini gerçekleştirme, tercihte bulunma yeteneğine sahip insan gerçeği, Halifetullah ile nasıl uzlaştırılacaktır? (Bkz. 10/Yûnus, 14)
Adı sanı anılmadan nice çağlar gelip geçtikten sonra yeryüzü için yaratılan ve yeryüzünün hâkim ve yöneticisi konumuna getirilen insan, nasıl hareket edeceği konusunda denenmektedir. Oysa Allahın temsilcisi olarak görülen birinin özgür bir iradesi olmasından bahsedemeyiz. Böyle bir statüye sahip birinin yapıp ettiklerinden dolayı sorgulanması da söz konusu olamaz. Çünkü yapıp ettikleri Allah adına, Allahı temsilendir. Halbuki insan için izzet ve üstün bir şeref aranıyorsa, bu, Allah'a kulluk ve takvadır (Bkz. 3/Âl-i İmran, 79).
"Halifetül-Arz" (Yeryüzünün efendisi, yöneticisi) insanın kendisi için Allahın takdir ettiği bir konumu, bu ifadeyle anlatılıyor. Yasak meyveyi yiyen insan, kendi farkına varmış, böylece içgüdüye bağlı istekten; itaat ve isyana kabiliyetli, irâde/istem hürriyetine kavuşmuştur. Böylece yeryüzünün halifesi payesini almaya hak kazanmıştır.
Bazı ayetlerde halife kelimesi, başkasının yürüttüğü bir işi ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak, devralınan hâkimiyetle/egemenlikle ilgili bir iştir. Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. (2/Bakara 29) Demek ki insanın halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir. Ey Davud! Biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine /keyfe uyma; sonra seni Allahın yolundan saptırır. (38/Sâd, 26). Yani ey Davud, seni hükümran kıldık ki adaleti yerine getirerek, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak, senden önceki peygamber ve salih önderlere halef olasın. Bu hilafet, siyasi erkle kayıtlı değildir; eşyanın tümünün âdil kullanımını öngörür. Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl davranacağınızı görelim. (10/Yûnus, 14)
İnsana, kâinatta Allahın biçtiği konum yerine; hak edilmeyen bir statüye kaydırarak yer aramak, eşyada var olan dengeyi tersine çevirmek demektir. İnsan, ancak insana temsilci/halife olur. Ontolojik denge açısından eşitliğe sahip olmayan insanla Allah arasında müşterek bir vekâlet sistemi yoktur. O halde Allahın vekil/halife edinmesinden söz etmek mümkün değildir. (6)
Aynı şekilde hilâfet makamına geçtiğinde Hz. Ömer'e de, "Allah'ın halifesi" şeklinde hitap edilmesi kendisine teklif edilmiş, kendisi bunu reddetmiştir. "Allah'ın halifesi" şeklinde bir ifadeye ne bir ayet ve ne de sahih herhangi bir hadiste rastlıyoruz. Ayetteki "halife" kelimesiyle nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Bu görüş, aynı zamanda İbn Kesir (1/99),Taberi (1/200), Maturidi gibi nice âlimlerin kabul ettiği bir yorumdur. Bu görüş, "halife" kelimesinin kelime anlamına da aykırı değildir. Çünkü "halife" kelimesi, hem ism-i fâil ve hem de ism-i mef'ûl olarak alınabilir. İsm-i fâil olarak alındığında, başkasının yerine geçen; ism-i mef'ûl olarak alındığında da başkası ona halef olan anlamındadır. Halife'nin, hâkim olan ve yöneten şeklindeki tefsirine gelince, yukarıdaki bütün anlamlarla birlikte zikredilmesi gereken bir görüştür. Hz. Adem'in devraldığı iş, yönetme işidir. (4)
Oysa Allahın temsil edilebilir bir varlık olarak algılanması, Hz. İsayı enkarne olmuş (et giymiş -Allahın oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir düşünce idi. İslâmı istismar ederek, İslâmın öngörmediği usullerle işbaşına geçen zâlim yöneticiler, İslâmı kullanarak dini siyasete âlet etmek için Allahın halifesi , Allahın yeryüzündeki gölgesi vasıflarını kendileri için uygun bir ünvan olarak gördüler. Kötülük ve adaletsizliklerini örtbas etmek için kendilerine tanrısal bir statü vermeleri, müstekbirlerin geleneksel tavrı olsa gerek. Bunlar, ilâhî tayinle iktidar oldukları iddiasını sürekli tekrarlamışlardır. Firavunlar, zaman zaman kendilerini tanrının oğlu (Ra tanrısının, güneşin oğlu), hatta zaman zaman da tanrının kendisi olarak sunarlar. Japon imparatorlarına yirminci asra kadar hâlâ güneşin oğlu deniliyordu. İnsan, tarih boyunca, ilâhî adalete aykırı olarak, hak etmediği vasıflara sahip çıkmaktadır. Bu olumsuz tavrı gösterenler arasında, vahye muhatap olmuş ama onun kadrini kıymetini bilememiş ve tahrif etmiş yahudi ve hıristiyanlar, ümmî Kureyşliler de vardı.
Yahudi ve hıristiyanlar: Biz Allahın oğulları ve sevgilileriyiz. (5/Mâide, 18) sözü ile Allah tarafından seçilmiş ırk görüşünü savunurlar. Fil olayının sonucunu kendi üstünlüklerine yoran Kureyşliler de, kendilerinin Mescid-i Harama daha lâyık olduklarını ileri sürerek (8/Enfâl, 34) hak etmedikleri bir imtiyazla (9/Tevbe, 19) bütün kabilelerin Kureyşe tazimini sağlamaya çalışmışlardır. Görüldüğü gibi zulüm iktidarları kendi meşruiyetlerini garanti altına almak için insan fıtratında vazgeçilmez bir olgu olarak yer alan Allah'a inanma eğilimini kullanarak Allah adına hareket ettikleri iddiasıyla, mazlumları etki ve yetki altına almaya çalışmışlardır. Cahilî zihniyet, kendi iddialarına göre risâletten önce Allahın yakınlarıdır (8/Enfâl, 34; 9/Tevbe, 19) Risâletten sonra Emeviler döneminde ise Allahın halifesidir. İslâm düşüncesinin değişime uğradığı tarihin daha geç dönemlerinde ise zıllullahtır; yani Allahın gölgesi. Artık sultanın yaptığı zulümden vazgeçmesi isteniyorsa o zaman yapılacak tek şey vardır: Oturup dua etmek! Çünkü her haliyle yeryüzünde Allahın gölgesi olan sultana isyan en büyük günahtır(!)
Hz. Ebu Bekir ve Ömerin kabul etmediği Allahın halifeliği sıfatına zulümlerine meşrûluk vermek için zalim yöneticiler can simidi gibi sarılıyorlar. Rasulullah için Kuran ısrarla kul vasfını verdiği, Allahın halifesi gibi ifadeler Onun için bile söylenmediği halde, Emevilerden itibaren sözde halifeler için, Rasülüllahın halifesi, müminlerin emîri, müslümanların halifesi gibi sıfatlar yeterli gelmiyor, cılız kabul ediliyordu. Allahın yeryüzündeki temsilcileri ilan edilen bu müstağni liderler, Allahın kulluğuna değil; vekilliğine soyunuyor. Ortaya koydukları siyasete/pratiğe göre de dini yorumlayıp zulümlerine kılıf geçiriyorlar. Böylece dokunulmazlıkları olan küçük yeryüzü ilahlıkları, rahatlıkla sömürü düzenlerini devam ettirecek; ama asla eleştirilemeyeceklerdir. Çünkü sultaları Allahın takdiridir(!) Cebr ve İrcâ akidesi imdatlarına yetişir. (5)
İlk dönem İslâm tarihinde halifenin kavramsal olarak yerleşmediğini ve öncü sahabenin bu kelimenin Allah'a nisbet edilmesine kesinlikle karşı çıktığını görüyoruz. İlk dönem İslam öncüleri, Rasülün ve Kuranın yönetim için kavramlaştırdığı emr kelimesini kullanmışlar, kendilerini emîr olarak görmüşlerdir. Kuran, yöneticilere Ülül-Emr ve Veliyyül-Emr (4/Nisâ, 83) terkibini tercih eder.
Kuran, halife kelimesini açık bir şekilde arza izafeten kullanıyor; Allah'a izafeten hiçbir yerde kullanmıyor. Bakara suresi 30. ayetten sonraki ayetlerdeki, meleklerin yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi, (yaratıcısını överek tesbih edeceğine) yeryüzünde fesat/kargaşa çıkaran, kan döken biri Allahın temsilcisi olabilir mi? Bir temsilci, temsil ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci olmaktan çıkacağına göre, belli bir iradî alanda istemlerini gerçekleştirme, tercihte bulunma yeteneğine sahip insan gerçeği, Halifetullah ile nasıl uzlaştırılacaktır? (Bkz. 10/Yûnus, 14)
Adı sanı anılmadan nice çağlar gelip geçtikten sonra yeryüzü için yaratılan ve yeryüzünün hâkim ve yöneticisi konumuna getirilen insan, nasıl hareket edeceği konusunda denenmektedir. Oysa Allahın temsilcisi olarak görülen birinin özgür bir iradesi olmasından bahsedemeyiz. Böyle bir statüye sahip birinin yapıp ettiklerinden dolayı sorgulanması da söz konusu olamaz. Çünkü yapıp ettikleri Allah adına, Allahı temsilendir. Halbuki insan için izzet ve üstün bir şeref aranıyorsa, bu, Allah'a kulluk ve takvadır (Bkz. 3/Âl-i İmran, 79).
"Halifetül-Arz" (Yeryüzünün efendisi, yöneticisi) insanın kendisi için Allahın takdir ettiği bir konumu, bu ifadeyle anlatılıyor. Yasak meyveyi yiyen insan, kendi farkına varmış, böylece içgüdüye bağlı istekten; itaat ve isyana kabiliyetli, irâde/istem hürriyetine kavuşmuştur. Böylece yeryüzünün halifesi payesini almaya hak kazanmıştır.
Bazı ayetlerde halife kelimesi, başkasının yürüttüğü bir işi ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak, devralınan hâkimiyetle/egemenlikle ilgili bir iştir. Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. (2/Bakara 29) Demek ki insanın halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir. Ey Davud! Biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine /keyfe uyma; sonra seni Allahın yolundan saptırır. (38/Sâd, 26). Yani ey Davud, seni hükümran kıldık ki adaleti yerine getirerek, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak, senden önceki peygamber ve salih önderlere halef olasın. Bu hilafet, siyasi erkle kayıtlı değildir; eşyanın tümünün âdil kullanımını öngörür. Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl davranacağınızı görelim. (10/Yûnus, 14)
İnsana, kâinatta Allahın biçtiği konum yerine; hak edilmeyen bir statüye kaydırarak yer aramak, eşyada var olan dengeyi tersine çevirmek demektir. İnsan, ancak insana temsilci/halife olur. Ontolojik denge açısından eşitliğe sahip olmayan insanla Allah arasında müşterek bir vekâlet sistemi yoktur. O halde Allahın vekil/halife edinmesinden söz etmek mümkün değildir. (6)
H harfi
- el-HÂDÎ
- el-HAKÎM
- el-HİCR SÛRESİ
- HABER
- HABER-İ MEŞHÛR
- HABERLERİN TETKİKİ
- HABEŞİSTAN HİCRETİ
- HÂBİL (VE KÂBİL)
- HABÎS
- HABLULLAH
- HACAMAT (HİCAMAT)
- HACB
- HÂCER
- HACİZ, HACZ
- HAÇ (SALİB)
- HAÇLI SEFERLERİ
- HAD, HADLER
- HADÂNE BÂBI
- HADLER BAHSİ
- Hudud:
- HADÎS
- HÂDİS
- HAFAZA MELEKLERİ
- HAFİ
- HÂFIZ
- HAFSA BİNTİ ÖMER İBN el-HATTAB (r.a)
- HAK, HAKLAR
- HAKEM BABI
- HÂKİMİYET
- HAKK