Peygamberimiz'in Af ve Müsâmahası
Kuran, Peygamberimize de affedici olmasını öğütlemektedir:
Sen affı tercih et, marûfu (iyiliği) emret ve cahillerden yüz çevir. (Arâf: 7/199).
Allahın rahmeti sebebiyle sen, onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlarla müşâvere et (onlara danış). Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever. (Âl-i İmrân: 3/159)
Peygamberimizin acımasını, şefkatini, kibarlık ve nezâketini özetleyen bu âyet, kabalık ve katılığın, insanda dâvete karşı tepki ve ürküntü uyandıracağını; insanları iteceğini belirtmekte; insanların hatadan tamamen uzak olamayacağına da işaret ederek kusuru olanları affetmesini, müminlere hoşgörülü olmasını Elçiye emretmektedir. Hakka çağrı görevini üstlenenlerin, Hz. Muhammed (s.a.s.)i örnek alarak daima yumuşak huylu, hoşgörülü olmaları, kabalık ve katılıktan kaçınmaları gerekir. Enes (r.a.) diyor ki: Ben Hz. Peygambere on yıl hizmet ettim. Ne beni dövdü, ne yaptığım bir dünya işi için neden böyle yaptın? veya yapmadığım (ihmal ettiğim) bir dünya işi için neden yapmadın? dedi.[226]
Hz. Âişe (r.a.) annemiz anlatıyor: Peygamber (s.a.s.)e
Uhud gününden sana daha şiddetli gelen bir gün ile karşılaştın mı? dedim. O da:
Evet, Akabe gününde senin kavminle ilgili olarak karşılaşmış olduğum hal, daha şiddetli ve vahimdi. Kendimi Abdi Yaley b. Abdi Kelâle tanıttım. İstediğim şeyi onaylamadılar. Yüzüm keder dolu olarak yanlarından ayrıldım. Biraz uzaklaşmış, Seâlibin yakınlarına varmıştım. Başımı kaldırdığımda bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Cibril oradaydı. Bana seslenerek şöyle dedi: Muhakkak ki Allah, kavminin sana dediklerini ve seni reddedişlerini işitti. Sana 'dağların meleğini gönderdik, onlara dilediğini yapasın' dedi. Bu esnada dağların meleği bana seslenerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Allah kavminin söylediklerini işitti. Ben de dağlar meleğiyim, Rabbim beni emrine verdi ki dilediğin şeyleri bana emredesin; dilersen şu iki dağı başlarına geçireyim. Ben de şöyle dedim: Bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan temenni ederim.[227]
Benû Hanife reislerinden Sümâme bin Usâl kendisinin de itiraf ettiği gibi öldürülmeyi hak eden suçlar işlemiş azılı bir İslâm düşmanı idi. Bir müfreze onu yakalayıp Medineye getirdiği zaman Hz. Peygamber, Sümâmenin Mescidde bir direğe bağlanmasını ve kendisine iyi muâmelede bulunulmasını ashâbına emretti. Namaza giriş çıkışlarında da bizzat kendisi onunla ilgileniyor ve iman teklif ediyor, fakat Sümâme kabul etmiyordu. Üç gün sonra Hz. Peygamber, hiçbir karşılık almaksızın onu affederek serbest bıraktığı zaman Sümâme, o kadar hayret etmiş ve hislenmişti ki şehir çıkışında rastladığı ilk pınarda abdest alarak Rasulullahın huzuruna döndü. Kelime-i şehâdetten sonra o, şöyle diyordu:
Şimdiye kadar Sen, benim nazarımda dünyanın en nefret edilecek adamı idin. Şimdi ise ben, her şeyden çok Sana hayranım. Rasulullahtan gördüğü af, Sümâmeye öylesine tesir etmişti ki memleketine dönüşünde umre için uğradığı Mekkede müslüman olduğunu ilandan çekinmedi ve Hz. Peygamberden izin almadıkları müddetçe Mekkelilere Yemâmeden zırnık hububat göndermeyeceğini belirtti.[228]
Rasul-i Ekreme dağların meleği boyun eğdirilmiş ve Hz. Peygamber, bir sözüyle dilemiş olduğu şeyi yaptıracaktır. Bu olağanüstü kudrete rağmen onları affederek hidayete ermelerini istemektedir. Bu durum, nefsin fısıldadığı intikam sevgisinin hepsinden, itibarın iâde edilmesinden daha hayırlı olarak; bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan istiyorum. meşhur sözünü söylemekte ve isteğini dile getirmektedir.
Rasulullahın davranışlarında bağışlamak, ana unsurdur. Medineye zehirli bir kılıçla Rasulullahı öldürmeye gelen Umeyr bin Vehb el-Cumahiye misilleme yapmaya muktedir olduğu halde affetmiştir. Yine, Beni Hanifenin reisi Sumame bin Âsal, Peygamberimizi öldürmek için plan kurar. Yakalandığı zaman onu yine affetmiştir. Allah Rasulü, kendisine insanların en sevgilisi olan Hz. Hamza (r.a.)yı öldüreni affetmiş ve yüzünü benden uzaklaştırın demekten daha fazla ileri gitmemiştir. Kendisini hicveden şâirleri de affetmiştir. Elbette bağışlamak, asil bir özelliktir. Ama bu davranış, güçlü olanlarda nâdir bulunan bir uygulamadır.
Mekke fethinde Rasulullahın yaptığı ilk iş, Kâbeyi putlardan temizlemek olmuştu. Namaz vakti gelip de Hz. Bilâl, Kâbenin damına çıkarak ezan okumaya başladığı zaman, bazı diğer Mekkeliler gibi Attâb bin Esîd de hiddetle homurdanıyordu: Allah'a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa şu bayalığı görmüyor. Namazı müteakip yaptıkları bunca eziyet ve savaşlardan başları yere eğik hemşehrilerine Hz. Peygamber:
Bugün, siz, muâheze edilecek değilsiniz. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz! dediği zaman kalabalık, heyecan, sevinç, aşk ve bağlılıkla coşuyor, biraz önce hiddetinden patlayan Attâb, herkesten evvel atılarak imanını haykırıyordu. Artık o, öylesine İslâma bağlı idi ki, Mekkeden ayrılırken Hz. Peygamber, onu Mekke valiliğine lâyık görüyordu.[229]
Siyerinden ve hadis-i şeriflerinden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimiz, affetmekle başka bir şey değil; sadece insanların hidâyete ermesini amaçlamaktadır. Bu da genellikle tahakkuk etmiştir. Buna rağmen, Rasulullah her önüne geleni affetmemiştir. Onun ahlâkı Kuran idi; Kuranda affedilmesi yasaklanan zâlim ve tâğutları elbette affetmesi beklenemezdi. Rasulullah (s.a.s.) kötülüğü iyilikle gideriyordu; Çünkü Kuran öyle tavsiye ediyordu:
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur. (Fussılet: 41/34)
Allah, peygamberini birçok af mesajı taşıyan Kuran kıssalarıyla terbiye etmiştir. Elbette bu kıssalar ve nebevî özellikler, bizler için de uyulması gereken prensiplerdir. Rasul-i Ekrem, Kuran kanalıyla peygamberleri tanımakta, onların kendi kavimlerinin beyinsizliklerine ve işkencelerine karşı halkını nasıl affettiklerini görmektedir. Hz. Yusuf, kendisine kin tutan, komplo düzenleyerek kuyuya atan, peygamber oğlunun köle olarak satılmasına sebep olan kardeşlerini affeder. Bundan sonra kadınların desiseleriyle karşı karşıya kalır, sonra zindana atılır. Bütün bunlardan sonra, eline fırsat geçip onlardan intikam almaya güç yetirince şöyle der:
Bugün size karşı sorgulama, kınama yok; Allah sizi affetsin. Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidir. (Yûsuf: 12/92).
Elbette Rasulullah, bu hâdiseden, sadece akrabalarını affetmeyi değil; bilakis kanını helal gören, öldürmek için komplo düzenleyen, kovan ve işkence eden kavminin hepsini affetmeyi öğrenir. Onları, Mekkenin fethi gününde güçlü olduğu halde, affetmenin hidâyetlerine bir tesiri olur umuduyla affeder. Öyle de olmuş, affetme, neticesini de vermiştir.[230]
Peygamberimiz dâvet ve tebliğinde son derece başarılı idi. Çünkü O, güzel ahlâk sahibiydi. Anlattığı şeyleri yaşıyordu ve insanlara en güzel örnek oluyordu. İntikamcı değildi. Bağışlayıcı ve affedici idi. Bu özellik Allahın kullarına bir rahmetidir. Allah (c.c.) bu rahmetinden kullarına da vermiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.), rahmet peygamberi idi. Affın ve bağışlamanın en güzel uygulayıcısı olması gerekirdi ve öyle oldu.
Onun yumuşak huyluluğu, tatlı sözü, merhametli bir kalbe sahip oluşu, hata yapanları affetmesi, ceza vermekten kaçınması, kendisine karşı büyük kötülük yapanları bağışlaması insanları etkiliyordu. Onun insan eğitimindeki en güzel metodlarından biri, af ve bağışlamadır. Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: Allahın Rasûlünü, kendisine her ne zaman kısas olan bir dâvâ getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.[231] Kendisi affı sevdiği gibi, ümmetine de affı tavsiye ediyordu. O, bir hadisinde şöyle buyuruyor:
Allah (c.c.), kötülüğü affeden kişiyi mutlaka aziz (güçlü ve yüce) kılar.[232]
Sen affı tercih et, marûfu (iyiliği) emret ve cahillerden yüz çevir. (Arâf: 7/199).
Allahın rahmeti sebebiyle sen, onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma ait) işlerde onlarla müşâvere et (onlara danış). Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever. (Âl-i İmrân: 3/159)
Peygamberimizin acımasını, şefkatini, kibarlık ve nezâketini özetleyen bu âyet, kabalık ve katılığın, insanda dâvete karşı tepki ve ürküntü uyandıracağını; insanları iteceğini belirtmekte; insanların hatadan tamamen uzak olamayacağına da işaret ederek kusuru olanları affetmesini, müminlere hoşgörülü olmasını Elçiye emretmektedir. Hakka çağrı görevini üstlenenlerin, Hz. Muhammed (s.a.s.)i örnek alarak daima yumuşak huylu, hoşgörülü olmaları, kabalık ve katılıktan kaçınmaları gerekir. Enes (r.a.) diyor ki: Ben Hz. Peygambere on yıl hizmet ettim. Ne beni dövdü, ne yaptığım bir dünya işi için neden böyle yaptın? veya yapmadığım (ihmal ettiğim) bir dünya işi için neden yapmadın? dedi.[226]
Hz. Âişe (r.a.) annemiz anlatıyor: Peygamber (s.a.s.)e
Uhud gününden sana daha şiddetli gelen bir gün ile karşılaştın mı? dedim. O da:
Evet, Akabe gününde senin kavminle ilgili olarak karşılaşmış olduğum hal, daha şiddetli ve vahimdi. Kendimi Abdi Yaley b. Abdi Kelâle tanıttım. İstediğim şeyi onaylamadılar. Yüzüm keder dolu olarak yanlarından ayrıldım. Biraz uzaklaşmış, Seâlibin yakınlarına varmıştım. Başımı kaldırdığımda bir bulutun beni gölgelendirdiğini gördüm. Cibril oradaydı. Bana seslenerek şöyle dedi: Muhakkak ki Allah, kavminin sana dediklerini ve seni reddedişlerini işitti. Sana 'dağların meleğini gönderdik, onlara dilediğini yapasın' dedi. Bu esnada dağların meleği bana seslenerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Allah kavminin söylediklerini işitti. Ben de dağlar meleğiyim, Rabbim beni emrine verdi ki dilediğin şeyleri bana emredesin; dilersen şu iki dağı başlarına geçireyim. Ben de şöyle dedim: Bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan temenni ederim.[227]
Benû Hanife reislerinden Sümâme bin Usâl kendisinin de itiraf ettiği gibi öldürülmeyi hak eden suçlar işlemiş azılı bir İslâm düşmanı idi. Bir müfreze onu yakalayıp Medineye getirdiği zaman Hz. Peygamber, Sümâmenin Mescidde bir direğe bağlanmasını ve kendisine iyi muâmelede bulunulmasını ashâbına emretti. Namaza giriş çıkışlarında da bizzat kendisi onunla ilgileniyor ve iman teklif ediyor, fakat Sümâme kabul etmiyordu. Üç gün sonra Hz. Peygamber, hiçbir karşılık almaksızın onu affederek serbest bıraktığı zaman Sümâme, o kadar hayret etmiş ve hislenmişti ki şehir çıkışında rastladığı ilk pınarda abdest alarak Rasulullahın huzuruna döndü. Kelime-i şehâdetten sonra o, şöyle diyordu:
Şimdiye kadar Sen, benim nazarımda dünyanın en nefret edilecek adamı idin. Şimdi ise ben, her şeyden çok Sana hayranım. Rasulullahtan gördüğü af, Sümâmeye öylesine tesir etmişti ki memleketine dönüşünde umre için uğradığı Mekkede müslüman olduğunu ilandan çekinmedi ve Hz. Peygamberden izin almadıkları müddetçe Mekkelilere Yemâmeden zırnık hububat göndermeyeceğini belirtti.[228]
Rasul-i Ekreme dağların meleği boyun eğdirilmiş ve Hz. Peygamber, bir sözüyle dilemiş olduğu şeyi yaptıracaktır. Bu olağanüstü kudrete rağmen onları affederek hidayete ermelerini istemektedir. Bu durum, nefsin fısıldadığı intikam sevgisinin hepsinden, itibarın iâde edilmesinden daha hayırlı olarak; bilakis ben, onların soylarından Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayan, yalnızca Allah'a ibadet eden kişiler çıkarmasını Allah'tan istiyorum. meşhur sözünü söylemekte ve isteğini dile getirmektedir.
Rasulullahın davranışlarında bağışlamak, ana unsurdur. Medineye zehirli bir kılıçla Rasulullahı öldürmeye gelen Umeyr bin Vehb el-Cumahiye misilleme yapmaya muktedir olduğu halde affetmiştir. Yine, Beni Hanifenin reisi Sumame bin Âsal, Peygamberimizi öldürmek için plan kurar. Yakalandığı zaman onu yine affetmiştir. Allah Rasulü, kendisine insanların en sevgilisi olan Hz. Hamza (r.a.)yı öldüreni affetmiş ve yüzünü benden uzaklaştırın demekten daha fazla ileri gitmemiştir. Kendisini hicveden şâirleri de affetmiştir. Elbette bağışlamak, asil bir özelliktir. Ama bu davranış, güçlü olanlarda nâdir bulunan bir uygulamadır.
Mekke fethinde Rasulullahın yaptığı ilk iş, Kâbeyi putlardan temizlemek olmuştu. Namaz vakti gelip de Hz. Bilâl, Kâbenin damına çıkarak ezan okumaya başladığı zaman, bazı diğer Mekkeliler gibi Attâb bin Esîd de hiddetle homurdanıyordu: Allah'a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa şu bayalığı görmüyor. Namazı müteakip yaptıkları bunca eziyet ve savaşlardan başları yere eğik hemşehrilerine Hz. Peygamber:
Bugün, siz, muâheze edilecek değilsiniz. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz! dediği zaman kalabalık, heyecan, sevinç, aşk ve bağlılıkla coşuyor, biraz önce hiddetinden patlayan Attâb, herkesten evvel atılarak imanını haykırıyordu. Artık o, öylesine İslâma bağlı idi ki, Mekkeden ayrılırken Hz. Peygamber, onu Mekke valiliğine lâyık görüyordu.[229]
Siyerinden ve hadis-i şeriflerinden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimiz, affetmekle başka bir şey değil; sadece insanların hidâyete ermesini amaçlamaktadır. Bu da genellikle tahakkuk etmiştir. Buna rağmen, Rasulullah her önüne geleni affetmemiştir. Onun ahlâkı Kuran idi; Kuranda affedilmesi yasaklanan zâlim ve tâğutları elbette affetmesi beklenemezdi. Rasulullah (s.a.s.) kötülüğü iyilikle gideriyordu; Çünkü Kuran öyle tavsiye ediyordu:
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir tavırla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur. (Fussılet: 41/34)
Allah, peygamberini birçok af mesajı taşıyan Kuran kıssalarıyla terbiye etmiştir. Elbette bu kıssalar ve nebevî özellikler, bizler için de uyulması gereken prensiplerdir. Rasul-i Ekrem, Kuran kanalıyla peygamberleri tanımakta, onların kendi kavimlerinin beyinsizliklerine ve işkencelerine karşı halkını nasıl affettiklerini görmektedir. Hz. Yusuf, kendisine kin tutan, komplo düzenleyerek kuyuya atan, peygamber oğlunun köle olarak satılmasına sebep olan kardeşlerini affeder. Bundan sonra kadınların desiseleriyle karşı karşıya kalır, sonra zindana atılır. Bütün bunlardan sonra, eline fırsat geçip onlardan intikam almaya güç yetirince şöyle der:
Bugün size karşı sorgulama, kınama yok; Allah sizi affetsin. Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidir. (Yûsuf: 12/92).
Elbette Rasulullah, bu hâdiseden, sadece akrabalarını affetmeyi değil; bilakis kanını helal gören, öldürmek için komplo düzenleyen, kovan ve işkence eden kavminin hepsini affetmeyi öğrenir. Onları, Mekkenin fethi gününde güçlü olduğu halde, affetmenin hidâyetlerine bir tesiri olur umuduyla affeder. Öyle de olmuş, affetme, neticesini de vermiştir.[230]
Peygamberimiz dâvet ve tebliğinde son derece başarılı idi. Çünkü O, güzel ahlâk sahibiydi. Anlattığı şeyleri yaşıyordu ve insanlara en güzel örnek oluyordu. İntikamcı değildi. Bağışlayıcı ve affedici idi. Bu özellik Allahın kullarına bir rahmetidir. Allah (c.c.) bu rahmetinden kullarına da vermiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.), rahmet peygamberi idi. Affın ve bağışlamanın en güzel uygulayıcısı olması gerekirdi ve öyle oldu.
Onun yumuşak huyluluğu, tatlı sözü, merhametli bir kalbe sahip oluşu, hata yapanları affetmesi, ceza vermekten kaçınması, kendisine karşı büyük kötülük yapanları bağışlaması insanları etkiliyordu. Onun insan eğitimindeki en güzel metodlarından biri, af ve bağışlamadır. Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: Allahın Rasûlünü, kendisine her ne zaman kısas olan bir dâvâ getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.[231] Kendisi affı sevdiği gibi, ümmetine de affı tavsiye ediyordu. O, bir hadisinde şöyle buyuruyor:
Allah (c.c.), kötülüğü affeden kişiyi mutlaka aziz (güçlü ve yüce) kılar.[232]
AF-AFV
- Af; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'ân-ı Kerim'de Af Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde Af Kavramı
- Peygamberimiz'in Af ve Müsâmahası
- İnsanın, Kendine Yapılanları Affetmesi
- Dâvetçi Açısından Af ve Müsâmaha
- Hoşgörü ve Müsâmaha
- Af ve Müsâmahanın Yozlaştırılması
- Af İle İlgili Veciz Sözler:
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
A harfi
- ADAM ÖLDÜRMEK
- ÂDİLE
- ÂDİL-İ MUTLAK
- ADL
- ADN CENNETİ
- ÂFÂK
- AF-AFV
- AFYON
- AĞAÇ
- AĞIT
- AĞLAMA
- ÂHÂD HABER
- AHBÂR
- AHD
- AHD-İ ATİK
- AHD-İ CEDİD
- AHFÂD
- AHİ, AHİLİK
- ÂHİR ZAMAN
- ÂHİRETE İMAN
- AHKÂM
- AHKÂMU'Ş-ŞER'İYYE
- AHKEMÜ'L-HÂKİMİN
- AHLÂK
- AHMED B. HANBEL
- AHRÛF-İ SEB'A
- AHSEN
- AİLE
- AKABE
- AKABE BEY'ATLARI
- AKIL
- ÂKİLE
- AKLÎ DELİL
- AKRABA
- AKSIRMAK
- ÂL, ÂLU MUHAMMED
- ALACAKLI
- ALAY, ALAY ETMEK
- ALDATMAK
- ÂMİNE BİNTİ VEHB
- ARZ
- ASHÂBU'S-SEBT
- ASHÂBU'S-SUFFE
- ASHÂBÜ'S-SÜNEN
- ÂSÎ
- AŞÛRÂ
- ASKER TEÇHİZİ
- ASR, ASIR
- ASR-I SAÂDET
- ÂŞİR
- AŞİR (AŞR-I ŞERİF)
- AT ETİ
- AT SÜTÜ
- ATALAR YOLU
- ATEİZM
- AV, AVCILIK
- AVÂRIZ
- AVL, AVLİYE
- AY MUCİZESİ
- AYB
- ÂYET
- ÂYETLERİ UCUZA SATMAK
- ÂYETULLAH
- ÂYETÜ'L-KÜRSÎ
- ÂYİN
- AYIP ARAŞTIRMAK
- AYIP ÖRTMEK
- ÂYİSE
- AYN
- AYNE'L-YAKÎN
- AZÂZÎL
- AZİL
- AZÎMET
- AZRÂİL (ÖLÜM MELEĞİ)
- el-AFÜV
- Hz. ÂİŞE (r.a.)
- AHMED
- ALEM
- ÂLEM
- ALFABE
- ÂL-İ ABÂ
- ALİ İBN EBİ TALİB
- ÂLİM
- ALIN YAZISI
- ALLAMÜ'L-GUYÛB
- ALTIN KULLANMAK
- ÂLU İBRAHİM
- ÂLU İMRÂN
- ÂLU YÂ'KUB
- AMEL-İ KESÎR
- ÂMENTÜ
- ÂMİL
- ÂMİN
- ÂMİR
- ÂMM
- AMMAR b. YASİR
- AMME HUKÛKU
- AMR b. EL-AS
- Amr İbnu Ümmi Mektum
- ANASIR-I ERBAA
- ANAYASA
- Anayasa Türleri:
- ARABULMAK
- A'RAF
- ARAFÂT
- A'RAZ
- ARÂZÎ
- AREFE
- ÂRİYET
- ARİYET KİTABI
- ARKADAŞ, ARKADAŞLIK
- ARŞ
- ARZ-I MEV'UD
- ASABE
- ASABİYE-ASABİYYET-IRKÇILIK
- ASHÂB
- ASHÂBU'L-A'RÂF
- ASHÂBU'L-ESER
- ASHÂBU'L-EYKE
- ASHÂBÜ'L-FERÂİZ
- ASHÂBU'L-FİL
- ASHÂBU'L-HİCR
- ASHÂBU'L-KARYE
- ASHÂBU'L-KEHF
- ASHÂBU'L-MEDYEN
- ASHÂBU'L-MEŞ'EME
- ASHÂBU'L-MEYMENE
- ASHÂBU'L-UHDÛD
- ASHÂBU'L-YEMİN
- ASHÂBU'R-REDD
- ASHÂBU'R-RESS
- ASHÂBU'R-REY
- ASHÂBU'Ş-ŞİMÂL
- ÂSİYE
- AVLANMA KİTABI
- AVRET
- AZÂB, AZAP
- AZAD ETMEK
- AZARLAMAK
- ÂZER
- AZÎZ HADÎS
- el ÂHİR