Esir (Esâret):

Arapçada “savaş tutsağı” karşılığında kullanılan esîr kelimesi, “ip vb. şeylerle sağlamca bağlamak” anlamındaki esr (isâre) kökünden türemiş bir sıfattır. Esâret de, esir olma hali, esirlik, tutsaklık demektir. Arap dilinde ve Kur’an literatüründe “savaş tutsağı” anlamında kullanılmasına rağmen, Osmanlı kaynak ve belgelerinde, bu anlam yanında, daha çok “köle” anlamında kullanılmış olup “esirci, esir tüccarı, esir pazarı, esirciler şeyhi” gibi tâbirler, köle alım satımıyla ilgilidir. Türkçeye bu şekilde geçmesine rağmen, İslâmî ıstılahta “esir” ile “köle” farklı anlamdadır. 



Osmanlılarda, harpte alınan esirlerden Acemi Ocağına yaramayanlar veya sayısı beşten aşağı olanlardan devlet pençik resmi adıyla belli bir vergi alır, bu vergiye esas olmak üzere esirleri yaşlarına göre sıraya koyardı. Buna göre erkek esirler:



1- Şirhor (süt emen demektir, yani henüz meme emen)



2- Beççe (yavru anlamındadır, 3 ilâ 8 yaşındaki çocuklar için kullanılır),



3- Gulâmçe (çocuk anlamındadır, 8 ilâ 12 yaşındakiler için kullanılır),



4- Gulâm (delikanlı anlamındadır, bıyığı yeni terlemiş, bülûğa ermiş oğlanlar için söylenir), 



5- Sakallı (iyice tıraşı gelmiş genç veya orta yaşlı),



6- Pir (yaşlı, ihtiyar) olmak üzere sınıflara ayrılırlardı. Kadın esirler ise, buna uygun olarak şu isimleri alırlardı: Şirhor: Şirhor, Beççe: Duhterek, Gulâmçe: Duhter, Gulâm: Ümmü'l-veled, Sakallı: Mariye, Pir: Acûze ve daha ihtiyar olursa Fertûte. Bundan başka, bir kusuru olanına Ma'yûbe, hastalıklı bulunana Bîmâre dendiği gibi esirler arasında vücutça sakatlığı bulunanlar da bu sakatlığa göre Yekdest (tek elli), Yekçeşim (tek gözlü) vb. şeklinde anılırlardı.



Osmanlılarla ilgili belgelerde baba adları “Abdullah” diye geçen şahıslar, umûmiyetle köle veya hıristiyan asıllı kişilerdir.