Kur'an'da İsrafın Mânâları:
Kuran bu kavramı iki anlamda kullanmaktadır.
Birincisi; haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamındadır ki, bu aynı zamanda inkârcıların bir sıfatıdır. Çünkü onlar, Allahtan gelen helâl ve haram ölçülerini tanımazlar. O ölçüleri işlerine geldiği gibi değiştirmeye kalkışırlar. Onlar, insan olarak kulluk yapmaları gerekirken Allahın ölçülerini çiğneyip geçerlar. İnsanla Rab arasında olması gereken dengeyi korumazlar. Davranışlarında normal sınırı gözetmezler ve konulan ölçünün ötesine geçerlar, aşırıya giderlar. (Salih onlara dedi ki) Allahtan korkun ve bana itaat edin. O müsriflerin (israf edenlerin) emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ve ıslah etmezler (düzeltmezler). (26/Şuarâ, 149-151)
Görüldüğü gibi Kuran, Sâlih peygamberi dinlemeyen ve inanmamaya devam eden inkârcılara müsrifler (israf edenler) demektedir. Kendilerini uyarmak üzere gelen bir şehir halkının tavrı da ibret verici bir israf örneğidir. Allahın elçileri o şehir halkını doğru yola çağırdıkları zaman; onlar elçilerin davetine uyacakları yerde, onları uğursuzlukla suçladılar. Bunun üzerine elçiler şöyle dediler: ...Uğursuzluğunuz sizin kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır siz müsrif (aşırı giden) bir kavimsiniz. (36/Yâsin, 19)
Günlük yaşayışında ellerindeki malı, serveti, imkanları veya parayı gereksiz yere harcayanlar da bir çeşit sınırı aşanlar, aşırı gidip dengeyi bozanlardır. Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yeyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez. (7/Arâf, 31). Buradaki israf hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık hem de Allahın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır.
Câhiliyye Arapları, günah işlediğimiz elbiselerle Kabeyi tavaf (ziyaret) edemeyiz diyerek Kabeyi çıplak olarak ziyaret ederlerdi, kendi anlayışlarına göre ibâdet ettiklerini sanarlardı. Bu âyet ile hem bu yanlış anlayış kaldırıldı hem de elbise, yeme-içme, eşya kullanma, Allahın hükümleri konularında bir ölçü ve denge getirildi. Kendini açlığa ve çıplaklığa alıştırarak veya helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allahı memnun edeceğini sananlar önemli bir aldanış içindedirler. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez. Öyleyse insanlar, Allahın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, güzel ve süslü elbiseler giyecekler; ama israf etmeyecekler, ölçüde ve eşya kullanımında aşırıya kaçmayacaklar.
Allahın ölçüsüne göre, süslü elbise giymek günah değil, bilakis helâlı haram, haramı helâl sayma günahtır.
İsrafın ikinci anlamı savurganlıktır. Dünya nimetlerini Allah insanlar ve canlılar için yaratmaktadır. Bu nimetleri kullanma ve yeme arzusunu da insanın içerisine koyan yine Allahtır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hem hakkıdır, hem de şükrünün bir gereğidir. İnsan nimetleri yiyecek, ama nimeti vereni de bilecek. Savurganlık anlamındaki israf yasağı çok güzel bir ekonomik dengedir. İsraf, bu dengeyi bozar. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. Herkes gücüne, çalışmasına ve şartlarına göre nimetlerden yararlanır. Ancak israf edenler bu nimet dengesini bozarlar.
Kuran, hem aşırı harcamayı hem aşırı kısmayı (cimriliği) hoş görmüyor. İkisi arasında orta bir tutum tavsiye ediyor.
Elini bağlı olarak boynuna asma (cimri olma). Onu büsbütün de açıp savurma (israf etme). Sonra kınanmış bir halde oturup kalırsın. (17/İsrâ, 29).
Peygamberimiz de buyuruyor ki:
Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (cc) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister. (Buhârî, Libas 1; İbn Mâce, Libas 23, Hadis no: 3605; Nesâí, Zekât 66)
İnsana emânet olarak verilen malı saçıp-savurmak, gerekli yerlere harcamamak, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Cimrilik ise yardım düşüncesini öldürdüğü gibi, ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı engeller. İnfak ve sadaka ahlâkını köreltir. Halbuki infak kurumu yakın akrabanın ihtiyaçlarını karşılamayı temin eder, sadaka kurumu ise insanlardan muhtaç olanları sıkıntıdan kurtarmayı sağlar.
Kuran, israf kelimesinin yanında bir de bezr kavramını kullanıyor. Bezr de israf gibi malı saçıp-savurmaktır. Bezr sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle tezbir masdarına; tohumu gereken yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak mânâsı verilmiştir.
Bezr, malı saçıp-savurmak, gerektiği yerlere sarfetmemek, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir ki, israfla yakın anlama gelmektedir. Malı lüzumsuz yere, ihtiyaç olmayan yerlere harcamak, infak edilmesi gereken kimselere infak etmemek, malı hayır yollarında harcamamak eldeki serveti Allah isyan yollarında harcamak bezrdir.
İslâm insan hayatına her konuda bir denge getiriyor. İnançta, amellerde, ahlâkta, mal kazanma ve harcamada, duygularda, nefret ve sevmede hep orta yolu tavsiye ediyor. Ne aşırılık, ne de tembellik veya gevşeklik. Ne ifrat, ne de tefrit. İslâm ümmeti, vasat bir ümmettir (2/Bakara, 143). Yani orta yolu izleyen, dengeli ve hayır yolları üzerinde olan bir ümmettir. Bu ümmetin mal konusundaki tutumu da dengelidir, harcamaları da ölçülüdür.
Mülk aslında Allaha aittir. İnsana emanet olarak geçici bir süre için verilir. Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, bezr etmeyenler mal konusundaki imtihanı kazanırlar. Kuran buyuruyor ki: Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bezr ederek saçıp-savurma. Çünkü bezr (israf) edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür. (17/İsrâ, 26-27)
İsraf; Arapça bir kelime olup, serefe kökünden gelmektedir. Seref, herhangi bir şeyde makul haddi aşmak demektir. Lugatlarda, lüzumsuz yere harcamak, ihtiyaçtan fazla tüketmek, savurganlık gibi mânâlara gelen israf, ıstılâhta ise gayrımeşrû (şer'î olmayan) bir gaye için mal sarfetmeye denir. Ehl-i hal ûlema, "İsraf'ta hayır yoktur" vecizesi ile bunu gayet güzel ifâde etmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey Âdemoğulları, her mescid huzurunda (namaz ve tavaf anında -Celâleyn) ziynetinizi alın, giyin, yiyiniz, içiniz; israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri (müsrifleri) sevmez" buyurulmuştur. (7/Araf, 31). Kadı Beyzâvî Envaru't Tenzil, isimli tefsirinde, cahiliyye döneminde Arapların "Günah işlediğimiz elbise ile tavaf edemeyiz" gerekçesi ile Kâbe-i Muazzama'yı çıplak tavaf etmelerini, takbih ve setr-i avreti farz kıldığını beyan etmektedir. (Mecmuat'u't Tefâsir, Mtb. Amire, İst. 1318'den ofset, Çağrı Yayını, c. II, sh. 543)
Bu âyet-i kerimeyi ve Resûl-i Ekrem (s.a.s.)'in "Mide hastalıklar evidir. Perhiz ve az yemek, her devânın (şifânın) başıdır. Bedenine âdet ettiği şeyleri ver." (İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmû'1 Kur'an, Kahire, 1967 (3. bsm.) c. VII, sh.192). Hadîs-i şerifini esas alarak: "Hayatta kalacak kadar yemek farzdır. Bir kimse yeme-içmeyi terk etse ve bu yüzden ölse, âsi olmuş olur. Farz olan ibâdetleri ayakta eda edebilecek ve orucu kolaylıkla tutabilecek kadar yemek mendup, doyacak kadar yemek mübahtır. Bunun dışında haramlık başlar. Doymaktan ziyade bedenin kuvvetlenmesini kastederek yemek haramdır" (Musannıf İbrahim Halebi, İzahlı Mülteka el-Ebhur, İst.1976, c. IV; sh.132-133). hükmü zikredilir. Allah Teâlâ mü'minlerle kâfirleri târif ederken: "Şüphesiz ki Allah iman edip, sâlih amellerde bulunanları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Küfredenlere gelince; onlar dünyada sadece zevk ü sefâ ederler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir." (47/Muhammed, 12) buyurmaktadır. Fahrüddin-i Râzi, "kâfırlerin yemeleri ile hayvanların yemelerinin birbirine benzetilmesinde üç unsur vardır. Bunlar:
Kâfirler ancak hayvan gibi, sadece yemeyi içmeyi düşünürler,
Küfredenler, tıpkı hayvan gibi yediği nimetleri yaratanı, yani Allahû Teâlâyı düşünmezler,
Hayvanlar yeme içme sonucu semizlenip boğazlanacaklarını bilmedikleri gibi, kâfirler de bundan habersizdirler" (Mehmed Vehbi, Hulâsat'ül Beyan fi Tefsirü'I Kur'an, İst. c. XIII, sh. 5385) demektedir.
Müminler emek vermek, ev konforu ve diğer hususlarda ihtiyaçtan fazlasının israf olduğunun şuurundadırlar. Münafıklar ise bu hususta ciddî değildirler. Bilindiği gibi, müsriflerin lideri Karun ve Ebû Cehil'dir.[24]
Birincisi; haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamındadır ki, bu aynı zamanda inkârcıların bir sıfatıdır. Çünkü onlar, Allahtan gelen helâl ve haram ölçülerini tanımazlar. O ölçüleri işlerine geldiği gibi değiştirmeye kalkışırlar. Onlar, insan olarak kulluk yapmaları gerekirken Allahın ölçülerini çiğneyip geçerlar. İnsanla Rab arasında olması gereken dengeyi korumazlar. Davranışlarında normal sınırı gözetmezler ve konulan ölçünün ötesine geçerlar, aşırıya giderlar. (Salih onlara dedi ki) Allahtan korkun ve bana itaat edin. O müsriflerin (israf edenlerin) emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ve ıslah etmezler (düzeltmezler). (26/Şuarâ, 149-151)
Görüldüğü gibi Kuran, Sâlih peygamberi dinlemeyen ve inanmamaya devam eden inkârcılara müsrifler (israf edenler) demektedir. Kendilerini uyarmak üzere gelen bir şehir halkının tavrı da ibret verici bir israf örneğidir. Allahın elçileri o şehir halkını doğru yola çağırdıkları zaman; onlar elçilerin davetine uyacakları yerde, onları uğursuzlukla suçladılar. Bunun üzerine elçiler şöyle dediler: ...Uğursuzluğunuz sizin kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır siz müsrif (aşırı giden) bir kavimsiniz. (36/Yâsin, 19)
Günlük yaşayışında ellerindeki malı, serveti, imkanları veya parayı gereksiz yere harcayanlar da bir çeşit sınırı aşanlar, aşırı gidip dengeyi bozanlardır. Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yeyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez. (7/Arâf, 31). Buradaki israf hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık hem de Allahın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır.
Câhiliyye Arapları, günah işlediğimiz elbiselerle Kabeyi tavaf (ziyaret) edemeyiz diyerek Kabeyi çıplak olarak ziyaret ederlerdi, kendi anlayışlarına göre ibâdet ettiklerini sanarlardı. Bu âyet ile hem bu yanlış anlayış kaldırıldı hem de elbise, yeme-içme, eşya kullanma, Allahın hükümleri konularında bir ölçü ve denge getirildi. Kendini açlığa ve çıplaklığa alıştırarak veya helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allahı memnun edeceğini sananlar önemli bir aldanış içindedirler. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez. Öyleyse insanlar, Allahın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, güzel ve süslü elbiseler giyecekler; ama israf etmeyecekler, ölçüde ve eşya kullanımında aşırıya kaçmayacaklar.
Allahın ölçüsüne göre, süslü elbise giymek günah değil, bilakis helâlı haram, haramı helâl sayma günahtır.
İsrafın ikinci anlamı savurganlıktır. Dünya nimetlerini Allah insanlar ve canlılar için yaratmaktadır. Bu nimetleri kullanma ve yeme arzusunu da insanın içerisine koyan yine Allahtır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hem hakkıdır, hem de şükrünün bir gereğidir. İnsan nimetleri yiyecek, ama nimeti vereni de bilecek. Savurganlık anlamındaki israf yasağı çok güzel bir ekonomik dengedir. İsraf, bu dengeyi bozar. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. Herkes gücüne, çalışmasına ve şartlarına göre nimetlerden yararlanır. Ancak israf edenler bu nimet dengesini bozarlar.
Kuran, hem aşırı harcamayı hem aşırı kısmayı (cimriliği) hoş görmüyor. İkisi arasında orta bir tutum tavsiye ediyor.
Elini bağlı olarak boynuna asma (cimri olma). Onu büsbütün de açıp savurma (israf etme). Sonra kınanmış bir halde oturup kalırsın. (17/İsrâ, 29).
Peygamberimiz de buyuruyor ki:
Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (cc) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister. (Buhârî, Libas 1; İbn Mâce, Libas 23, Hadis no: 3605; Nesâí, Zekât 66)
İnsana emânet olarak verilen malı saçıp-savurmak, gerekli yerlere harcamamak, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Cimrilik ise yardım düşüncesini öldürdüğü gibi, ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı engeller. İnfak ve sadaka ahlâkını köreltir. Halbuki infak kurumu yakın akrabanın ihtiyaçlarını karşılamayı temin eder, sadaka kurumu ise insanlardan muhtaç olanları sıkıntıdan kurtarmayı sağlar.
Kuran, israf kelimesinin yanında bir de bezr kavramını kullanıyor. Bezr de israf gibi malı saçıp-savurmaktır. Bezr sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle tezbir masdarına; tohumu gereken yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak mânâsı verilmiştir.
Bezr, malı saçıp-savurmak, gerektiği yerlere sarfetmemek, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir ki, israfla yakın anlama gelmektedir. Malı lüzumsuz yere, ihtiyaç olmayan yerlere harcamak, infak edilmesi gereken kimselere infak etmemek, malı hayır yollarında harcamamak eldeki serveti Allah isyan yollarında harcamak bezrdir.
İslâm insan hayatına her konuda bir denge getiriyor. İnançta, amellerde, ahlâkta, mal kazanma ve harcamada, duygularda, nefret ve sevmede hep orta yolu tavsiye ediyor. Ne aşırılık, ne de tembellik veya gevşeklik. Ne ifrat, ne de tefrit. İslâm ümmeti, vasat bir ümmettir (2/Bakara, 143). Yani orta yolu izleyen, dengeli ve hayır yolları üzerinde olan bir ümmettir. Bu ümmetin mal konusundaki tutumu da dengelidir, harcamaları da ölçülüdür.
Mülk aslında Allaha aittir. İnsana emanet olarak geçici bir süre için verilir. Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, bezr etmeyenler mal konusundaki imtihanı kazanırlar. Kuran buyuruyor ki: Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bezr ederek saçıp-savurma. Çünkü bezr (israf) edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür. (17/İsrâ, 26-27)
İsraf; Arapça bir kelime olup, serefe kökünden gelmektedir. Seref, herhangi bir şeyde makul haddi aşmak demektir. Lugatlarda, lüzumsuz yere harcamak, ihtiyaçtan fazla tüketmek, savurganlık gibi mânâlara gelen israf, ıstılâhta ise gayrımeşrû (şer'î olmayan) bir gaye için mal sarfetmeye denir. Ehl-i hal ûlema, "İsraf'ta hayır yoktur" vecizesi ile bunu gayet güzel ifâde etmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey Âdemoğulları, her mescid huzurunda (namaz ve tavaf anında -Celâleyn) ziynetinizi alın, giyin, yiyiniz, içiniz; israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri (müsrifleri) sevmez" buyurulmuştur. (7/Araf, 31). Kadı Beyzâvî Envaru't Tenzil, isimli tefsirinde, cahiliyye döneminde Arapların "Günah işlediğimiz elbise ile tavaf edemeyiz" gerekçesi ile Kâbe-i Muazzama'yı çıplak tavaf etmelerini, takbih ve setr-i avreti farz kıldığını beyan etmektedir. (Mecmuat'u't Tefâsir, Mtb. Amire, İst. 1318'den ofset, Çağrı Yayını, c. II, sh. 543)
Bu âyet-i kerimeyi ve Resûl-i Ekrem (s.a.s.)'in "Mide hastalıklar evidir. Perhiz ve az yemek, her devânın (şifânın) başıdır. Bedenine âdet ettiği şeyleri ver." (İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmû'1 Kur'an, Kahire, 1967 (3. bsm.) c. VII, sh.192). Hadîs-i şerifini esas alarak: "Hayatta kalacak kadar yemek farzdır. Bir kimse yeme-içmeyi terk etse ve bu yüzden ölse, âsi olmuş olur. Farz olan ibâdetleri ayakta eda edebilecek ve orucu kolaylıkla tutabilecek kadar yemek mendup, doyacak kadar yemek mübahtır. Bunun dışında haramlık başlar. Doymaktan ziyade bedenin kuvvetlenmesini kastederek yemek haramdır" (Musannıf İbrahim Halebi, İzahlı Mülteka el-Ebhur, İst.1976, c. IV; sh.132-133). hükmü zikredilir. Allah Teâlâ mü'minlerle kâfirleri târif ederken: "Şüphesiz ki Allah iman edip, sâlih amellerde bulunanları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Küfredenlere gelince; onlar dünyada sadece zevk ü sefâ ederler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri de ateştir." (47/Muhammed, 12) buyurmaktadır. Fahrüddin-i Râzi, "kâfırlerin yemeleri ile hayvanların yemelerinin birbirine benzetilmesinde üç unsur vardır. Bunlar:
Kâfirler ancak hayvan gibi, sadece yemeyi içmeyi düşünürler,
Küfredenler, tıpkı hayvan gibi yediği nimetleri yaratanı, yani Allahû Teâlâyı düşünmezler,
Hayvanlar yeme içme sonucu semizlenip boğazlanacaklarını bilmedikleri gibi, kâfirler de bundan habersizdirler" (Mehmed Vehbi, Hulâsat'ül Beyan fi Tefsirü'I Kur'an, İst. c. XIII, sh. 5385) demektedir.
Müminler emek vermek, ev konforu ve diğer hususlarda ihtiyaçtan fazlasının israf olduğunun şuurundadırlar. Münafıklar ise bu hususta ciddî değildirler. Bilindiği gibi, müsriflerin lideri Karun ve Ebû Cehil'dir.[24]
F harfi
- 1- Fakirlik Üstündür:
- 1- İnançla İlgili Fısk
- 1- Îne Bey'i:
- 10- Din-Sultan Ayrılı
- 3- Uzlet:
- 3) Mudârebe Ortaklığı:
- 5- Banka Fâizlerini Kabul Edenler:
- 5- Çocuğun Maddî İstikbalini Düşünme Fikri:
- 6) Kıyemî Mal:
- 9- Medya Yoluyla Fesad:
- C- Fitne Sayılan Davranışlar:
- En Hayırlı Kazanç; Kendi Eliyle Çalışıp Kazanma:
- FADL İBN ABBAS
- FARZ
- FESAD
- Fesad ve İfsâd; Anlam ve Mâhiyeti
- FEYZ-İ İLÂHİ
- FISK
- FİTNE-FİTEN
- FİTNENİN ÇEŞİTLERİ:
- Fitneye Karışan Sahabeler:
- FUHUŞ
- Hîle-i Şer'iyye
- İmtihan Olarak Fitne
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- Kur'an sözünde durmamayı, ahde vefa göstermemeyi yer yer fısk olarak nitelemektedir.
- MUBAH OLAN İLİM
- O'nun Mutluluk Evinin Genel Atmosferi:
- SAHABE VE TÂBİÎN ARASINDA ÇIKAN KAVGA VE İHTİLAFLAR
- Satılan Malın Mevcut Olması: